EĞİTİMDE BAŞARISIZLIĞIN SEBEPLERİ ÜZERİNE
Prof. Dr. Ahmet SEVGİ
Eğitim alanında başarısız olduğumuzu 7’den 70’e bilmeyen yok. Her sene eğitim-öğretim yılı açılışlarında en tepedekiler de bunu itiraf ediyorlar. Lakin başarısızlığın nedenleri üzerinde hiç durulmuyor. Biz, eğitimdeki başarısızlığın birkaç sebebini bugün sizlerle paylaşmak istiyoruz. Sanmıyorum ama körün taşı misali belki yetkililerden gören, duyan olur ve tedbir alınır.
4+4+4
Eğitimin temelini ilk sarsan 4+4+4 sistemi olmuştur. Bu sistemle istekli isteksiz herkes okumaya zorlanmış, okumak isteyenlerle okumak istemeyenler aynı sınıfa doldurularak parlak zekâlar köreltilmiştir. Eğitimcilerin çok iyi bildiği üzere öğretmen sınıfta dersi, bilgili ve çalışkanlara göre değil, tembellere göre anlatır, anlatmak zorundadır. Çarpım tablosunu bilmeyenlerin ağırlıkta olduğu bir sınıfta öğretmen dört işlem konusuna geçebilir mi?
Diğer taraftan 4+4+4 sistemiyle birlikte ortaöğretimin mecburi olması hem veliler hem de sanayi esnafı açısından birtakım sıkıntılara yol açmıştır. Sanayici çırak bulamamış, üretim aksamış; aileler de çocuklarının yardımından mahrum kaldıkları için peyderpey tarım ve hayvancılığı bırakmak zorunda kalmışlardır. Bugünkü pahalılık durup dururken ortaya çıkmadı her hâlde.
Gelinen noktada diplomalı bir işsizler ordusuyla karşı karşıyayız. Bu gençler artık -haklı olarak- ne sanayide, ne tarlada çalışabilir, ne de çobanlık yapabilir. Hâlbuki boğaz çalışıyor, yemek ister, içmek ister. Susuz değirmen nasıl dönecek?
Aç insanlar her türlü kötülüğü yapabilir. Dolayısıyla, göz göre göre işlenen cinayetlerin ve akıl almaz sahtekârlıkların temelinde biraz da bu yanlış eğitim sisteminin yattığı muhakkak.
Çözüm
Çözüm basit, 4+4+4 sisteminden vaz geçilerek hiç olmazsa lise eğitimi mecburi olmaktan çıkarılmalıdır. Hatanın neresinden dönülse kârdır, demiş atalar.
Okumanın Yaşı
“Rektörlüğünü yaptığı üniversiteye öğrenci olarak kaydını yaptırdı.”, “70 yaşında üniversiteli oldu.”, “Anne ile kızı üniversitede aynı sıraya oturdular.”, “35 yaş üstü kontenjandan yararlanan kadınlar üniversiteli oldular…” Bu ve benzeri haberleri gazetelerde okumuş yahut televizyon haberlerinde dinlemişsinizdir. “Ee, ne var bunda? Okumanın yaşı yok, okuyandan zarar gelmez, tek okusunlar” diyeceksiniz. Lakin kazın ayağı öyle değil. Öğretmen sadece bilgi aktaran bir robot değildir. Yerine göre sınıfta espri yapar, nasihat eder, hikâye anlatır; tembelleri tekdir, çalışkanları takdir eder. Sınıfta ortalama yaşın üstünde öğrencilerin bulunduğunu, hele hele daha önce karşısında el pençe divan durduğunuz rektörün olduğunu düşünün, yukarıda sıraladığımız espri yapma, nasihat etme, hikâye anlatma vb. öğretmenliğin ve eğitimin gereklerini rahatça yapabilecek misiniz? Tabii ki yapamazsınız, bu da eğitimin kalitesini düşürür.
Biliyorum, “Sen ne yapacaksın espriyi, hikâyesi, nasihati? İşini yap, dersini anlat çık” denilecek. Ama eğitim bu değil. Yetkililerin bilmediği, anlamadığı da işin bu yönüdür. Eğer eğitim-öğretim sadece bilgi aktarmaktan ibaret olsaydı, en bilgili hocaları toplar, TRT’den onlayın yayın yapar; okuldu, öğretmendi, bağıştı, temizlikti, bir öğün yemekti dertlerinden de kurtulmuş olurduk.
Demem o ki öğrenmenin yaşı olmayabilir ama okumanın yaşı vardır, olmalıdır da. Birtakım ideolojik beklentilerle genç-yaşlı demeden herkesi bir sınıfa toplayarak eğitimden başarı beklemek abesle iştigaldir.
Nicelik mi nitelik mi?
Eğitimdeki başarısızlığın sebeplerinden biri de niteliğe değil, niceliğe önem verilmesidir. Türkiye’de 200’ün üzerinde üniversite var. Her ile bir üniversite sloganıyla yola çıkıldı, her ilçeye bir üniversiteye doğru gidiliyor. Her vilayete, her kazaya bir üniversite derken de öncelik bilim değil, ekonomik beklenti olmaktadır. Maalesef birçok üniversitede yeterli akademik personel bulunmamakta ve öğrenciler üniversiteli oluyorum diye sevinirken karşısında ilk defa (mecburen) derse giren genç asistanları görünce hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Sözün kısası, önce akademik eleman yetiştirilip sonra üniversite açmak gerekirken üniversite açıp -yük yolda düzelir hesabı- sonra eleman bulma yoluna gitmek, ister istemez eğitimin kalitesini düşürmüştür.
Tabela üniversitelerini kapatarak, bana nicelik değil, nitelik gerekir diyecek bir anlayış gelmedikçe eğitimde irtifa kaybetmeye devam edeceğimiz açıktır.
Test Sistemi
Türkiye’de gerek ortaöğretimde olsun, gerekse yükseköğretimde, eğitim-öğretimi yozlaştıran bir başka faktör de test sistemidir. Ortaöğretimdeki bir öğrencinin tek gayesi üniversiteye girebilmek oluyor. Bunun da test çözmekle mümkün olacağı zihinlere kazınıyor. İlkokul birinci sınıftan itibaren test, test, test… Üniversiteye gelen çocukta bakıyorsunuz ne anlama yeteneği var ne de düşünme. Çünkü test kafaya değil, göze hitap eder. Bir başka ifadeyle test ortaya bir şey koymaz, ortaya konulanı ölçüp değerlendirmeyi hedef alır. Balık tutmayı öğretmek yerine, kendisine bağışlanan dört balıktan hangisinin daha taze olduğunu anlamaya ve diğerlerini çöpe atmaya dönük bir eğitim anlayışından başarı beklemek hayâl-i muhaldir.
Hulasa; bugünkü eğitim anlayışı ile muasır medeniyet seviyesine ulaşmamız mümkün değildir. Dolayısıyla, ideolojik tercihlerden uzak, akıl ve ilmin rehberliğinde okuma, anlama ve düşünme odaklı yeni bir sisteme geçmemiz lazım. Bunun yolu da herkesi üniversite mezunu yapma sevdasından vaz geçerek niceliğe değil, niteliğe yönelmekten geçer. “Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”…
ACZİMİN GİRYESİ:
Eğitimsiz öğretim, öğretimsiz eğitim olmaz, bunu bilin,
Öğretirken eğiten, eğitirken öğreten yeni bir yol bulun.
(Limüellifihî)




FACEBOOK YORUMLAR