KIRŞEHİR GEZİ NOTLARI.1
TÜRKÇENİN SES BAYRAĞI ÂŞIK PAŞA, AHİ EVRAN VE NEŞET ERTAŞ DİYARI; UNESCO MÜZİK ŞEHRİ KIRŞEHİR
Süleyman Sami İLKER
(20-22 Kasım 2025)
Kırşehirli arkadaşlarım oldu, adını hep duyardım ama nasıl bir yerdir, hayalimde bir şey bir şehir oluşmazdı. Kırşehir’i ilk kez 2018’de eşimin bir tebliğ ile katıldığı Yunus Emre konulu bilgi şöleni (sempozyum) vesilesiyle görmüştüm. O zamandan zihnimde bazı kayıtlar var ama not tutmamıştım. Bu sefer biraz daha pekişsin, notlar alayım niyetiyle Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Öncüleri ve Âşık Paşa konulu bir bilgi şöleni için 19 Kasım günü İzmir üzerinden uçakla Ankara’ya uçuyoruz. Havalimanında -aynı uçakta gelmişiz- MCBÜ’den arkadaşım Cildiyeci Dr. Tuhan Şahin hocayla karşılaştık. Bizim Kırşehir’e gideceğimizi öğrenince, benim memleketimdir orası, selam söyleyin dedi. Havalimanında biraz beklemeden sonra Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinin tahsis ettiği bir araç ile 10 kadar olan diğer misafirlerle birlikte yoldayız. Esenboğa Havalimanı çıkışından sonra Pursaklar bölgesindeki TOKİ’lerden sola dönüp Ankara Kırıkkale üzerinden üç saatlik bir yolculuktan sonra Kırşehir’deyiz. Yollar geniş ve düzgün. Bir yerde yapım faaliyetleri dışında aksama yok. Yaklaşık 230 km. Şehrin güney tarafındaki kaplıcalar bölgesinde yer alanlar otellerden biri olan Grand Terme Otelinde kalacağız. Burası da bir kaplıca oteli. Yedi yıl önce de aynı otelde kalmıştık. Üniversite yerleşkesi de buraya yakın. Otelimiz temiz ve iyi. Otelde bizim dışımızda kalabalık bir emekli grubu daha var. Kaplıca hizmetlerinden de faydalanıyorlar. Terme adı dikkatimizi çekiyor. Samsun'da bir ilçenin adı da Terme’dir. Bu semtten şehir merkezine giden ana caddenin adı da “terme”; Terme caddesi. İlk çağrışım, sıcak su anlamına gelen “termal” kelimesi oluyor. Kaynaklara baktığımızda Kırşehir’deki “Terme” adının büyük ihtimalle kökeni: “Therma / termal”, sıcak su, ılık su; termal bölge anlamından türeyen eski bir yer adıdır, diyor.
KIRŞEHİR DEYİNCE…
Bu son gelişimden önce kendimi sorguluyorum; Kırşehir deyince aklıma neler geliyor diye. Tabii ki ilk önce Ahi Evran, Neşet Ertaş geliyor. Şimdi ise, erbabının bildiği ama benim zihnimde pek yer etmemiş Cacabey, Âşık Paşa, Erol Güngör gibi zirve isimlere farkındalığım oluşuyor. Ayrıca Kırşehir'in bir kaplıcalar beldesi olduğu bilgisi de artık aklımda. Dahası, birçok tarihi eser de görüntü olarak zihnimde hâkim bir yer ediniyor ve bilgiye dönüşüyor. Ama gördüm ki Kırşehirliler ve yönetimde görev yapanlar birçok değerine sahip çıkmış. Mesela ertesi gün bir bölümü Kırşehir El Yazmaları kütüphanesine dönüştürülen, açılışı yapılacak Ahi Evran Müzesini, Kırşehir Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği ile Türkiye Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu tarafından yaptırılmış. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiş durumda. Bugün burayı gezmek için saat çok geç. Yarın inşallah diyoruz.
DAHA İYİ TANITIM LAZIM
Bütün bu güzel ve zengin eser ve mirasa karşılık, Kırşehir’in Türkiye çapında tanıtım, gezi şirketleri ile iletişimi yeterli değil gibi. Mesela belediye bünyesinde kazıbilim, sanat tarihi veya tarih mezunu, işi sadece bu olan rehberlere ihtiyaç var. Neşet Ertaş Kültür Merkezinde görevli bir çalışana “Grup olarak gelsek belediye bize rehber verebilir mi” soruma, bilmiyorum, sorayım diyor. Bir yere telefon ediyor yanımda. Belediye başkanının şoförü ile görüşmüş. Gezi için araç bulabileceğini, kendisinin de buna uygun minibüsü olduğunu söylemiş. Ben aracı kendim zaten bulurum; önemli olan bilgili, işini seven rehber soruyorum, sözüm ile konu kapanıyor. Demek ki böyle bir faaliyet yok. Hazır olsalar ne fırsatlar gelir önlerine. Ama yine de grup halinde geleceklerin Kırşehir İl Kültür Müdürlüğü ile Kırşehir Belediye Kültür Müdürlüklerini arayıp talepte bulunmaları halinde, farkındalıklarının artması beklenir. Bunun bir örneğini bu yıl grup halinde Akşehir (Konya) gezisine katılan bir büyüğüm anlattı. Nasrettin Hocanın kabri ziyaret edilirken yakındaki bir binadan çıkıp gelen kazıbilimci (arkeolog) bey, “Ben belediyenin resmi rehberiyim. Hiçbir ücret talep etmeden, arzu ederseniz sizi gezdirebilirim” deyip ekibi gün boyu gezdiriyor. Grubun kendi arasında topladığı bahşişi bile kabul etmiyor. Bu benim görevim diyor. Ne güzel.
AÇILIŞ TÖRENİ (20 Kasım 2025, Perşembe)
Türkçenin Anadolu'da Yazı Dili Oluşu ve Âşık Paşa bilgi şöleninin açılışı 20 Kasım Perşembe 10.00’da. Bilgi şöleni Türk Dil Kurumu (TDK), Kırşehir Valiliği ve Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinin ortaklığında yapılıyor. Bilgi şöleninin eş başkanı Prof. Dr. Nadir İlhan bey Aşık Paşa’nın, Cacabey’in, Yunus Emre'nin, Gülşehri[1]’nin, Ahi Evran’ın, Süleyman Türkmani’nin, Şeyh Edebali’nin şehrine hoş geldiniz diyerek söze başladı. Anadolu’da Türk Yazı Dilinin öncülerinin başında Kırşehirli Âşık Paşa’yı gösteriyor. Arkasından Rektör Prof. Dr. Mustafa Kasım Karahocagil Bey konuştular. Rektör bey toplantılara katılarak Türkçe konusuna ilgisini ve desteğini gösterdiler. Konuşmacılar mutlaka Âşık Paşa’nın aşağıdaki mısra veya sözlerinden bir veya birkaçını misal olarak verdiler. Kırşehir'in eski adı Gülşehri’dir dedi. Doğru mu diye baktım. Anadolu Selçukluları döneminde bir süre bu adın kullanıldığına dair bilgiler vardır diyor kaynağım. Âşık Paşa, Arapça ve Farsçanın edebi dil olarak yaygın kullanıldığı ve Türkçe yazmanın küçümsendiği bir devirde Türkçeyi savunmuş. Zaman zaman günümüzde de aykırı nadir sesler çıksa da Türkçe artık sarsılmaz bir şekilde güçlüdür. Sadece bu dilin zenginliğini bilecek, zevk alacak, doğru ve zengin kullanacak nesillerin yetişmesi konusunda eksiklerimizi fark edip, telafi etmek meselesi kalıyor. Özellikle Garibnâme adlı eserinde Türkçe kullanımını açıkça gerekçelendirmiş Aşık Paşa. Garibnâme mukaddimesinde[2] bakın ne diyor;
“Türk diline kimse bakmaz idi,
Türklere hergiz[3] gönül akmaz idi. (Türklere asla gönül, değer verilmezdi)
Türk dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce yolu ol ulu menzilleri.”
Âşık Paşa burada Anadolu'daki aydın kesimin Türkçeye ve Türklere yeterince önem vermediğini söylemektedir. Bu nedenle eserini Türkçe yazdığını belirtir. Türkçe yazma gerekçesi “Bu kitabı Türk dilince söyledim, ta ki Türkler anlasın.” Eserin bazı nüshalarda: “Ta ki mana Türk’e dahi erişe.”
Türkçenin ihmal edilişine dair de;
“Arapça, Acemce okurlar, Türk dilin bilmezler.”
Tam dizeleri şöyledir:
“Her dilin manası var bildiler,
Türk dilin manasın bilmediler.”
Türkçeyi diriltme amacı için de;
“Türk diline kimesne bakmaz idi,
Ben dahi bu hikmeti Türkçe söyledim.”
KIRŞEHİRLİ AŞIK PAŞA
Âşık Paşa (1272–1333), Garibnâme’yi tamamen Türkçe yazarak Anadolu’da Türk dilinin gelişmesine büyük katkı sağlayan ilk mutasavvıf şairlerden biridir; aynı yıllarda yaşayan Yunus Emre gibi. O dönemde Arapça ve Farsça ilim dili sayıldığından, Türkçeye özel vurgu yapması Türk dili tarihinde çok önemlidir. Neşet Ertaş malum Kırşehirlidir ve Kırşehir için bir markadır. O da sazı ve sözü ile Türkçenin bir bayrağıdır.
Yerleşkedeki Aşık Paşa Kültür merkezinin capcanlı mavi döşemeli büyük salonunda yapılan açılış oturumunda TDK başkan yardımcısı Doç. Dr. Harun Şahin bey; Aşık Paşa'nın Türkçe konusundaki ikazı, bir milli şuur tavrıdır. Türkçe bilim dili olmaz iddiası bir hezeyandır, dedikten sonra TDK Başkanı Prof. Dr. Osman Mert beyin “Ne yapacaksak şimdi yapmalıyız. Yere yüz metre kala paraşüt açılmaz” sözünü aktarıyor. Beğendim.
Kırşehir Valisi Murat Sefa Demiryürek bey, Kırşehirli Aşık Paşa, Cacabey, Gülşehri, Ahi Evran, Hacı Bektaşi Veli ve Yunus Emre gibi zirve şahsiyetler Kırşehir ve bölgeyi eşsiz bir kültür beldesi ve yurdu yapmışlar. Hatta etkileri bütün Osmanlı Türk coğrafyasını kaplamıştır, mealinde konuştular. Neşet Ertaş Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kubilay Kolukırık bey yönetimindeki bir saz ekibi ve koro güzel bir mini konser veriyor. Kubilay bey, kendi bestesi olan Ahilik marşını okuduktan sonra, Aşık Paşa beste yarışması istiyoruz diyerek rektör ve vali beye gönderme yapıyor. Yetki sahipleri edep ve makuliyet çizgisinde kalarak cesur da olmalılar, diye düşünürüm hep. Sözleri Yunus Emre ve Hacı Bayramı Veli’ye ait ilahiler söylenirken İzmirli sanatçı Bora Uymaz’ı hatırlıyor beynim. Onun “Geldi geçti ömrüm benim” şeklinde başlayan Yunus Emre şiirinin bestesini davudi muhteşem sesi ile bir dinlemelisiniz, derim. Açılış Oturumunda Nadir İlhan beyin başkanlığından Ahmet Buran. Ayşe İlker ve TDK eski başkanı Gürer Gülsevin hocalar güzel ve ilginç tebliğler sundular. Gürer beyin “Türkiye Türkçesi hangi ağıza göre şekillenmiş ve resmileşmiştir. Bu Anadolu’da mı olmuştur, daha başka bir yerde mi” sorusuyla başlayan tezi de çok ilginçti.
ŞEHRİ KENDİM GEZİYORUM
Cacabey Medresesi veya Camisi /Gökbilim Müzesi
Alışık olmadığım öğle yemeğini bir istisna olarak yemekhanede yedikten sonra, şehir merkezine gitme kararı veriyorum. Taksi bulamayınca öğrencilere sorarak otobüs, dolmuş duraklarını öğreniyorum. Bütün araçlar Cacabey Meydanı da denen merkeze gidiyor veya oradan geçiyor. Yerleşke içindeki otobüs durakları kapalı, temiz, ön cephesindeki camlarda desenler çok şık. Ama Türkiye’nin her yeri gibi burada da maalesef her yer sigara izmariti. İnsanlar gırtlak, akciğer, mesane kanserlerine “Ben buradayım, gel korkmuyorum” diyecek kadar cesur sanki. İyi vergi de ödüyorlar doğrusu ama SGK yandım diyor. Cesaretin bu kadarı fazla. Üzülüyorum. Dolmuş paralı 20 TL, otobüste kredi artı geçiyor; tam 23 TL. Otobüslerde gençler yaşlılara yer veriyorlar. Nezaket veya töre ne derseniz, buralarda hala yaşıyor. Beğendim. Duraktaki otobüs bekliyor. Aracın 20 dk. sonra kalkacağını söyledi şoför bey. Yolun karşısında öğrencilerin çalıştığı üniversiteye ait Ahi Market adındaki bir satış yeri dikkatimi çekiyor. Daha çok öğrencilere yönelik ihtiyaç ve hediyeliklerin satıldığı yere uğruyorum. Bir iki küçük hediyelik alıp, belediye otobüsü ile kısa süre içinde Cacabey meydanındayım. İki nokta arası yaklaşık 2 km. Otobüse binen 65 yaş ve üstü insanlarımız kartı okutarak, cihazdan gelen “serbest” sesi ile ücretsiz taşıta binebiliyorlar. Öğrenci daha ucuz, o da kartlı. Büyük kolaylık. Atatürk heykelinin de olduğu meydana doğru baktığımızda Cacabey Camisi /medresesi müthiş albenisiyle sizi kendisine çekiyor. Oraya gitmeden orta yerde bir açık hava gökbilim müzesindeki model aletler ve açıklamalar, önce bana uğra diyor sanki. Onları inceliyor, resimliyorum. Etrafta çok sayıda bank var. Hemen tamamının emekli olduğunu düşündüğüm insanlar oturuyor veya sohbet ediyorlar. Yola doğru 3-4 metre çaplı büyük bir davul ve tokmağı yerleştirilmiş. Bir başka yerde çapraz iki dev bağlama, ortasında bir sol işareti olan, ön yüzünde Kırşehirli ozanların resimleri yer alıyor. Bu camekânlı panonun arkasından yeraltı çarşısına inen merdivenlerden birisi yer alıyor. Ahi Evran türbesi yakınında da yola cepheli büyük bir gitar heykeli gördük ertesi gün. Cacabey meydanındaki bir sanatçının deprem ile ilgili yaptığı eser de çok dikkat çekici. Resimliyoruz.
12.YÜZYILA DAİR CACABEY FEN VE GÖK BİLİMLERİ YÜKSEKOKULU
BU BİRİNCİ RÖNESANSTIR
İnanılır gibi değil ama gerçek. Çünkü yapı her şeyi ile ortada. Devir Anadolu Selçuklu devri. Yapı aslında cami olarak değil, Fen ve Gök Bilimleri Yüksek Okulu ve Rasathane olarak planlanıp inşa edilmiş. O günün dili ile medrese. Cacabey camisinin minaresi mavi çini, kırmız tuğla ve horasan harcı ile yapılmış 23 metrelik heybeti ile dikkat çekiyor. Yapı 800 yıllık. Tabi ki zaman zaman onarımlar görmüştür, diye düşünüyorum. Ama aslında bu bir minare değil, rasathanenin gözlem kulesi. Yapının da aslı cami değil, bir Gökbilim (Astronomi) ve Fen Bilimleri Fakültesi / Okulu. Ama o zamanki adıyla Medrese. Yüzeydeki taş işçiliği, köşelerdeki yarı kolon süslemeler, kapı üzeri ve çevresindeki süslemeler dikkatimizi çekiyor ama bu konularda bilgi verecek hiçbir levha yok. Merak eden bilgi ağına girsin baksınlar, öğrensinler mi diye düşünüldü acaba. Tanıtım zayıf hatta yok hükmünde. İçinde de çok ilginç yarı kolonlardaki (sütunce) işlemeler, solda merdivenle inilen Cacabey’in kabri var. Cacabey bir şehit. Sivri kule külah şeklindeki türbesi (kümbet) sonradan rasathane binasına eklenmiş veya binanın içinde özel düzenlenmiş. İkincisi daha doğru gibi. Ortada 2 metre çapında, 3-4 metre derinlikte içinde su olmayan bir havuz ve tam tepesinde camlı yuvarlak “aydınlık feneri” denen alandan gökyüzü görülüyor. Minare ve kubbesindeki çinilerle süslenmiş yıldız ve gezegen sembolleri, yapının astronomi eğitimine adanmışlığını gösterir diyor kaynaklar.
Cacabey camisinden çıkıp etraftaki yapıları inceliyorum. Meydanın ortasına yakın bir yerde şahlanmış at üzerinde bir Atatürk heykeli mevcut. Meydanın bazı yerlerinden merdivenle inilen yeni açılmış yeraltı çarşısı temiz, bakımlı ve ışıl ışıl. Kuyumcudan, ev eşya ve hediyeliklerine her türlü şeyin satıldığı bir çarşı. Beğendim. Sadece bu çarşı ve meydan nedeniyle düzlük yükselmiş, Cacabey camisi alçakta kalmış. Hâlbuki buranın eskiden hafif bir tepe üzerinde olduğu biliniyor. Biraz ileride ise Hoca Ahmet Yesevi Camisi görülüyor. 1906 yılında yaptırılmış. Osmanlı’nın II. Abdülhamid dönemi eseri.
CACABEY CAMİSİ
Kırşehir'deki tarihi Cacabey Camisi'nin (eski Cacabey Rasathane ve Medresesi) kapsamlı yenileme (restorasyon) çalışmaları 2023 yılının Ocak ayında tamamlanarak yeniden ibadete açılmış. Yenileme sürecinin yaklaşık 5 yıl sürdüğü belirtilmiş bir levhada. Tarihi binaların devamlı bakıma ihtiyaç duydukları, o yüzden sık sık onarıma alındıkları bilinir. Yani onarımları bitmez denebilir. Aksi halde ayakta kalabilmeleri hayli zor. Depremler; soğuk, sıcak, rüzgâr, yağış ve dona maruziyet; üzerinde biten otlar, kuş pislikleri gibi biyolojik etkiler; yer çekimi ve tabi ki zaman. Bütün bunlara karşılık kullanılan yapı malzemesi ve malzeme bilgisi, harç bilgisi ve kalitesi, matematik, zemin, yalıtım, bakım ve onarımları ile yapılar nefes alıyor. Kullanılıyor olması ise eserin ömrünü uzatıyor.
CACABEY KİMDİR?
Cacabey'in kabri, Kırşehir’de kendi yaptırdığı ünlü Cacabey Camii'nin (eski Cacabey Medresesi) içerisinde. Türbe, caminin (medresenin) giriş cephesinin sol tarafında, ana yapının içinde bitişik gibi bir kümbette yer alıyor. Kırşehir Emiri Nureddin Cebrâil bin Cacabey, 1301 yılında Rum tekfurları (Bizanslılar) ile yapılan bir savaşta şehit düştükten sonra naaşı buraya getirilerek medresenin yanındaki bu türbeye defnedilmiş. Kaynaklarda net bir savaş meydanı adı geçmemekle birlikte, bazı kaynaklarda ölüm yerinin Ankara olduğu belirtilir diyor kaynaklar.
NEŞET ERTAŞ MÜZESİ
Yalnızım, planlamam yetersiz. Daha önceden baktığım “gezilecek yerler” notumdaki Neşet Ertaş evine gitmeye çalışıyorum. ‘Yolbul’un (navigasyon) yardımı ile yürüyorum. Cacabey camisinin hemen arka taraflarında bir tarihi cami dikkatimi çekiyor. Lale camisi diye yazıyor ama kaynaklara baktığımda “Lala” olarak da geçiyor. Buranın bir “darphane” binası olduğu belirtiliyor. Oranın da arkasında konik kubbeli bir taş kümbet, türbe var. Melik Gazi’ye ait olduğu yazıyor bir levhada; ama başka bilgi yok. Yılı, tarihi, kimdir vs. yok. Yapı ilginç, onarımdan geçmiş, kapısı kilitli, yüksekteki penceresinden bakıldığında içerisi hayli kirli ve bakımsız. Gezi notlarımızda değer, güzellik ve yapılan iyi işlerle ilgili görüşlerimiz olduğu gibi, gördüğümüz eksikliklere de yer veriyoruz. Amacımız; gördüğümüz yerlerin aslına bağlı olarak daha iyi korunması, ihmal ve bilgisizliğe kurban gitmemesi; gezenlere daha iyi bilgi aktarılması, tarihi ve kültürel mirasın ebediyen yaşaması, yaşatılmasıdır. Mesela merkeze (Cacabey meydanı) 400 metre kadar mesafedeki Âşık Paşa’nın mezarının olduğu türbenin de kapalı olduğunu duyduğumuz için gitmedik. Niye diye sorduğumuzda, yapay zekânın ulaştığı kaynaklar; Kırşehir Kültür varlıklarını Koruma Kurulunun raporunda “Yapıda ciddi statik sorunlar tespit edildiği, bu yüzden ziyaretçi girişi güvenlik açısından tehlikeli olduğu bilgisi veriliyor. Restorasyon projesi hazırlanmış durumda imiş. 2023–2025 arasında türbe için: Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon[4] projeleri hazırlanmış. Uygulama aşamasına geçilmesi için ödenek bekleniyor; bu nedenle kapalı tutuluyormuş. Yolu iyi bilmediğim için birkaç kez sorarak Atatürk caddesi üzerindeki eski vali konağında açılan Neşet Ertaş müzesindeyim. Yetişkin büyük ağaçları olan orta genişlikteki bir bahçe içinde iki katlı bir bina. Özenli ve bakımlı. Levha uzakta ve küçük olduğu için güvenlik görevlisine müzenin burası olup olmadığını soruyorum. Onay alınca yan taraftaki kapıdan giriyorum. Bir bayan görevli var. Bana yardım ve nezaret ediyor. İyi planlanmış, kulaklıklar aracılığıyla Neşet Ertaş ve Kırşehir müziği eşliğinde yazıları ve eserleri inceliyorum. Bir odanın köşesine Neşet Ertaş’ın bir balmumu heykeli, elinde sazı ile canlıymış gibi hareketli türkülerini söylüyor..jpg)
MANİSA'YI DÜŞÜNÜYORUM
Bunları incelerken eski Manisa Vali konutunu düşünüyor, uygun zamanda son durumu için kaynaklara bakıyorum. Kent Müzesi yapılmak üzere çalışılıyormuş. Manisa, yanı başındaki İzmir’i müzecilikte sollamış durumda. Çok güzel otelleri de var artık. Ama onca eser ve güzelliğe rağmen gezicilikte bir hamle yapamadı. Birçok tarihi yapı sokak aralarında, etraftaki çirkin yapılar arasında boğulmuş halde. Zamanla etrafları kamulaştırılıp gezgin araçlarının kolay ulaşabileceği mekânlara dönüşür diye temenni ediyoruz. Bu tür temenniler ve yazılar sanki dua yerine geçiyor. Beklenmedik bir zamanda sessiz ve bilen adamların gayretleri, güç ve yetki sahiplerince fark edilip projeye dönüşüveriyor. Ama bazı güzellikler kaybolmadan harekete geçilmeli, diye düşünüyorum. Böyle güzel bir yeri gezerken başka hiç ziyaretçi yoktu. Neşet Ertaş’a ve ailesine rahmet okuyarak müzeden çıkıyorum. Yandaki büyük parkın önünde bir Atatürk heykeli var.
Selam ve saygılarımla. (06.12.2025, Manisa)
(Dört bölüm. Devam edecek)
[1] Gülşehrî, 13. yüzyıl sonu ile 14. yüzyıl başında yaşamış Kırşehirli bir mutasavvıf (sufi), şair ve düşünür.
Klasik Türk edebiyatının en önemli erken dönem Türkçe yazarlarından biri.
[2] Önsöz, giriş, başlangıç bölümü
[3] Asla, hiçbir zaman
[4] Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon: Üçü de tarihi eserleri koruma ve mimarlıkta en sık kullanılan kelimeler. Röleve / Belgeleme çizimi; mevcut durumun birebir ölçülerek çizilmesi demektir. Restitüsyon / Yeniden tasarımlama: yapının geçmişteki orijinal hâlini bilimsel olarak yeniden çizmek. Restorasyon / Yenileme ise tarihî yapının korunması ve gerektiğinde onarılması için yapılan uygulama işi.




FACEBOOK YORUMLAR