TENKİT VE TERAKKÎ
Prof. Dr. Ahmet SEVGİ
Tenkidin olmadığı yerde terakki olmaz. Tenkit, özellikle yöneticiler için vazgeçilmez bir dayanaktır. “Akıl akıldan üstündür” demiş atalarımız. Sizin düşünemediğinizi pek âlâ bir başkası düşünebilir. “Her şeyi en iyi ben bilirim” demekten daha büyük cahillik olur mu? Şair ne güzel ifade etmiş:
“Akla mağrur olma Eflâtûn-ı vakt olsan dahi”
(Nef‘î)
Klasik Türk Edebiyatında “Eflatun”, aklı temsil ettiğine göre Nef‘î (ö.1635), zamanın en akıllısı olsan bile aklına mağrur olma yani bir bakıma “Ene ferîdün ve ene hayrunminhü= Ben tekim ve benden daha değerli, daha akıllı kimse yoktur” deme, diyor ki yerden göğe kadar haklıdır.
Maalesef şark dünyası genellikle otokrasi (mutlakıyet) ile yönetildiği için her zaman hükümdar en akıllı kabul edilmiş dolayısıyla, onu kimse tenkit etmeye cesaret edememiş hatta padişahın apaçık ahmaklıklarında bile keramet aranmıştır.
Doğu edebiyatının en büyük temsilcilerinden biri olan Sâdî (ö. 1292) ölümsüz eseri “Gülistan”da bakın ne diyor:
Eger hod rûz-râ gûyed şeb-est în
Be-bâyed guft înek mâh u pervîn”
(Padişah “gündüz”e, “bu gecedir” derse, doğru, “işte ay, işte Ülker” demek lazım.)
Eğer böyle demez de, padişahım bu gündüzdür, işte “güneş”, “gündüz”e nasıl gece dersiniz, demeye kalkarsanız yani padişahı tenkit ederseniz akıbetiniz ne olur biliyor musunuz?
Cevabı yine Sâdî veriyor:
“Hılâf-ı re’y-i sultân re’y custen
Be-hûn-ı hîş bâşed dest şusten”
(Padişahın sözüne aykırı bir fikir aramak, kişinin kendi kanıyla elini yıkaması olur.)
Şarkın bir parçası olarak bizde de durum farklı olmayacaktır elbet. Klasik edebiyatımızı inceleyin, methiyelerle dolu. Kazara, birisi çıkıp -padişahtan geçtik- sosyal hayatı tenkit etme cesaretini göstermiş olsa bile adını gizlemek zorunda kalacaktır. Çünkü o, basit bir tenkit yüzünden başına neler geleceğini bilir.
Bir Örnek
Mesela Veysî’nin (ö. 1628):
“Eyâ ey kavm-i İslâmbol bilin tahkîk olun âgâh
Erişir nâgehân bir gün size hışm ile kahru’llâh”
(Ey İstanbul halkı, uyanın, bir gün ansızın Allah’ın kahrına uğrarsınız.)
matla‘lı kasidesinden birkaç beyit ele alalım.
Veysî 52 beyitlik bu kasidesinde, özellikle İstanbul halkına seslenerek der ki:
“Yapıp dünyâ evin, virân edersiz hâne-i dîni
Ne Fir‘avn yapdı ne Şeddâd binâlar bu şekil bi’llâh”
(Dünya evini yapar, din evini viran edersiniz, böyle görkemli binaları ne Firavun yaptı, ne de Şeddat.)
.....
“Ne şer‘u’llâha tâbi‘siz ne hod kânûna kâ’ilsiz
Cihânı dürlü bid‘atla fesâda verdiniz bi’llâh
(Ne Allah’ın şeriatına uyarsınız ne kanuna. Türlü bid‘atlarla dünyayı fesada verdiniz.)
.....
“Kuzât ahvâlini dersen ne mümkindir beyân etmek
Eğer hasmın ise kâdı efendi yarıcın Allâh”
(Kadıların durumunu sorarsan anlatmak mümkün değil. Eğer hasmın [davacın] kadı ise Allah yardımcın olsun.)
“Kurup bir dâm-ı tezvîri komuşlar mahkeme nâmın
Kanı seccâde-i Ahmed kanı ahkâm-ı şer‘u’llâh”
(Bir yalan dolan tuzağı kurup adına mahkeme demişler. Hani Peygamberin seccadesi, şer‘î hükümler nerede?)
.....
“Hemân bir hây hûy ile yıkar câmi‘leri sûfî
Kanı evrâd ile esmâ kanı ihlâs-ı zikru’llâh.”
(Sofular hayhuylarla âdeta camileri yıkarlar. Lakin ne Kur’ân okuma, ne Allah’ın isimlerini anma var, ne de ihlasla Allah’ı zikir.)
.....
“Gerek va‘z u hitâbetler gerek ders ü imâmetler
Verilmez olsa ücretler okunmazdı kelâmu’llâh”
(Vaaz, hutbe, imamlık, ders, Kur’ân okuma… Bunların hiçbiri parasız yapılmaz oldu.)
.....
“Cihânda hırsız u hem yankesici kimdürür dersen
Ases başı ile subaşı anı tahkîk bilin bi’llâh.”
Bulardan dahı azlamdır efendim kâdıaskerler
Cihânı şimdi rüşvetle harâba verdiler va’llâh”
(Cihanda hırsız, yankesici kimdir dersen, bilin ki bekçi başı ile subaşıdır. Bunlardan daha zalimi ise kadıaskerlerdir. Dünyayı rüşvetle harabeye çevirdiler.)
.....
“Balık başdan kokar derler fesâdın başı ma‘lûmdur
Ne kâdir kimse bir nutka diye hâzâ kitâbu’llâh”
(Balık baştan kokar, fesadın başı belli. Ama kimse Allah’ın kitabı işte, niye uymuyorsun, demeye cesaret edemiyor.)
Şair sanki bugünü anlatıyor değil mi? Oysa takriben 400 yıl öncesini anlatıyor. Yazık ki aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen ahlaksızlık aynı, vicdansızlık aynı, rüşvet aynı, cehalet aynı. Niçin mi? Tenkit anlayışı gelişmemiş de ondan.
“Şair olumsuzlukları ne güzel dile getirmiş, daha ne yapsın?” diyeceksiniz. Doğru, yazma işi iyi ama maalesef yayma işinde sıkıntılar var.
Öncelikle belirtelim ki Veysî bu kasideyi “Divanı”na koyamamıştır. Bizce söz konusu kaside şair öldükten sonra ancak ortaya çıkabilmiştir. Hatta bazı kaynaklar bu şiirin Veysî’yeait olmadığını, ona isnat edildiğini yazmaktadır.
Her ne ise, ister Veysî olsun, ister bir başkası, toplumun o günkü çürümüşlüğünü dile getirme cesareti göstermiş lakin söylediklerini açıkça ortaya koymaktan kaçınmıştır. Aksi halde başına gelecekleri biliyor.
Demem o ki 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğunda binlerce methiye yazılmışken sosyal tenkitlerin sayısı 6’yı geçmez. Bunları yazanlar da kendi kanlarıyla ellerini yıkama korkusuyla söylediklerini saklama, gizleme yoluna gitmişlerdir. İşte bunun için biz tenkitsiz terakki olmaz diyoruz.
ACZİMİN GİRYESİ:
Ahmet Hoca sen tenkidin olmadığı yerde terakki olmaz dersin,
Hâlbuki padişaha göre, münekkidi susturabilirsen varsın.
(Li-müellifihî)




FACEBOOK YORUMLAR