Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

Vahdettin'e yeniden bakmak

01 Kasım 2023 - 10:10

Vahdettin’e yeniden bakmak

 

Bugünlerde son Osmanlı Padişahı Vahdettin, doğrudan ya da dolaylı olarak 100. Yıl tartışmalarına eklemlendi. Oysa Vahdettin, Osmanlı demek değil. Nasıl Moğollarla işbirliği devlet adamları Anadolu Selçuklu Devleti’ni küçültmüyorsa, İngilizlerle işbirliği yapan Vahdettin de Osmanlı’yı küçültmez. Fatih Sultan Mehmet ile Vahdettin’i neden bir tutalım ki? Vahdettin’in Osmanlı tarihinin yüz karasıdır. 1922’de Saltanat kaldırılırken, Birinci Meclis’te tüm fikir ayrılıkları bir kenara bırakılarak birlikte hareket edilebilmişti. Bugün Vahdettin’i aklama eğiliminde olanların Birinci Meclis’le, Gazi Meclis’le hiçbir alakası yoktur. Vahdettin’i Osmanlı tarihi yüzü suyu hürmetine aklamaya çalışanların Birinci Meclis’in, yani Kurtuluş Savaşı’nın karşısında, işbirlikçilerin yanında pozisyon aldıklarının altını çizmek gerekir. 

Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından Mondros ve Sevr’i imzalayan Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı gelmişti. Bu nedenle yerel direnişe geçen Türk halkından ayrı olarak Padişah-Halife ve İstanbul Hükümeti teslimiyetçi bir çizgiyi benimseyerek düşmanla işbirliği yaptı ve giderek ihanet edecek bir noktaya geldi. Yerel direniş odaklarını tek bir çatıda birleştiren en önemli adımlar önce Sivas Kongresi ve sonra da Birinci Meclis oldu. 
Günümüzde İslamcı ya da kendini muhafazakar olarak tanımlayan çevrelerde saltanatın kaldırılması, Vahdettin’in hain ilan edilmesi hoş karşılanmamaktadır. Oysa Birinci Meclis’te yer alan ülke kurtarma noktasında birlikte hareket eden fakat diğer konularda anlaşmazlık yaşayan iki grup (Birinci Grup, İkinci Grup) saltanatı kaldırmak noktasında birlikte hareket etti. İki grup arasındaki temel anlaşmazlık ülke kurtulduktan sonra ülkeyi kimin yöneteceği ve rejimin nasıl şekilleneceği konusundaydı. Muhafazakar İkinci Grup, Devrimci Birinci Grup’un köktenci değişiklik yapma ihtimalinden ve Mustafa Kemal Paşa’nın otoritesinden rahatsızdı. Ancak ilginçtir her iki grup da saltanatı kaldırmak noktasında birbirleriyle yarıştılar. 

Saltanatın kaldırılması konusunda ilk görüşmeler 30 Ekim 1922 tarihinde yapılmaya başlandı. Dikkat çekici olan saltanatın kaldırılması konusunda Sinop milletvekili Dr. Rıza Nur, tamamına yakını Birinci Grup üyesi 78 arkadaşıyla birlikte bir önerge verdi. Önerge, Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığına, yeni Türkiye Hükümeti’nin onun yerini aldığına ve Hilafet Makamı’nın esaretten kurtarılacağına ilişkindi. Dolayısıyla bu metinden de anlaşıldığı üzere henüz barış antlaşması yapılmamıştı ve İstanbul da hâlâ işgal altındaydı. Metinde hilafet makamından söz edilip saltanat makamından söz edilmemesi, Saltanatın kaldırılmasının planlanmasına yönelikti. Atatürk karşıtlarının en çok atıf yaptığı isimlerden biri de Dr. Rıza Nur’dur. Pek itibar ettikleri Dr. Rıza Nur’un saltanatın kaldırılması konusunda ilk girişimi yaptığını kendilerine hatırlatmak gerekir. 
Önerge Osmanlı İmparatorluğunun yıkıldığını, onun yerini ulusal egemenlik sistemine dayanan TBMM Hükümeti’nin aldığını, yeni Türkiye Hükümeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini aldığı ve milli sınırlar içerisinde tek varisi olduğu, 1921 Anayasası ile egemenlik hakkının millete verildiği ve bu nedenle de İstanbul’daki Padişahlık makamının tarihe karıştığı, İstanbul meşru bir hükümet olmadığı ve İstanbul civarının idaresinin TBMM Hükümeti’nin memurlarına verilmesi gerektiği (Lozan görüşmeleri başlamamıştı ve İstanbul halen işgal altındaydı) ve Hilafet Makamı’nın işgalcilerin elinden kurtarılacağı belirtilmekteydi. 

Önerge okunduktan sonra İkinci Grup’un liderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, önergenin içeriğine katıldığını ama konunun önemine binaen önce komisyona gönderilmesini istedi. Ancak önerge komisyona gönderilmeden oylamaya sunulmaya kalkılınca İkinci Grup üyeleri oylamaya katılmayarak engelleme yaptı. Neticede oylama sırasında toplantı yeter sayısı sağlanamadı. 

1 Kasım 1922 tarihli toplantı öncesinde Dr. Rıza Nur, Hilafet Makamı ile ilgili görüşünü güncelledi. Hilafetin Türklerde ve Osmanlı hanedanında kalmasına ilişkin bir ilave yaptı. Halifeyi de TBMM seçecekti. Birinci Grup’un bu girişimi karşısında İkinci Grup’tan Hüseyin Avni Bey 25 arkadaşıyla saltanatın kaldırılması ve halifeliğin kalmasına ilişkin bir önerge verdiler. Buna göre 1921 Anayasası’na dayanarak Türkiye halkı, TBMM Hükümeti’nden başka hükümet tanımıyordu. 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere İstanbul’daki yönetim şekli kaldırılıyordu. Halifelik, Osmanlı hanedanına ait olup TBMM tarafından bu aile üyeleri arasından seçilecekti. Halifelik Makamının dayanağı Türkiye Devleti idi. 
Birinci Grup ve İkinci Grup üyeleri, saltanat ve hilafet makamlarını birbirinden ayırarak, saltanatı kaldırmak ve hilafeti yürütme gücü olmadan yerinde bırakmak, seçiminde de TBMM’yi yetkili kılmak noktasında uzlaşmış durumdaydılar. Ancak dikkat çekici olan her iki grubun ayrı ayrı teklif vermesi, ortak bir teklif vermemesiydi. Üstelik her iki grup bu konuda hem rekabet halindeydi ve hem de neredeyse birbiriyle yarışıyordu. Birinci Grup’un önergesi karşısında İkinci Grup bundan geri kalmak istememişti. Muhtemelen her iki grup da konuya ulusal egemenlik açısından bakmış, saltanat makamını ulusal egemenliğin önünde engel olarak görmüştü. Bunu Vahdettin’in ihaneti de kolaylaştırmıştı. İlave olarak Hilafet Makamını oturacak kişiyi TBMM’nin seçmesi, ulusal egemenlik kavramı, Meclis üstünlüğü ve kuvvetler birliği sistemi açısından anlamlıydı. Dolayısıyla Meclis, seçtiği Halifeden üstün konumdaydı. Onu seçen, onu kaldırabilirdi de… 
Her iki önergenin okunmasının ardından TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, uzun ve ayrıntılı bir konuşma yaptı. Atatürk’ün konuşmasından sonra oturum başkanı kimseye söz vermeden her iki önergeyi de ortak komisyona (Şer’iye, Adalet ve Anayasa) gönderilmesini oya sundu ve genel kurul bunu kabul etti. Ortak komisyonda her iki önerge birleştirildi ve İkinci Grup’un önergesine yakın bir metin genel kurula gönderildi. 

Mustafa Kemal Paşa, ortak komisyondan gelen tasarının vatanın ve milletin bağımsızlığını sonsuza kadar sağlayacak bu maddelerin oy birliği ile kabul edilmesini isterken İkinci Grup liderlerinden Hüseyin Avni Bey, Türk milletinin istibdat zincirini kırdığını ve sonsuza kadar özgür ve egemen olarak yaşayacağını belirtti. Gerçekten TBMM, tasarıyı oybirliği ile kabul etti. Oy verenler arasında iki grubun dışında yer alan bağımsızlar da vardı. 

Sonuç olarak 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasına ve Vahdettin’in İngilizlere sığınmasına giden sürecin Birinci Meclis’te sadece Mustafa Kemal Paşa’nın kişisel ya da ekibinin bir girişimiyle gerçekleşmediğini, bugün Atatürk’e karşı kullanılan Dr. Rıza Nur, İkinci Grup, Hüseyin Avni Ulaş gibi muhalif unsurların da desteğiyle sağlandığının altını çizmek isterim. Bu karar, Milli Mücadele’yi başaran ve Cumhuriyeti kuran tüm vatanseverlerin ortak iradesiydi. Başta Atatürk olmak üzere hepsini sevgi ve saygıyla anıyorum. Milli Mücadele’yi TBMM’nin yürüttüğünü ve Türkiye Cumhuriyeti’ni de TBMM’nin kurduğunu hatırlatıyorum. Meclis’in eski gücüne tekrar kavuşmasını diliyorum. Diğer taraftan 17 Kasım’da İngilizlere sığınan ve bir İngiliz gemisiyle (Malaya) ülkeyi terk eden Vahdettin, Yunan hanedanı ile benzer bir kaderi paylaştı. Yunan hanedan mensuplarından Prens Andrew da bir İngiliz gemisiyle ülkeyi terk etti. Dolayısıyla İngilizci iki hanedan mensupları İngiliz gemileriyle ülkelerini terk ettiler. 

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasını milli hakimiyet ve cumhuriyet açısından değerlendirmek, bunun demokratik Türkiye’nin önünü açtığını unutmamak gerekir. Cumhuriyetten günümüze devlet başkanlığı/cumhurbaşkanlığı makamında oturanlar, Saltanat devam etseydi sıradan halk çocukları olarak o makamlara yükselemeyeceklerdi. Şüphesiz saltanatı kaldırmak 100 yıllık süreçte bizi daha demokratik kılsa da, dünya demokrasi ve refah liginde ilk sıralarda değiliz. Bunu sağlama noktasında eksikliklerin nedenini Cumhuriyetin ilk yıllarında değil, sonradan gelen yöneticilerin ve toplumun verimsizliğinde aramak ve nedenlerini sorgulamak gerekir. Dolayısıyla kabahati bizzat kendimizde aramalıyız. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye’yi her alanda dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri haline getirmek için muhtaç olduğumuz kudreti tarihimizden, Cumhuriyetin kurucu değerlerinden ve başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucu babalarından alabiliriz.    

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum