Reklam
Reklam
Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

[email protected]

YAHYAK EMÂL'İN "EDEBİYATA DÂİR"

31 Ekim 2025 - 09:12 - Güncelleme: 31 Ekim 2025 - 10:03

YAHYAK EMÂL’İN “EDEBİYATA DÂİR” ADLI ESERİNDEN

ŞİİRLE İLGİLİ ALTI ÇİZİLİ SATIRLAR

 

Prof. Dr. Ahmet SEVGİ

Bugünkü orta öğretim talebeleri test çözmekten başlarını kaldıramıyorlarsa da dün her liseli gencin okumaya, yazmaya, özellikle de şiire karşı bir ilgisi vardı, hatta öyle veya böyle şiir yazardı. Dolayısıyla, biz de gençliğimizde şiirle meşgul olmuştuk. Yahya Kemâl’in (ö. 1 Kasım 1958)  1975 yılında alıp okuduğum “Edebiyatı Dâir” (Baha Matbaası, İst. 1971) adlı kitabını dün incelerken şiirle ilgili altı çizili satırları görünce elli yıl öncesini hatırladım. O günkü şartlarda öğrencilere okuma zevkinin nasıl kazandırılmış olduğunu düşündüm.

Eğitimi; proje okullarına öğrenci sokma çabası yahut öğrencilerin üniversitelere girebilmelerini sağlayacak bir faaliyet sanan öğretmen ve velilere, bunun böyle olmadığını hissettirebilir miyiz düşüncesiyle söz konusu ettiğimiz altı çizili satırları sizlerle paylaşmak istedim. Yanlış anlaşılmasın, işaret etmeye çalıştığım gibi, derdimiz şiir dersi vermek değil, versek de kimsenin dinlemeyeceğini biliyoruz. Derdimiz, eğitimin testten, üniversiteye hazırlık etkinliğinden ibaret olmadığını, esas eğitimin okumak, yazmak, düşünmek ve tartışmak olduğunu vurgulamaktır.

 

Şiirle İlgili Altı Çizili Satırlar

 

1- Bir sedefin içinde okyanusun bütün uğultusu hissedildiği gibi, Türkçeyi ifade etmeyi deruhte eden sanatkârın kalbinde de bütün şiirimiz öyle uğuldamalıdır. (s. 10)

2- Klasik şiirin yıkıldığından beri şiiri, bin kişi bin türlü tarif ediyor. Âlimler, şarlatanlar ve gerçek şairler diye bütün tarif edenleri üç kola ayırabilirsiniz. Âlimler derler ki “Şiiri yalnız ilim tarif edebilir, balık suyu ne kadar idrak edemezse şair de şiirin ne olduğunu o kadar bilemez; bu bahis ilme aittir.”

Âlimlerden sonra ikinci bir sınıf gelir. Bunlar ortaya bir şiir nazariyesi koyan, kendi görüşünü yegâne doğru görüş gibi gösteren, ortalığı bir müddet efsunlayan takımdır. Şiirin yeni bir tarifini ortaya atarak bir cemaate baş olmak isteyen böyleleri, hakikaten etraflarında bir cemaat de bulurlar ve şiir tarihine, sahte bir biletle girebilirler. (s. 22-23) 

3- Bizim şiirimizde ilk defa içtimâî müddeâda bulunan Tevfik Fikret, hayli zehirli ithamcılardan olduğu halde, asıl şiire tarizde bulunmamıştı. Lakin ondan sonra, İslâm akaidinin mutaassıpları ve komünist Nazım Hikmet, asıl şiir taraftarlarına kaç defa hücum ettiler. (s. 26)

4- Bir içtimâî müddeânın muzaffer olduğu zamanda, yani bir ihtilâl devresinde, şiir asla yükselememiş ve çok kere ortadan kaybolmuştur. Eski, orta ve yeni asırların hiçbirinde, hiçbir ihtilâlde bu kaide şaşmayarak tecelli edivermiştir. Fiil ve hareket şiddetli iken şiirin olmayacağını söyleyenler ve bu hâdiseyi bu hükümleriyle izah edenlerin gözlerinden bir şey kaçıyor. İhtilâl devrelerinde “müddeâ” her şey gibi şiiri de münhasıran bir silah addettiği için ve kendi mahiyetinden çıkardığı için şiir kayboluyor, demek daha doğrudur.  (s. 28-29) 

5- Hakikat budur ki milletimizin şiirde kuvvetli bir istidadı vardı. Şiirimiz, milletimizin Anadolu’daki teşekkülüyle beraber başlar, o kadar eskidir. Şiirimizin gerçi hiç bir zaman ufukları çok geniş olmadı. Bunun sebebi ise öteden beri devletçi bir millet olmamızdır. İlimde olduğu gibi şiirde de mürşidimiz olan milletlerin çizmiş olduğu daireden çıkamadık. (s. 31)

6- Şiir kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir. Hissin birden bire lisan oluşu ve lisan halinde kalışıdır. Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifade edişimiz şiir değildir.

Şiir duygusunu lisan haline getirinceye kadar yoğurmak ve en çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki mısra güya hissin ta kendisi imiş gibi okuyucuya bir vehim vermek… İşte bunu özlüyorum. (s. 48)

7- Elli sene evvelki zariflerden Âlî Bey’in dediği gibi “Şiir darası alınmış bir sözdür.” (s. 267)

8- Bir naaş nasıl yavaş yavaş solar, çürür, lime lime olur, bir kemik çerçevesi kalırsa Türk şiirinin de öyle, önce ruhu çekildi, sonra yavaş yavaş lisanı çürüdü, vezni bozuldu, ahengi çetrefilleşti. Nihayet kuru bir iskelet kaldı. Senelerdir en usta sanatkârlar bu iskeleti diriltemiyor. İnkıraz devirlerinin başlıca fârikasıdır, bir edebiyat ölürse lügat, vezin, sarf, nahiv hevesleri ortalığı sarar, edebî nazariyeler kaynaşır, yenilik bir iptilâ olur, şiirin kendi ölür binlerce şair ürer; tıpkı bir naaş, ruhu olduğu zaman bir vücutken, çürüdükten sonra bir kurt mahşeri kesildiği gibi. (s. 51) 

**

Az önce şiir dersi verme niyetinde olmadığımızı söylemişsek de keşke bahusus makam-mevki sahiplerine şiir dersi verilebilse. Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle “Kendi ruhunda bir şiir, bir tiyatro, bir roman veya bir kitabın büyüleyici tesirini hissetmemiş bir insan” bakan olsa ne yazar, cumhurbaşkanı olsa ne yazar. 

 

ACZİMİN GİRYESİ:  

Gerçek eğitim; okumak, yazmak, düşünmek, tartışmak demektir,

Okuyan,   yazan,   düşünen  yoksa,   çekilen   beyhude   emektir. 

                                                                                (Li-müellifihî)   

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum