Reklam
Reklam
Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

[email protected]

BİZDE SOSYAL TENKİT

14 Ağustos 2025 - 09:16

BİZDE SOSYAL TENKİT

 

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Bizde eskiden beri sosyal tenkit yok. Sadece bizde mi? Bütün şark dünyasında yok sosyal tenkit. Eski eserlerimize bakın, şairlerin divanlarını inceleyin “methiye”lerle dolu. Padişahları, devlet büyüklerini tenkit eden, sosyal yaralara parmak basan kaç kalem erbabı çıkar? Çünkü düzen, öveni mükâfatlandırma, eleştireni cezalandırma üzerine kurulmuştur. Bugün de öyle değil mi?

Şirazlı Sâdî (ö. 1292) ölümsüz eseri “Gülistan”da bu konuda “olan”ın ve “olması gereken”in çok güzel bir fotoğrafını çekmiştir. Özet olarak sunuyoruz.

Olması Gereken

Bir derviş yol kenarında otururken önünden padişah ve vezir geçer. Dervişin ayağa kalkıp onlara saygı göstermediğini gören padişah:

“Bu dervişler taifesi insanlık nedir bilmezler” diye homurdanır. “Ağanın malı gider, uşağın canı” hesabı vezir:

“Yeryüzünün padişahı önünden geçti, niye saygı göstermiyorsun?” diye dervişe çıkışınca derviş:

“Padişaha söyle, kim kendisinden nimet umuyorsa saygıyı ondan beklesin. Padişahlar, halkın korunması için vardır, halk ona boyun eğsin diye değil. Padişah halkın koruyucusudur. Koyun çoban için değildir. Çoban, koyunun hizmeti içindir.” der.

Padişah, dervişin bu sözlerini beğenir ve: 

“Benden bir şey iste” der.

Derviş:

“Bir daha beni rahatsız etme” deyince, padişah:

“O halde bana bir öğüt ver” der.

 Dervişin öğüdü şudur:

“Unutma, bu devlet de, bu saltanat da elden ele geçip gidecektir.” (Bkz. Sâdî; Gülistan, Çeviren: Hikmet İlaydın, MEB Yayınları, İst. 2001, s. 65-66.)

Şeyh Sâdî, yöneticilerle halk arasındaki sosyal ilişkilerin nasıl olması gerektiğine işaret ettikten sonra olanın/realitenin ne olduğunu da bir kıt‘asında şöyle ifade eder:

“Hılâf-ı re’y-i sultân re’y custen

 Be-hûn-ı hîş bâşed dest şusten

 Eger hod rûz-râ gûyed şeb-est în

 Be-bâyed guft înek mâh u pervîn.”

 (Padişahın sözüne aykırı bir fikir aramak, kişinin kendi kanıyla elini yıkaması olur. Padişah “gündüz”e, “bu gecedir” derse, doğru, “işte ay, işte Ülker” demek lazım.) [Bkz. Mehmet Sait Efendi; Gülistan-Mülistan, İst. 1271, s. 51.]

Padişahın “yanlış”ına “yanlış” demenin insanın canına mal olduğu bir yönetim anlayışının hâkimiyeti altında fikir üretmek, keşif yapmak, doğruları söylemek mümkün mü?

Maalesef ülkemizde asırlarca bu anlayış hüküm sürmüş, farklı görüş beyan edenler incir çekirdeğini doldurmayan isnatlarla canından edilmiştir. 

Sözü uzatmamak için sadece bir örnekle yetineceğim:

Kanuni Sultan Süleyman’ın meşhur veziri İbrahim Paşa (ö. 1536), Budin’den bir heykel getirterek Atmeydanı’na diktirir. Bunun üzerine şair Figânî  (ö. 1532) şu beyti söyler:

“Dü-İbrahim âmed be-dâr-ı cihân,

 Yekî büt-şiken şod yekî büt-nişân”

(Dünyaya iki İbrahim geldi. Birisi put kırdı, öteki put dikti.)

Bu beytin bedeli ne mi oldu? Elbette kendi kanıyla elini yıkamak oldu. Yani Figânî bu sözünden dolayı idam edildi.

Tanzimat sonrasında özel gazetelerin çıkmaya başlamasına paralel olarak bizde sosyal tenkit de görülmeye başlar. Şinâsî’nin (ö. 1871) Reşit Paşa (ö. 1858) için “Bildirir haddini sultâna senin kânunun” diyebilmiş olması önemli bir merhaledir. Ancak, Şinâsî’nin daha sonra Paris’e kaçmak zorunda kaldığını da belirtelim. Aynı yıllarda hürriyet şairimiz Namık Kemâl (ö. 1888) de düşüncelerini yaymak için “Hürriyet”i Londra’da çıkarmak mecburiyetinde kalmıştır.

Günümüzde olup bitenlere zaten sizler şahitsiniz. Haber yapan gazetecilerin, fikrini beyan eden ilim adamlarının, rakip görülen siyasilerin hapse atıldığı bir ortamda fikrî ve siyasî bir gelişme olur mu? 

 

ACZİMİN GİRYESİ:

Fikir  üretimi  bir  atmosfer  işidir,  hürriyet  ister,

Otoriter rejimlerde hiç keşif ve icat var mı, göster?

                                                         (Li-müellifihî)  

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum