Fuat YILMAZER

Fuat YILMAZER

[email protected]

DEVLET YÖNETENLERİN BÜYÜK HATASI; DEĞİŞİMLERİ GÖREMEMEK

18 Nisan 2018 - 07:40 - Güncelleme: 18 Nisan 2018 - 19:44

                DEVLET YÖNETENLERİN BÜYÜK HATASI; DEĞİŞİMLERİ GÖREMEMEK

                Orta Doğu yine karıştı. Bölge de yaşayanlar suçlu, binlerce kilometre öteden gelenler yargıç konumunda. Beş ’in dünyadan büyük olduğunu yeniden, zorla kabul ettirmek ister gibi güç gösterisi yapıyorlar.

Bölge halkını, bölgenin devlet yöneticilerini kullanıyorlar. Ölen, sakat kalan, yurdundan yuvasında olan bölge insanı…

Bu coğrafyadaki devletleri yönetenler dünyada ve çevrelerindeki değişim ve gelişmeleri takip edemiyorlar.

Kendilerini tanımıyorlar, güvenmiyorlar ve kendilerini sevmiyorlar ki takip edebilsinler.

Binlerce kilometre uzakta yaşayanlar tarafından istismar edildiklerinin farkında bile değiller. Çıkarları için bölgeye üşüşen kan emicilerin bir kısmı bir tarafı tutuyor, onu silahlandırıp akrabasının üzerine gönderiyor, bir kısmı da diğerinin yanında yer alıp destek veriyor. Siz birbirinizi öldürün, boğazlayın bizim sizlere desteğimiz tamdır diye de garanti veriyorlar.

Silkinip uyanan yok…

Bölge devletlerinin yöneticisi ve aydınlarının değişimlerin farkında olmadığını söylemiştim. Bu tespitler çok uzak bir zamanı değil bir asırlık bir zaman diliminde olanları, Osmanlının gerileme, yıkılma dönemlerini hatırlatıyor.

Aynı sorun Türkiye’de de var. Onlar da değişim ve gelişmelerin çok geç farkında oluyorlar.

Bugün manzara böyle peki dün nasıldı ona da kısaca göz gezdirmekte yarar var.

                                                                  ***

                Değişim ve gelişmeleri görememek, okuyamamak devletlerin hayatında önem arz eden bir sorundur. Osmanlının yıkılmasında da yapılan en önemli hata da budur.

                Osmanlı Devleti 1683 Viyana bozgunundan sonra eski gücünü kaybetmeye başladı. Erişilmez, devlet pozisyonundan, dokunulmazlık zırhı delinmiş bir ülke durumuna geriledi.

                O tarihten sonra Osmanlı ekonomisin de, siyasetin de var olan zayıflama belirtileri gün yüzüne çıktı.

                Koca Osmanlı neden bu duruma düşmüştü? Cevabını sadece yetersiz padişahlara bağlamak gerçekçi olmaz. Doğru tahlilin yapılabilmesi için, iç unsurların yanında dünyadaki gelişmelere de bir göz atmak gerekir.

                O dönemde dünyada büyük değişim yaşanıyordu. Düşünce bazında başlayan değişim etnik bencilliği de ortaya çıkarıyordu. “Bireyin hürriyeti” diye ortaya çıkan ve kabul gören kavram; zihniyet ve düşünce değişimini beraberinde getirdi. Artık “ben”, “biz” kavramı geçerli olmaya başladı. Bu değişime uygun ve destekleyici olarak da 1879 yılında Fransız Devrimi gerçekleşti.

                Dünyada bu zihniyet ve düşünce değişimi yaşanırken Osmanlı hâlâ iç işleri ile meşguldü. Osmanlı Devletini yönetenler bu değişimi görmedikleri, hissetmedikleri gibi çevresinde olan biten değişikliklerden de habersiz günlerini geçiriyorlardı.

Bu duyarsızlığın, bilgisizliğin sebeplerinden biri birçok ülkede dış işleri mensubunun olmaması, olanların da kifayetsizliğidir. Zaten Dış işlerinde görevlilerin büyük bir kısmı da yabancıydı.

Ayrıca devleti yönetenlerin ufuksuz oluşlarından kaynaklı ne yapacaklarını bilememe, şaşkınlıkla içe kapanma, yaklaşan tehlikeyi içe kapanarak, adeta gözlerini kapatarak savuşturacaklarını düşünmeleridir.

Dünya içten içe kaynıyor, etnik milliyetçilik günden güne daha fazla geçerli oluyordu.

Etnik milliyetçilik fırtınası Balkanlara kadar gelmişti. Osmanlının emniyet kilidi olan Balkanlarda gün geçtikçe hızını artırdı.

Bu büyük tehlikenin farkında olan bazı görevliler merkezi uyarmaya çalışıyorlardı ama maalesef başarılı olamadılar.

Değişime ve gelişmelere karşı bir takım tedbirler alınmalıydı, ama nasıl?

Ölçüsü ne olacaktı? 

Neye göre ve nasıl değişim yapılacaktı?

Bünyedeki hastalıklarımız neydi?

Tedavi nasıl yapılmalıydı?  

Ortaya atılan teşhis ve tedavi doğru muydu?

Doğru olsa bile başkasının bünyesine uygulanan reçete bizim bünyemize iyi gelecek miydi?

Soruların cevabına bulunmadan, Avrupa’da uygulanan çare en uygun devaymış gibi kabul edip hızlı değişim hamleleri başlatıldı.

Taklidin bile yüzeyi tıraşlanmadan olduğu gibi alınıp uygulamaya konması başlı başına bir sorundu.

Batıdan şeklen alınanlar, halka anlatılıp kabulleri alınmadan sadece “okumuş”! Bir grubun kabulü ile başlatıldı

Göreceli olarak alınan alıntıların milleti rahatlatacağı, Vezir yerine bakan denmesiyle sorunların çözüleceği gibi sakat bir kanaat taşındı.

Hâlbuki ümmetten ulusa geçişin sancıları yaşanmaya başlanmıştı. Bunun farkına varılmadı.

Değişik etnik grupların bir araya getirilmesiyle kurulan imparatorluklar dönemi bitiyor ulus devlet modeli gündeme oturuyordu.

Dünyada bu değişimler yaşanırken yönetenlerimiz değişimlere kapı açmak düşüncesiyle, 1839 yılında Tanzimat Fermanı, hemen akabinde 1856 yılında da Islahat Fermanını yayınladılar. Bunlara dayanarak yabancı sermaye yatırmalarına ve yabancıya toprak satışına izin verildi.

                Ama maalesef Tanzimat ve Islahat fermanları hazırlayanlar Fransa’nın ve İngiltere’nin elçileriydi.

Burada olayın bir başka yönünü ele almadan olmaz. Çünkü yabancı devletlerin yapısını düşünürken onların inanç ve kabulleriyle, Türkün inanç ve kabullerini de göz ardı etmemeliyiz.

Türk milleti önceleri milliyeti, sonrada milliyetiyle beraber dini İslamiyet’ten dolayı diğer devletlerin yanında hep öteki oldu.

Öteki görülmesinin ana nedenlerinden biri Türk milletinin pek çok milleti yönetme başarısı gösterip, emri altında senelerce bulundurmasıdır. Onlara karşı zaferler kazanmış, pek çok mağlubiyetler tattırmıştır. Bir diğer önemli sebepte üzerinde yaşadığımız ve hâkim olduğumuz coğrafyadır.

Türk ve Müslüman aydınların belli dönemlerde dünya keşiflerini, ilim ve tekniği ellerinde bulundurma başarıları da eklenirse durum daha da netlik kazanır.

Hristiyan batı Müslüman Türk’e karşı önceleri başarı kazanamazken, Osmanlının birliğinin bozulduğu, ekonomik ve askeri gücünün zayıfladığı zamanlarda uyuyan hücreler harekete geçti. Türkün zaaflarını kullanarak yıkılmasının zeminini hazırladılar. Yıkılması, dağılması için hazırladıkları planı uygulamaya koyup son darbeyi vurmak için beklediler.

Yıkılmayı hızlandırmak adına misyonerlik çalışması da başlattılar. Yabancıları bu yola teşvik eden en önemli etmen de Türklerin yabancılara tanıdığı haddinden fazla hürriyetçi ortamdı. Askere gitmezler, ülke savunmasında görev almazlardı…

Yaptıkları; sanat öğrenirler, ticaret yaparlar, devlette görev alırlar yani ekonomiyi, ticareti, kültürü, sanat ve zanaatı ellerinde bulundururlardı.

Osmanlının asırlardır ayakta kalmasını ve herkesin saygı duymasını sağlayan güçlü yönetim, güçlü ordu, güçlü hazine ve herkesin gıpta ile baktığı tam tekmil adalet anlayışı sisteminin yıkılması da başlamış oldu.

İçerde misyonerlerin çalışması hızlanırken dışarda ise batının bir başka planı daha vardı! Osmanlıyı dış borca alıştırmak ve borç sarmalına almak...

Bu da uygulamaya konuldu ve Osmanlı içerden bankerlerden % 24 faiz ile borç alır oldu. Bu arada Kırım savaşı hazinede çok büyük delik açmıştı. Bunun neticesinde de bankerler %24 ile verdikleri borcun faizini % 60 lara çıkardılar. Bu kargaşa içinde Osmanlı yönetimi  koruyamayacağını düşündüğü Mısır ve Kıbrıs ı İngiliz ve Fransızlara verdiler.

Emperyalistler bu kadar mesafe kat ettikten sonra yapacakları bir şey kalıyordu; O ülkeyi işgal etmek.

 Artık Osmanlı Devletinin suyu ısınmaya başlamıştı. Çanakkale, 1. Cihan Harbi ve arkasından Türk’ün değerli evladı Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıyla Kurtuluş Savaşı yılları yaşandı. On binlerce Türk evladı vatan millet için şehit düştü. vatan kurtuldu ve Türk Devletlerinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.

Atatürk’ün ölümünden sonra dünyadaki gelişmeleri iyi okuyamayan, tedbirler alamayan, Türk’ün donanımlarıyla Türk insanını donatmayanlar yüzünden yeniden tehlike başladı.

İçimizdeki yabancı hayranlığı yeniden depreşti, büyüdü gelişti. Bu hayranlığı arasına yeni bir hayranlık katıldı. Komünizm… Rusya’da başlatılan Komünist sistemi Türkiye’de de kabul ettirmek isteyenler tarafından ülke gençliğinin bir kısmı aldatıldı.

Ülkesinin, milletinin tarihine düşman gençler yetişmeye başladı. Destekçileri çoktu. Siyasiler, bürokratlar, hele kendilerini aydın sayan “beyni kiralıklar” bunları şişirerek sahaya sürmeye başladı.

Böyle bir dönmede Türk Milliyetçileri ortaya çıktı. Nihal Atsız ve içlerinde Alparslan Türkeş’ in de bulunduğu arkadaşlarınca bayrak açıldı.     

Türk milleti yeni bir badireyi bu milletin kahraman evlatları ülkücülerin kanı ve canıyla verdiği mücadeleyle atlattı.

                                                   

Son zamanlarda yine büyük riskler altındayız, inşallah bu sıkıntılar daha ileriye taşınmadan, fazlaca zarar vermeden atlatırız.

                                                               ***

Osmanlının son döneminde olduğu gibi,  dünyadaki ve ülkesindeki gelişme ve değişimleri takip edemeyen ufku olmayan zihniyetinin kısa aralıklarla tekrarlanması da bizim açımızdan endişe vericidir.

Bu risklerle her zaman karşılaşmamak için Türk İslam kültürünün, birbirimiz sevmenin, kendimize güvenmenin nesillerimizin beynine kalbine nakşedilmesi elzemdir.

Öyle ise bu gibi tehlikelere tekrara ve sık karşılamamak için neler yapılabilir?

Milletin bireyleri milletin şuur ve gururu ile yetiştirme şartları ve ortamı hazırlanabilir.

Milli eğitim başta olmak üzer diğer kurum ve kuruluşlarımız da öze dönüş sağlanr.

Sorgulayan, araştıran demokrat ve hukukun bütün normlarını içine sindirmiş nesillerin yetişmesi için gereken yapılabilir.

Devleti yönetenler kendi çıkarlarını düşünmek gibi ahlaki ve iman özelliklerini zayıflatıp haramla uğraşmamalıdır.

Devleti yönetenler ferasetli ve dirayetli olmalıdır. Böyle olunursa sonuç devlet ve millet açısından olumlu olur.

Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeleri okuyamayan, takip edemeyen, yorumlayamayan, kendi şartlarıyla kıyaslamasını yapamayanlar yönetici konumunda olursa sonuç hiç de parlak olmaz.

Yönetenlerimizin bu gerçekleri önceden tahmin edip görmesi, devleti ve milleti hazır hale getirmesi dileği ile…

 

 

 

 

 

Yararlanılan Kaynaklar.

  1. Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN – Türk Ulus Devlet Kimliği
  2. A. De LAMARTİNE- Sonun Başlangıcı
  3. İzzettin İYİGÜN- Yanıldık Uyandık Başardık Ya Sonrası
  4. Sinan MEYDAN- Yüzyılın Kitabı