Namrun Yaylası’nda her yaz altına oturup kitap okuduğum, yazı yazıp kuş sesleri dinlediğim bir elma ağacı var. Kimi geceler yanında durup yıldızları da izliyorum hava berrak olduğunda. Önü sıra serpilen kızılcıkların ateş böcekleri gibi kızarışını da izliyorum onun altında. Sıcak biraz artıp da hava bastırdığında birden tepesinde bir kımıldanma başlıyor. Sanki yukarıdan, Bolkarlar’dan döne döne inen rüzgar kümeciklerini hissedip buraya davet ediyor ağaç. O an başımı kaldırıyorum, tepede güneş şen. Anlık kopan esintiyle dansını gülümsetiyor güneş. Bir kez daha elma ağacına teşekkür ediyorum. Onu duygulu ve duyarlı buluyorum. Çocukluğum elma bahçelerinin arasında geçti. Bir çırpıda onca elma ismini hatta hastalıklarını bile sayabilirim. Namrun’daki ağaca düşkünlüğüm meyveyle ilgili değil. Zaten cins bir ağaç hiç değil. Yaz elması dedikleri, rengi temiz sarı beyazından çizgili al yanak kırmızısına doğru evrilen tadı ise otantik, kendisine has biraz tatlımsı yavan. Fakat gevrekliği dimağ okşayan türden.
Bu yaz Namrun Yaylası’ndaki elma ağacıyla yine buluştuk. Üç beş gün aşağıda, Akdenizin tuzlu suyunda, yıl boyu bedenin tünelinde birikmiş yorgunlukları, gerginlikleri temizledik. Bir su beşiği gibi tenin huyunu yumuşatan Akdeniz, şimdi aşağılarda kaldı. Sıcak da öyle. Arada bir yayılan sisler burada ağaçların arasında bir ruh perdesi varmışçasına nazlı casusluklar ettiler bize. Sis dediğin dövülmüş, inceltilmiş, kavut haline sokulmuş sudur sonunda. Beni sabah yürüyüşlerinde oyunbaz sinelerine çeken asırlık meşelere saygı duruşumu esirgemedim elbette. Fakat benim mavera/ mağaram bu elma ağacı. Kaç yazı yazdım gölgesinde nice kitap okudum. Onca kalbimi buran hesabı sakince dürüp toprağa gömdüm. Arada bir meczupluğum tuttu ona sırımsı sözler fısıldadım. Benimki hiç sesini çıkarmadı. Dalından eğilip ne oluyor diye bile bakmadı. Meraktan ar damarı şerha olup yarılmadı.
Her yaz birbirine benzemez ya ben şunca yıllık ömrümde hiç böylesini görmedim. Sokağın, kentlerin, politik çenelerin, dünya baş kötülerinin, insanlık katillerinin, her şeyi bilir mutlakların tekrarı yine vardı. Ancak şimdiki yaz alabildiğine meyvesiz geçiyor ve bu mevsimde meyve yoksa neşe de eksik demektir. Haziran başında kirazla, erikle başlardı yazın şenliği. Arkasından vişneden kayısıya, şeftaliden armuta, üzümden karpuza hasılı toprağın şiiri köpürdükçe yaz genişler bir otağ yüksekliği kazanırdı. Bahar ayında ülke genelinde yaşanan don hadisesi boynu vurulmadık meyve çiçeği, çağlası, burnu komadı. Bu afetten kurtulup da gururla pazara çıkanın da yanına yaklaşılamadı. Türkiye çapında tane ile meyve seçme alışkanlığı ilk kez bu denli makuliyet hükmüne büründü. Karpuzun cankurtaranlığı olmasaydı her sofrada bir hüzün ki demeyin gitsin. Umulur ki üzüm kapatır bu yas havasını. Ağustos ve Eylül onun cülusu olur.
Bu afetten bizim ağacın da gövdesi dalı, çiçeği tomurcuğu nasibini almış. Onca genç yaprak arasında bir tek elma bile bulmak mümkün olmadı. Dibe dökülmüş erken yapraklar saklı hüzünle boyun eğmişler. Fakat ben hiç mi hiç oralı olmadım. Elma ağacına koştum. Selam verdim. Dibine oturdum. Bu yazı dahil yazılarıma gönüldüm. Kitap sayfalarında kayboldum. Huyu hiç değişmeyen saldırgan at sineklerinden çıplak bacaklarımı korumaya çalıştım. Önümde yine uzanan fakat geçen yılki gururlarından uzak kızılcıklara baktım uzun uzun. Onlar da paylarına düşen gömleği giymişler. Şurada, biraz ileride iç göbeğinden kararıp ballanan bir armut vardı onu bile saklanır gördüm. Cevizler desen nadasa kalmış toprak misali içe kapanmışlar. Bir yaz ki gelecekte hep hatırlanacak huysuzlukta.
Niye meyveli ağacı taşlarlar sözünü söylemişler tam emin değilim. Fakat bu uğursuz, meyvesiz yazı taşlamanın tam zamanı. Onun da bu halden memnun olmadığını bilerek, kolunu kanadını kırmış uğursuzluğu kenara çekmeli. Çünkü meyvesiz hiçbir canlı varlığın, zamanın bile neşesi kalmıyor. Malatya kayısıyla dinç uyanabiliyor uykudan. Amasya elma, Manisa üzüm, Mersin dediğin her tür erik. Akşehir kiraza durunca kaftanını giyiyor. Aydın incirle efe. Şeftali bursanın fermanı. Onca şehir onca belde meyvesiz mevta evi. Metvesi sadece bir idare merkezi. Tabela bilgisi. Umutlar ağır yorganlar misali dürülüp kaldırılmış çoktan.
Şimdi ne yapmalı? Olup biteni kalbe bastırdıktan sonra aklı bilgiyi, kaderi nasibi iyice tartıp gözden geçirilmeli. Tedbir gerekliyse alınmalı. Umudu soğuk su yapıp yüze vurmalı. Ben de biraz sağa yan yatmış hissettiğim elma ağacına telkinler yaptım. Dibinde ilkel bir ayin yaparcasına mırıldandım; Üzülme, bir kez meyveye duran ağaç ömür boyu sevilmeyi hak eder. Seneye tekrar kavuşursak seni eskisi gibi görmeyi isterim. Olur da bahar kırıcı geçerse öteki bahar bizim sayılır. Sen her hal ve şartta güzelsin.




FACEBOOK YORUMLAR