Reklam
Reklam
Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

[email protected]

TÜRK DİL BAYRAMI

26 Eylül 2025 - 20:51

TÜRK DİL BAYRAMI

 

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

 

26 Eylül 2025 “Türk Dil Bayramı”nın 93. yıldönümü…

Dil mi kaldı ki bayramı olsun, diyeceksiniz. Haklısınız. Sosyal medyaya bakıyorum, Whats App mesajlarını inceliyorum, çoğu İngilizce karakterle yazılmış, imla kurallarının olmadığı, kafasına vurup gözü çıkarılan kelime ve cümleler. “Yani yani”, “Aynen aynen” kelimeleriyle konuşup anlaşmaya çalışan yığınlar… Sahi, bu hale gelmiş/getirilmiş bir dilin bayramı olur mu? Olur, dostalar olur. Biz “başbakan”ımızı idam eder sonra “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı” yaparız. 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbe girişiminde bulunur, millet devleti sokaktan toplar, her yıl 15 Temmuz’u “Demokrasi ve Millî Birlik Günü” olarak kutlarız. Biz böyleyiz işte… Ama buna rağmen “Türk Dil Bayramı”nın 93. yıldönümü münasebetiyle dil maceramızı kısaca hatırlamak sanırım faydadan hâlî olmayacaktır.

Türkçenin Başına Gelenler

Millet olarak üç defa alfabe değişikliği yapmışız. Her alfabe değişikliği yeni bir hafıza kaybı demek olduğuna göre Türk dili, dolayısıyla da biz Anadolu Türkleri bir bakıma üç defa hafızamızı sıfırlayıp tekrar işe başlamış olduk.

Diğer taraftan millet olarak İslâm’ı kabul ettikten sonra dilimiz; biri Kur’ân dili Arapça, diğeri edebiyat dili Farsça olmak üzere iki güçlü dille yarışmak zorunda kaldı.

Kaşgarlı Mahmut’un (11. yüzyıl) bu yarışta “Türk diliyle Arap dilinin at başı yürüdüklerini” belirterek yazdığı ölümsüz eseri “Dîvânü Lügâti’t-Türk” bile maalesef 800 yıl nisyan karanlığında yolculuk yaptıktan sonra nihayet 20. yüzyıl başlarında İstanbul’da Ali Emirî tarafından bir tesadüf sonucu kaybolup gitmekten kurtarılmıştır. 

Türkçenin gazilerinden Ali Şîr Nevâî de (15. yüzyıl) “Muhâkemetü’l-Lügateyn” adlı eserinde Türkçe ile Farsçayı karşılaştırarak, söz ve ibare bakımından Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu söyler. Fakat buna rağmen 13 ve 14. asırda nispeten sade bir dille başlayan Anadolu’da Türk edebiyatı, bilhassa 15 ve 16. yüzyılda Arapça-Farsça kelimelerin istilasına uğramış ve 17. yüzyıl sonlarına doğru şair Nâbî:

“Ey şi‘r meyânında satan lafz-ı garîbi,

 Dîvân-ı gazel nüsha-i kâmûs değildir.”

demek zorunda kalmıştır.

18. yüzyıldan itibaren başlayan mahallîleşme akımının etkisiyle 20. asır başlarında Ömer Seyfeddin, Ali Canip ve Ziya Gökalp öncülüğünde sadeleşen Türkçe, üzülerek belirtelim ki 1930’lardan sonra uydurmacılık illetine yakalanarak 1980’lere kadar büyük yaralar almıştır. 

Çektiği bu çileler yetmemiş gibi Türk dili 1980 sonrasında da İngilizce istilasına uğrar. Maalesef, insanlar içinde bulundukları ortamın aksaklıklarını fark edemiyorlar. Geriye dönüp bakıldığında 15 ve 16. asırlarda Arapça-Farsça kelime ve terkiplerin Türkçe üzerindeki etkisi çok rahat görülebiliyor. Ancak aynı gözler bugün Türk dilinin İngilizce karşısındaki acı durumunu göremiyor. Hâlbuki 17. asra girerken Türkçede Arapça-Farsça tesiri ne ise bugün İngilizce tesiri de odur. Dahası, o gün hiç olmazsa Türkçe ile ilim yapılamayacağı kanaati bari yoktu. Bugün değil ilim adamları, veliler bile Türkçe ile ilim yapılamayacağı, ilim tahsil etmek isteyenlerin muhakkak İngilizce öğrenmesi gerektiği inancında. Esasen pek de haksız sayılmazlar. Zira özellikle Fen ve Sağlık Bilimleri dallarında yapılan “doktora” çalışmalarını inceleyin, kullanılan İngilizce kelime oranının % 80’i geçmiş olduğunu göreceksiniz.

Köylü Mehmet Amca, “Bu ilaçların reçetelerini niye bizim anlayacağımız dille yazmıyorlar acaba” derken haksız mı? 

Bu arada şunu da belirtelim ki bugün ne milletin, ne devletin ne de fertlerin dil diye bir derdi, bir endişesi yok. 

İşte dilimiz, işte halimiz. Bu şartlarda “Dil Bayramı” kutlanır mı bilmem? Takdir sizin…

 

ACZİMİN GİRYESİ:

Unutmayalım ki dilini yitiren milliyetini de yitirir,

Gün gelir, varlığını, birliğini ve dirliğini de bitirir.

                                                        (Li-müellifihî)      

        

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum