Reklam
Reklam
Prof. Dr. Kürşat YILDIRIM

Prof. Dr. Kürşat YILDIRIM

[email protected]

Tarihte Birleştirici Bir Aktör Olarak Türkler

31 Aralık 2025 - 09:18

Tarihte Birleştirici Bir Aktör Olarak Türkler

Türkler, yalnızca fetheden bir güç müydü, yoksa farklı kültürleri birleştiren bir irade mi? Kurdukları her devlet, adaletin ve törenin hayat bulduğu bir medeniyet merkeziydi. Peki onları öne çıkaran, savaşlardaki zaferleri mi, yoksa insanları bir arada tutan bilgelikleri miydi?

Türkler tarihin erken dönemlerinde, milattan önceki çağlarda birçok devlet kurmuş ve bu yönüyle devletli bir millet olarak temayüz etmişlerdir. Devlet adı verilen teşkilât ise insanları bir araya getiren ve birleştiren siyasi bir bünye olmuştur. Öte yandan devletli insanlar bağımsız bir siyasi ve toplumsal çerçeve içinde birbirine yakınlaşma ve nihayetinde millet olma sürecine girmişlerdir.

 

Türk Bozkır Devleti

 

Türklerin devletin dini olarak İslamiyet’i kabul ettiği M.S. X. yüzyıla kadar kurmuş olduğu devletler bozkır merkezliydi ve konar-göçer hayat yaşayan kitlelere dayanmaktaydı. Söz konusu devletlerin en önemli özelliği, sabit merkezlerinin olmaması ve yüksek düzeyde savaşma imkân ve kabiliyetlerine sahip ordularıyla oldukça geniş coğrafyalara hükmetmeleriydi. Farklı boylardan oluşan konar-göçer bozkır devletleri yerleşik devletlerin veya şehirlerin değil, savaş gücüne sahip konar-göçerlerin bir araya gelmesiyle kurulmaktaydı.

 

Tanrı’dan alınan ve meşruiyet ile elde tutulabilen “kut” sahibi bir aile, devleti kurardı. Merkeziyetçi yapının güçlü olması, devletin ücra köşelerine müdahale etme kabiliyetine bağlıydı; aksi halde bozkır dinamikleri devlete bağlı boyların isyanını beraberinde getirirdi.

 

Türk devleti, kan bağı ile birbirine bağlı ailelerin oluşturduğu boylar hâlinde yaşıyor ve devlet boyların kendi aralarındaki sıkı ve disiplinli iş birliğinden doğuyordu. Bu durum devlete askeri bir karakter kazandırıyor; savaş yönünden asker, at, silah gibi gerekli şartlara daima hazır olduğu için devletin genişlemesi de kaçınılmaz oluyordu.1

 

Hunlardan başlamak üzere, IX. yüzyıla kadar kurulmuş olan İslamiyet’ten önceki konar-göçer yapıya sahip büyük Türk devletlerinin merkezi, esasen Orhun Vadisi’nde olduğu düşünülen Ötüken idi; IX.-X. yüzyıldan sonraki devletlerin ise şehirli ve konar-göçer bozkır geleneklerini birleştiren Müslüman atlı savaşçıların zengin ticaret şehirlerini siyasi merkez yapmalarıyla kuruldu.

 

Bıçak (2019, 72), Türk devlet anlayışını incelemiş ve bunun kendine özgü niteliklere sahip olduğu neticesine varmıştır. O şöyle yazar: “Yaşama şartları ve coğrafya, toplumun oluşma şartları, değer dizileri, ilişki içinde olduğu toplumlar, karşılaştıkları sorunlar, üyesi oldukları medeniyetler, Türk devlet anlayışını oluşturmuşlardır. Türklerin iktisadi yapıları nedeniyle sürekli yer değiştirmeleri, teşkilâtlı boylar hâlinde yaşamaları, toprak mülkiyetine dayalı sınıfların olmaması, ruhban sınıfının bulunmaması, tarih sahnesine devletli olarak çıkmaları ve tarih düşünceleri, devletin, Türk evren tasavvurunun, kültürünün, düşüncesinin, yaşayışının merkezine yerleşmesine neden olmuştur. Devletin merkezi konumu, kültürel yapıyı yönlendirdiği gibi, düşünce üretiminde de baskın olmuştur".2

 

Bir İsim, Bir Kimlik: Hakimiyetin Birleştirici Dili

 

Türkler; devletlerinin veya devleti kuranların adını, hâkimiyet altına alınanlara verirlerdi. Umumiyetle devlete bağlı olan herkes aynı adı taşıyordu. Bu ise köklü bir devlet geleneğini ve gelişmiş bir siyaset kültürünü gösteriyordu. Türkistan’da idareyi hangi Türk kesimi ele almışsa, onlara bağlı olan bütün Türkler de aynı adla anılmışlardı; Selçuklu ve Osmanlı çağında da öyle olmuştu.3 Buna dair erken dönemlerden itibaren verebileceğimiz örnekler vardır. Hun hükümdarı Modu (Mete) MÖ 176 yılında Çin İmparatoruna gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Tanrı’nın yardımıyla memurlarımız, askerlerimiz iyi durumdadır, atlarımız güçlü kuvvetlidir, Yuezhi’ları yok ettik, hepsinin ya kelleleri, canları alındı, ya da tabi oldular ve halledildiler. Loulan, Wusun, Hujie ve onların tarafındaki 26 memleketin hepsi artık Hun oldu”.4 Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi kökeni ve adı ne olursa olsun, devlet çatısı altındaki herkes artık “Hun” idi. Bu anlayış bütün Türk tarihinde mevcuttur. Göktürk Kağanlığı çatısı altındakiler de Türk olarak adlandırılıyordu. Bunu çok iyi bilen Çinliler de Çin sınırlarının kuzeyindeki bütün insanlara çoğu kez Türk diyordu.5 Bilge Tonyukuk, Göktürk Kağanlığı’nın nüfusundan bahsederken, devlete bağlı bütün halkı, “Türk” olarak adlandırıyordu.6 Orhun Yazıtları’nda da Göktürk Kağanlığı bünyesindeki boyların Türk olarak anıldığı ifadeler vardır: “Türgiş Kağanı, Türkümüz, milletimiz idi” (Kül Tegin, Doğu/18); “Dokuz Oğuz milleti kendi milletimiz idi” (Kül Tegin, Kuzey/4); “Türk Sir Milleti” (Tonyukuk, Batı/3).7 Bilge Kağan, kendisine bağlı halka hitap ederken daima “Türk milleti” (Türk budun) diyordu. Uygurlar 605 yılından sonra Pugu, Tongra, Bayırku, Fuluo boylarıyla birleşip isyan ederek kısa süreliğine Göktürklerden ayrıldılar. Çin kaynakları bu ayrılanların hepsine toptan olarak “Uygur” denildiğini kaydetmektedir.8 Bu gelenek günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı Devleti’nde millet fikri sadece Türkleri kapsamıyordu; “mülk-ü millet” ifadesi devletin çatısı altındaki herkes için kullanılıyordu.9

 

Devletin Tanımlayan İfade: Türk

 

Göktürk çağında Türk adı yalnızca Türk kavminin adı değildi: daha çok Türk devletini karşılayan geniş bir deyimdi. Işbara Kağan, Çin İmparatoru’na “Türk devletinin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti” diyordu. Burada söz konusu olan devlet adıydı. Yazıtlarda Türk sözü daha çok “Türk budun” biçiminde geçmekteydi ki bu da Türk milleti anlamına geliyordu. Türk töresiTürk KağanTürk ili vb. ifadeler sadece devleti kuran küçük bir Türk kesimi için değil, büyük bir siyasal yapı olan Türk Kağanlığı için söylenmiş olsa gerekti.10 Osmanlı aydınları XVI. yüzyılda Türk milletine mensup olma şuuru vardı. Kemalpaşazâde yazdığı tarihte milliyet anlayışından misaller vermişti.11

 

Türk İl’i ve Milleti

 

Türklerde il deyimi, bugünkü devlet anlayışını karşılayan bir sözdü. Eski Türklere göre bodun (millet) ile toprak, devleti meydana getiren iki önemli unsurdu. Topraksız devlet düşünülemezdi. Eski Türk Yazıtları’nda geçen uluş ise millet demek değildi; içindeki insanlarla beraber düşünülen bir vilayet veya büyük bir eyalet anlamına geliyordu. Bu, Moğollara ulus şeklinde geçmişti. Cengiz devrinde oğullardan birine verilmiş paylar için söyleniyordu. Böylece ulus hem bir bölge hem de bir halk kitlesiydi. Buna karşılık, Göktürklerdeki budun sözü, bugünkü millet anlayışımızı karşılıyordu.

 

Türklerde millet, devlet ve kağandan önce geliyordu. İl olarak ifade edilen devleti kağanlık tamamlıyordu. Kağansız bir il, ilsiz bir kağan düşünülemezdi. Ögel’in düşüncesine göre bütün yazıtlarda il yani devlet sözü kağandan önce geliyordu ve eski Türkler kağandan daha çok ile önem veriyorlardı.12 Bıçak’a göre ise yazıtlarda milletten söz edilen her yerde konunun il ile bitirilmesi millet ve devlet arasındaki ilişkinin gücünü gösteriyordu. Milletin varoluşu devletin varoluşuyla ilişkiliydi.13

 

Devlet Kuruculuk, Bağımsızlık ve Türk Kimliği

 

Devlet kuruculuk, bağımsız bir hayatı beraberinde getirmiş ve buna göre bir Türk kimliği şekillenmiştir. Esasında, millî kimliklerin gelişmek için en önce devlete ve bağımsızlığa muhtaç olduğu da unutulmamalıdır. Bu mücadele bağımsızlık fikrini hep diri tutmuştur. Bıçak, devlet kuruculuk ile bağımsızlık arasındaki bağı şöyle izah etmektedir: “Devlet olmanın temel kategorisi bağımsızlıktır. Dolayısıyla bağımsızlık devlet olmanın özünü oluşturur. Toplum, kendi ürettiği değerler çerçevesinde oluşturduğu kültürel düzene dayanan kimlikli bir yapıdır. Kimlik, toplumun varoluşunu sağlayan ve onu diğerlerinden ayıran temel ilkedir… Kurumlar arası ilişkileri belirlemek, toplumsal düzeni sürdürmek ve dışarıdan gelen tehlikeleri savuşturmak için devlet kaçınılmaz olarak ortaya çıkar ve toplumun bağımsızlığının sembolü haline gelir”.14

 

Konar-Göçer Türklerin Hükmetme Kabiliyeti

 

Konar-göçer bozkır devletlerinin, yerleşik devletlere, toplumlara hükmetmesi çok kolaydır. Hatta Türkler; Çin, İran, Hindistan, Mısır gibi devasa memleketlere hâkim olmuşlar, oralarda devletler de kurmuşlardır. Yani Türkler sadece kendi içerisinde birliği sağlayabilen değil, başka halklar üzerinde de daima birleştirici rol oynayan bir millet olmuştur.

Konar-göçer yapıdan gelen dinamik Türk savaşçıları yerleşik dünyanın statik halkına karşı kolayca galip gelebiliyorlardı. Öte yandan, Bilge Tonyukuk (ölm. 720-726), Çin’i ele geçirmeyi, Çin’e yerleşmeyi doğru bulmuyordu. Bunun temel sebebi coğrafyaya göre şekillenen farklı hayat tarzlarıydı; Çin coğrafyasının Türklere uygun olmayışıydı. Tonyukuk’a göre konar-göçer hayat tarzı sayesinde Çinlilere karşı savaşılabiliyordu, Türkler suyun ve otun peşinde hayvanlarını otlatıyor, avlanıyor, daima savaşa hazır hâlde yaşıyordu.15 Bilge Kağan, Çin’e gitmenin bile Türk milleti için başlı başına ölüm demek olduğunu: “O yerlere gidersen, Türk milleti öleceksin16 şeklinde ifade etmişti.

 

Eski Türklerde Toplumsal Sınıfların Yokluğu

 

Bozkır Türk toplumunda, genel olarak belirgin sosyal sınıfların olmadığı düşünülmekte ve böylece sınıflaşmaya dayalı klasik devlet teorilerine uymayan bir devlet yapısından bahsedilmektedir. Bununla beraber, bozkır türlü yönleriyle tabakalaşmayı doğurmuştu. Hayvancılık üretimi, bozkırda yaşayanlarda toplumsal farklılıklar meydana getiriyordu. Şüphesiz ki buna hayvan sahipliği sebep oluyordu. Zenginliğin birikiminde hayvan sayısı kıstastı ve bu da bir tabakalaşmaya sebep oluyordu. Sürü ve diğer malları biriktiren kimseler otlakların, su kaynaklarının ve av sahalarının kullanımında bir üstünlük elde ediyorlardı.17

 

Yaylaklar herkesin ortak malı olsa da yaylağın taksimatında elbette ki hayvanı çok olana daha çok ve hatta daha güzel yer veriliyordu. Bununla beraber eski Türk bozkırlarında iktisadî zenginliğe dayanan herhangi bir imtiyazlı sınıfa rastlanmıyordu. Çinliler, bozkırdaki Türkler için “hayatları çok sadedir”, “herkes askerdir”, “herkes eşittir” gibi ifadeler kullanıyordu. Bu yüzdendir ki eski Türklerin edebî ürünlerinde en baştaki hakandan en alttaki ere kadar her birey kendisini bulabiliyordu.18

 

Buna karşın bazı hususlarda bir farklılaşma olduğu da görülmektedir. Nitekim destanların bütün kahramanları ve başlıca şahsiyetleri soylu sınıfına mensup kimseler, yani beyler idi, sıradan halka pek yer verilmiyordu.19 “Alplik” ile “beylik”i birleştirme, karizmatik şahsiyeti öne çıkarma ve beyliği ancak yiğitlikle mümkün görme esastı. Bu durumu kendi “sosyal teori”sine oturtmaya çalışanlara göre ise eski Türklerde tepede bir han veya aşiret başkanının, onun altında aristokrat bir tabakanın (beyler), son olarak da alt sınıfların veya halkın yer aldığı basit bir “tabakalaşma” düzeni bulunuyordu.20

 

Esasında eski Türk toplumlarında kesin çizgilerle belirlenmiş bir sınıflaşma ve buna dayanan bir sınıf şuuru mevcut değildi ancak bir tür toplumsal tabakalaşma ve sıralaşma mevcuttu.21

 

Bozkırlı Türklerin sınıflı bir toplum yapısına sahip olmaması nedeniyle devlet, herhangi bir sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket etmiyordu ve toplumsal düzeni sağlayan unsurların her biri bütün toplum için geçerliydi.22 Bu toplum yapısı ise insanların bir arada yaşamasını ve birleşmesini kolaylaştırıyordu.

 

 

Toplum ve Devlet Birliği Sağlayan Türk Töresi

 

Türk devleti ve hayatı için töre vazgeçilmezdir. Türklerde törenin ehemmiyetiyle ilgili en önemli kayıt Orhun Yazıtları’nda görülür: “Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin; Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini ve töreni kim bozabilecekti?”.23 Töre sözü Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserinde törü olarak geçer ve “düzen24 veya “barış25 anlamlarına gelir. Kâşgarlı Mahmud, “il kaldı törü kalmas” yani “ülke terkedildi; fakat töre terkedilmedi26 atasözünü de aktarır. Bu yönüyle il ile töre daima beraber kullanılıyordu.

 

Ziya Gökalp’e göre Türkler, düşman eline geçen illerden, milli törelerinin hâkim olduğu yerlere göç ediyorlardı. Yazılı yasalar dışında yazılmamış teamüller de törenin içindeydi ve hatta hukuki töreden başka dini ve ahlaki töreler de vardı. Töre o kadar önemliydi ki, Gökalp’e göre Türk sözü dahi töreli anlamında olabilirdi.27 Ayhan Bıçak’a göre ise halkın ve devletin düzen içinde olmaları, bu iki unsurun (devlet ve halk), varoluşlarını sürdürmelerinin başlıca şartlarındandır. Devlet aracılığıyla sağlanan toplumsal düzenin temelini töre oluşturduğu gibi, töre, düzen ve geleneği de temsil ediyordu. Töre, kişinin konumuna bakılmadan, ister hükümdar olsun isterse sıradan bir vatandaş, hiçbir ayrıcalık gözetilmeden aynı şekilde uygulanır.28

 

İl gitse de töre kalıyordu, bu bakımdan törenin korunması ilin varlığının devamından önde gelirdi. Gerekirse il yani devlet yıkılır, muhafaza edilmiş töreyle yeni bir devlet kurulurdu.

 

Töre, devletin düzeni, kuruluşu ve dolayısıyla gücü demekti. Türklerde yeni bir devlet kurulunca töreyi tespit edip kurmak için de büyük bir kurultay yapılıyordu. Aslında o devletin töresi, devletin kurucusunun adını taşırdı: Oğuz Han töresi gibi.29

 

Bıçak, devletin varlığını sürdürebilmesi ve toplumsal düzeni sağlayabilmesi için temel şartlar arasında törenin yüksek değerini vurgulamaktadır. Töre, hukukun temsilcisi olarak devletin temelini oluşturan önemli bir unsurdur. Devletin yapısı Türk töresine dayandığı sürece meşru kabul edilmektedir. Bu nedenle, töre ve devlet arasında sıkı bir bağ vardır. Devletin başlıca görevi, töreye uygun bir şekilde yönetim sergilemekti.

 

Kağanın töreye uymaması veya onu ihlal etmesi durumunda toplum, kağanın bilgeliğini yitirdiğini ve hükümdarlığının tehlikede olduğunu düşünmüştür.30 Töre, geleneklerde ortaya çıkan ve uyulması zorunlu olan değerler bütünüdür. Hükümdarın aldığı kararlar ve toplanan kurultayın kararları da töreye dâhil edilir.

 

Töre, herkesi eşit şekilde bağlar ve kişinin konumuna bakılmadan uygulanır. Töreye uymayan eylemler cezalandırılır ve bu sayede törenin yaptırım gücü ortaya çıkar. Törenin devlet düzeni içindeki önemi, yazıtlarda devletin kuruluşundan bahsederken sürekli olarak törenin düzenlendiği ifadesinin kullanılmasıyla vurgulanmaktadır. Töre ve devletin dayandığı nedenler toplumsal düzen olduğundan, toplumun düzeni her türlü insani varoluşun en temel ilkesi olarak kabul edilir.31

 

Türklerin “Kızılelma”sı: Cihan Devleti Tasavvuru

 

Eski Türk bozkır devletleri birer dünya devleti olma arzusu ve iddiasındaydı. Büyük Hun Devleti Hükümdarı Modu Chanyu M.Ö. 176 yılında Çin İmparatoruna gönderdiği bir mektupta kendisini “Tanrı’nın tahta çıkardığı Hunların Ulu Chanyu’su” olarak takdim ediyor, “26 memleketin hepsi artık Hun oldu32 diye devam ediyordu. Bu yönüyle devlet, Tanrı tarafından dünyayı yönetmekle yetkilendirilen bir hükümdara teslim ediliyordu ve üstelik bu devlet sadece Hunların devleti değildi, birçok memleketin hepsi devlete katılmış ve hepsi “Hun” yapılmıştı.

 

Bilge Kağan ise “üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş33 (Kül Tegin, Doğu/1) diyordu, söz konusu olan bütün insanoğluna hükmeden bir dünya devletiydi. Osmanlılardaki Nizam-ı alem düşüncesi, dünya devletinin teorik zeminini oluşturuyordu. Bu düzenin ilahi bir köke dayandığı ve aynı zamanda yeryüzündeki zulmü ve kötülüğü kaldırdığı varsayılıyordu.34

 

Eski Türklere göre bütün dünyanın insanları, Türk devletinin halkı, Türk hükümdarı ise dünyanın hükümdarıydı. Buna modern araştırmacılar “üniversal devlet” demektedirler.

 

Bu yüzden dünya düzeni ile devlet teşkilatı arasında bir benzerlik vardı. Ögel’e göre her yerde ve çağda olduğu gibi, Türklerde de yüksek bir devlet felsefesi ve bunun yanında bir halk mistisizmi vardı. Bu ikisini birbirine karıştırmak doğru değildi. Elbette ki yüksek devlet mefhumunun temelleri halk inançlarının içindeydi ama devlet zihniyeti, yüzyılların tecrübesiyle gerçekçi bir yola girmişti. Bu sebeple devletin yapısı ve idaresi hakkındaki fikirler açık ve anlaşılır hâle gelmişti. Türklerin devlet anlayışı, hayat tecrübesiyle yoğrulmuş, mistisizmden arınmış ve bütün Türkistan devletlerine en yüksek derecede örnek olmuş bir sistemdi. Buna rağmen Türklerin devlet anlayışı ve ilkeleri de temellerini, zaman ve mekânın değişmez sistemlerinden almıştı.35

 

Türkler Müslüman olduktan sonra milli ve İslami mefkureleri kaynaştırıp cihan hakimiyeti davasını devam ettirdi; hatta Türkler bütün dünya tarafından İslam’ın hâmisi ve bayrağı mevkiinde görüldü. Türkler İslam dünyasını içeride siyasi ve manevi bir birliğe ve dışarıda ise istilalara karşı emin bir duruma getirdiler.36

 

 

Türklerde Merkezi ve Güçlü Yönetim

 

Devasa topraklarda kurulan eski Türk bozkır devleti, tam olarak bir merkeze dayanıyordu. Başka bir deyişle Türk devlet geleneği merkeziyetçiydi. Bu ise en önemli birleştirici faktör idi. Büyük Hun Devleti’nin başlarında henüz yerli halk kesimleri ile boy beylerinin imtiyaz ve beylikleri tamamen kaybolmamışsa da katı bir askerlik disiplini içinde bunların hepsi erimiş ve birleşmiş görünüyordu. Hunlarda en büyük rahip Hun hükümdarıydı, ayrı bir baş rahip veya yetkilerle donatılmış ruhban zümresi bulunmuyordu. Büyük kurban törenlerine hükümdar iştirak ederdi, küçük törenler ise hükümdarın otağında yapılırdı. Vergi, sonraki Türk devletlerinde olduğu gibi Hunlarda da askerlikten sonra gelen en önemli işti. Hunlara bağlanan ticaret şehirlerinden birikmiş vergilerin yanında gecikme cezaları bile hesaplanarak alınıyordu.37 Bıçak’a göre ise merkeziyetçi devlet anlayışı yazıtlara da yansımıştı; Göktürkler için dünyanın merkezi Ötüken bölgesiydi. Ötüken’in merkezinde bulunan dağın hem göğün temel direği hem de dünyanın ekseni olduğuna inanılıyordu.38 Türkiye Selçuklu Devleti’nde kuruluştan itibaren merkeziyetçi bir siyaset izlendi. Fethedilen arazi merkezi devletin malı sayıldı.39

 

Türk Devletlerinde Yerli Halka Hoşgörü

 

Göktürklerde bütün boylar, şehirler ve bölgeler başkentten gönderilen memurlarca idare ediliyordu. Merkezileşme olsa da eski Türk devletlerinin başlıca iki özelliği vardı. Bunlardan biri yerli halka büyük bir hoşgörü göstermeleri, diğeri onların günlük ekonomik hayatlarına dokunmamalarıydı. Bunun yanında zapt edilen her bölgeye de kitleler hâlinde Türk boyları gönderilir, o yerler kontrol altında tutulurdu.40 Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarları da halkına ve yabancılara hoşgörü ile davranırlardı. Mesela Süryani Michel’e göre II. Kılıç Arslan geniş bir dini hoşgörü göstermişti.41

Netice itibarıyla tarihte Türklerin devlet dini olarak İslamiyet’i kabul edene kadar kurduğu devletler; daima cihana hakim olarak bütün insanlığı kendi hükmü altında birleştirme hedefinde olan, idaresi altına aldığı herkese devletinin adını veren, tek bir merkezden güçlü bir iradeyle yönetilip aynı zamanda yerli halka da hoşgörü gösteren, kadim Türk töresiyle asırlar boyu devlet ve toplum birliğini sağlayan, toplumsal sınıflara göre kurulmayan, bağımsız karakteriyle halkında millet kimliğini şekillendiren ve tarihi Türk kimliğiyle insanları bir araya getiren siyasi bünyelerdi. Türklerin tarihteki devasa devletleri daima birleştirici olmuştur; bugün dünyada doğuda Mançurya’dan batıda Macaristan ovasına, kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Kızıl Deniz’e kadar uzanan engin coğrafyada yaygın Türk varlığı da Türklerin birleştirici vasfı ve başka kimlikleri kendi içinde barındırıp kendine benzetmesi sayesinde mümkün olmuştur.

 

Referanslar

 

1 İbrahim Kafesoğlu, Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülâhazalar, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014, s. 120.

2 Ayhan Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2019, s. 64-65.

3 Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul, 2001, s. 8.

4 Han Shu, Zhonghua Shuju, Beijing, 1997, s. 3756-3757.

5 Xin Tang Shu, Zhonghua Shuju, Beijing, 1997, s. 5173.

6 Xin Tang Shu, s. 5174.

7 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul, 2009, s. 15, 25, 65.

8 Jiu Tang Shu, Zhonghua Shuju, Beijing, 1997, s. 5195; Xin Tang Shu, s. 6111.

9 Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, MEB Yayını, İstanbul, 2004, s. 99.

10 Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 9-11.

11 Taneri, Türk Devlet Geleneği, s. 98.

12 Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ötüken Yay., İstanbul, 2016, s. 315-317.

13 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 79.

14 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 86-87.

15 Jiu Tang Shu, s. 5174.

16 Bilge Kağan Yazıtı, Kuzey/6.

17 S. V. Danilov, Goroda v Koçevıh Obşçestvah Tsentralnoy Azii, Ulan-Ude, 2004, s. 31.

18 M. O. Soysal, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, M.E.B. Yay., Ankara, 2002, s. 48.

19 F. Sümer, “Oğuzlara Ait Destani Mahiyette Eserler”, AÜ DTCF Dergisi, XVII/3-4, 1960, s. 418.

20 Ş. Mardin, “Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri: Türkiye’de Toplumsal Sınıf ve Sınıf Bilinci”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset Makaleler 1, Der., M. Türnöke, İletişim Yay., İstanbul, 2004, s. 82.

21 Orhan Türkdoğan, “Türk Toplumunda Sanayinin Gelişimi”, Milli Eğitim ve Kültür, 6, 1981, s. 12.

22 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 78-79.

23 Kül Tegin, Doğu/22.

24 Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I, Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, 2006, s. 106.

25 Kâşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t-Türk, Haz. A. B. Ercilasun-Z. Akkoyunlu, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, 2018, s. 52.

26 Kâşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t-Türk, s. 240.

27 Ziya Gökalp, Türk Töresi, Türk Kültür Yayını, İstanbul, 1975, s. 8-9.

28 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 72, 80.

29 Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, s. 104-105.

30 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 70-72.

31 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 79-80.

32 Han Shu, s. 3756-3757.

33 Kül Tegin, Doğu/1.

34 Ayhan Bıçak, Devlet Felsefesi Eleştiriler ve Öngörüler, Dergâh Yay., İstanbul, 2020, s. 124.

35 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, Türk Tarih Kurum Yay., Ankara, 1989, s. 274 vd.

36 Osman Turan, Türk Cihân Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul, 2003, s. 28.

37 Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 64-68.

38 Bıçak, Türk Düşüncesi I Kökenler, s. 39.

39 Taneri, Türk Devlet Geleneği, s. 113.

40 Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 134-138.

41 Taneri, Türk Devlet Geleneği, s. 370-371.

Not: Makaleninin ilk yayın yeri: Strateji Türkiye, Sayı:9,Eylül 2025
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum