Ziya Gökalp'ın Sosyolojisi ve Fikirleri Üzerine Düşünceler / Serdar SAĞLAM

Ziya Gökalp'ın Sosyolojisi ve Fikirleri Üzerine Düşünceler / Serdar SAĞLAM
12 Ocak 2020 - 19:48

Ziya Gökalp’ın Sosyolojisi ve Fikirleri Üzerine Düşünceler

Ziya Gökalp 1876-1924 yılları arasında yaşamıştır. Bu yıllar imparatorluğun en çalkantılı, savaşlar ve toprak kayıpları ile sefalet içerisinde ve iç kargaşalıklarla geçen çöküş dönemleridir. Gökalp’ın fikirlerinin doğduğu siyasi, toplumsal ve kültürel ortam ile şartların sosyolojik yaklaşımlarının şekillenmesi üzerindeki ciddi etkisi bulunmaktadır. Onun sosyolojik düşünceleri, yöntem ve kavramları döneminin sosyal bilimleri ve sosyolojisini de yansıtmaktadır.

        Ziya Gökalp’ın Yetiştiği Ortam, Eğitimi, Siyasi ve Kültürel Faaliyetleri

        Anne ve baba tarafı da Diyarbakır eşrafına dayanan Ziya Gökalp, ilk eğitimini aile içerisinde edinmiştir. Mekteb-i Rüştiye-i Askeriye’de okulun müdürü İsmail Hakkı Bey’den Fransızca, amcası Müderris Hacı Hasip Efendiden de Arapça ve Farsça dersleri almıştır.Diyarbakır’da bulunan “Mekteb-i Rüştiye-i Askeriye” ve daha sonrada “Diyarbakır İdadî-i Mülkî”den mezun olmuştur (Kudret 1963: 8; Erişirgil 1984: 45).

        Ziya Gökalp, gençlik yıllarında Doğu ve Batı kültürleri arasında kalmanın meydana getirdiği buhranla intihara teşebbüs etmişti. Tabanca ile gerçekleştirdiği bu eylemden, beyninde ölünceye kadar kendisi ile birlikte var olan bir mermiyle sağ olarak kurtuldu. Orhan Seyfi’nin eserinde söz ettiği gibi Gökalp, bu hadiseye atlatarak bir taraftan Fransızca, diğer taraftan da İmam Gazali, Muhiddin Arabi, İbnürreşid gibi Doğu klasik eserlerini okumayı sürdürdü (Seyfi, 1937: 6-7).

        Ziya Gökalp’ın ailesinin iktisadi durumunun o günkü Diyarbakır’daki birçok aileye göre daha iyi olmasına rağmen o, yatılı ve ücretsiz olduğu için ancak İstanbul’daki Baytar Mektebine kayıt yaptırabilmiştir. Mehmet Akif başta olmak üzere birçok sanatçı, edebiyatçı ve fikir adamı da yetiştiren bu okulda Ziya Gökalp,psikoloji ve sosyolojiye dair birçok kitap okumuştu (Göksel 1956: 73).

        Ziya Gökalp, “Baytar Mektebi”ndeki öğrenciliği esnasında yasaklanmış olan Fransızca birkaç kitap yüzünden cezalandırılmıştı. Ancak birkaç hocanın yardımıyla okuldan kovulması önlenen (Göksel 1955b: 16) Gökalp, Diyarbakır’da iken, arama yapılan evinde Namık Kemal’in eserleri ile Avrupa’da yayımlanan hürriyetçi evrak ve matbuat bulunduğu için tutuklanarak Taşkışla’ya hapsedildi (Beysanoğlu 1956: 137).

        II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ziya Gökalp,Selanik’te İttihat ve Terakki Merkezi Umumi azası oldu ve bu sıralarda “Genç Kalemler” adlı dergisini çıkaran grupla tanıştı. Ali Canip Yöntem ve Ömer Seyfettin başta olmak üzere birçok önemli şahsiyeti bünyesinde barındıran bu yayın organı “dilde Türkçülük” hareketini savunuyordu. Türkçeyi Arapça ve Farsça gramerin etkisinden kurtarmak, Türkçeleşmiş kelimeleri Türkçe olarak kabul etmek ve İstanbul şivesini örnek almak, bu hareketin temel düsturunu oluşturuyordu.

        Ziya Gökalp 1912’de Türk milliyetçilerinin ve Türkçülerin en önemli kuruluşlarından biri olan Türk Ocağı’na katıldı ve “Türk Yurdu” dergisinin idari heyet azalığına (üyeliğine) seçildi.

        Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki Fırka’sınınicazetiyle “İçtimaiyat Mecmuası”, “MillîTetebbüler Mecmuası”, “Edebiyat Fakültesi Mecmuası”nı yayımlamaya başladı. “Şûra-yı Ümmet”, “Tanin” gibi gündelik gazetelerde, “Halka Doğru”, “Şair”, “Mahfil”, “İslam Mecmuası”, “Muallim Mecmuası” gibi çeşitli kuruluşlar tarafından çıkarılan dergilerde de makaleler yayımladı (Ülken 2007: xv).

        Ziya Gökalp, 1910 yılında Türkiye’de ilk sosyoloji derslerini Selanik Sultani Mektebi’nde (İttihat ve Terakki İdadisi) vermeye başladı. 1914’te ise “İçtimaiyat Darülmesaisi”ni kurdu. 1914- 1915 yıllarında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi’nin müfredatına “İlm-i İçtima-i” (sosyoloji) dersini koydurdu (Tanyu 1981: 56-113).

        I. Dünya savaşının ardından Mondros Mütarekesi ve İstanbul’un işgaliyle birlikte Ziya Gökalp’ın diğer milliyetçi aydınla birlikte Malta sürgünlüğü başladı. Gökalp, Malta’da bulunduğu yıllarda diğer mahkûmlara düzenli olarak dersler ve konferanslar verdi. O, Malta’da Avrupa ve İstanbul’dan kitaplar getirtebiliyor ve Polverista-Valetta’daki kütüphaneye haftada iki gün devam edebiliyordu (Kırzıoğlu 1977: 20-21).

        Malta sürgünlüğü esnasında Ziya Gökalp, kendi el yazısıyla 12 defterden oluşan “Felsefe Dersleri” adlı eserini hazırladı. Aile üyelerince basılmak üzere Türk Tarih Kurumu’na verilen eser, yazılmasından tam 87 yıl sonra özel bir yayınevi tarafından 2005 yılında yeni harflerle yayımlandı (Utku, 2005: x-xviii).

        Malta sürgünlüğünden 21 ay sonra kurtulan Ziya Gökalp, ailesi ile birlikte Ankara’ya hareket etti. Ziya Gökalp, bir süre sonra “Maarif Vekâleti ve İlim Encümeni” üyesi ve “Âli dersler” hocası oldu.Ankara’da mali sıkıntılar dolayısıyla geçinemeyen Gökalp, memleketi Diyarbakır’a döndü. 1922 yılında Diyarbakır’da Muallim mektebinde felsefe dersleri veren Gökalp, 5 Haziran 1922’de “Küçük Mecmua” adı ile haftalık bir dergi çıkarmaya başladı Bu dergi kısa bir zaman sonra Türk entelektüel hayatını ciddi şekilde etkileyen ve takip edilen bir yayın organına dönüştü.

        1923 yılının ilk aylarında, Ankara hükümetinin daveti üzerine Ziya Gökalp bu şehre yerleşti ve “Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı.        

        1923 yılının Ağustos ayında Ziya Gökalp’ın başında olduğu Heyet-i Sultanilerin adını liseye çevirerek yeni müfredat programını hazırladı. Gökalp, lise son sınıflarında okutulmak üzere “Türk Medeniyet Tarihi” adlı eseri hazırladı. Liselere (sultani) felsefe, içtimaiyat, derslerininkonulmasını sağladı.

        11 Ağustos 1923’te İkinci Devre Millet Meclisi’nde Diyarbakır mebusu olarak meclise giren Ziya Gökalp, yeni Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye) kanununu hazırlayan komisyon ve diğer muhtelif komisyonlarda da üye olarak faaliyette bulundu (Tanyu 1981: 137-152).

        Ziya Gökalp’ın Sosyolojik Yaklaşımı

        Ziya Gökalp, Arapça ve Farsçayı küçük yaşta aile ortamında her iki dilde de edebi metinleri okuyacak ve yazabilecek durumda öğrenmişti. Diyarbakır Osmanlı Devleti’nin önemli bir sanat ve kültür merkezlerinden biri olmanın yanında, nüfus yapısı ile de bu lisanları geliştirmeye müsaitti. Fransızcayı da özel ders ve kendi gayretleriyle geliştirmişti. Fransızca tarihi ve siyasi sebeplerle Osmanlı Devleti’nin Batı’ya açılan kanalı olmuştu. Osmanlı Devleti’nin devlet adamları, sanatçıları ve mekteplerdeki eğitim dili Fransızcaydı. Bu dili öğrenmiş olması Gökalp’in batı literatürünü takip etmesinin yolunu açıyordu.

        Ziya Gökalp Gustave Le Bon, AlfredFouille, GabrielTarde gibi düşünürlerin fikirleriyle tanışmıştı (İnalcık, 2013: 237). O, Baytar mektebinde özellikleBergson’un eserlerini okuyordu. Bergson’u keşfettiğinde onun bütün kitaplarını temin ederek adeta Bergsoniyen olduğunu, Ali Canip kendisi ile yapılan bir mülakatta dile getiriyordu (Yeğin, 1956: 84-85).

        1910’lu yıllarda Ziya Gökalp’in Durkheim’in eserleri ve sosyoloji ile tanışması onun fikir hayatının en önemli aşaması oldu. O sosyoloji akımlarının Avrupa’da iki koldan ilerlediğini, bunlardan İlkinin Durkheim’e, diğerinin ise Marks’a dayandığını ifade etmekteydi. Türkiye’de burjuvazi ve işçi sınıfının bulunmaması ve Osmanlı ülkesinin Türk İslam karakteri dolayısıyla Gökalp, Marks’a uzak durdu. Durkheim’in sosyolojisi ise ona toplumun meselelerini anlamak ve çözüm bulmak için bir kurtarıcı olarak göründü.

        Durkheim, Batı Avrupa’da hızlı sanayileşme ve kentleşmenin yarattığı toplumsal meselelere çözüm aramak üzere düşünce üreten ve sosyolojinin bir bilim hâline gelmesinde katkısı olan önemli bir sosyal bilimcidir. Onun döneminde Avrupa, işçi ve kentleşme sorunları, toplumsal sınıf ve tabakalar arasındaki gerilim ve çatışmalar ile çalkantılı bir dönemi yaşıyordu. Durkheim’in “anomi” adını verdiği geleneksel toplumlardaki gelenek ve kuralların modern şehir ve iş hayatında yıkıldığı ve yerine yenilerinin konulamadığı bir çağ egemendi. Aynı zamanda Saint Simon ve AugusteComte ile sosyoloji bir düşünce biçimi olarak doğuş aşamasındaydı.

        Durkheim sosyolojinin bilim hâline gelmesini sağlayan ve kavgasını veren bir bilim adamıdır. O, yeni yaklaşım tarzı ve kazandırdığı yeni kavramlarla sosyolojinin sistematik bir bilim olmasında en etkili isimlerdendir.

        Toplum kavramını sosyolojisinin merkezine oturtan Durkheim, toplumsal olayların birbirinin devamı olmasına karşılık gelen “nedensellik” ilkesi ile toplumsal bir olayın sebebinin, kendisinden önceki bir toplumsal olay olduğu düşüncesini yaygınlaştırmıştır. Onun bu yaklaşımı toplumsal olayların sebeplerinin toplumsal olaylar yerine, dönem içerisindeki akıl dışı, hurafeler ile geleneksel halk inançları ile bilim dışı unsurlarla açıklanmasına karşı bir tavırdır.

        Durkheim modern sanayi toplumunu işbölümü kavramı ile açıklar. Sanayileşmenin getirdiği atölye, fabrikalar ve seri üretim birçok insanın bir araya gelerek ortaya bir mamul koymasını sağlamaktadır. Bu bakımdan işbölümü modern toplumlarda işbirliğini ve uyumu yaratmaktadır.

        Fransa, İngiltere gibi bir deniz devleti olmaması, Sömürgecilik döneminde İngiltere’nin gerisinde kalması ve savaşlar dolayısıyla kırılgan, gerilim ve kargaşaya açık bir toplumdu. Bu yüzden dayanışma kavramı ve “dayanışmacılık” adı verilen akım ile düşüncelerFransa’nın fikir hayatına hâkimdi.

        Durkheim düşüncesinde de dayanışma kavramı merkezi rol oynamaktaydı. O dayanışma kavramını, toplumların yapılarına göre mekanik ve organik dayanışma olarak iki şekilde ele alır. Mekanik dayanışma daha çok geleneksel ve kır toplumlarında görülür. Buradaki insanların ilişkileri ve dayanışmaları soy, akrabalık, kan bağı, yüzyüze ilişkilere ve benzerliklere dayanır.Bu toplumlar daha çok tarım ve hayvancılık ile birkaç mesleğin icra edildiği toplumlarda görülür. Organik dayanışma ise gelişmiş, sanayileşmiş, şehir toplumlarındaki dayanışma türüdür. Buradaki dayanışma ise işbölümüne, ticari ve toplumsal ilişkilere dayanır ve benzemezlik temel unsurdur. Bu dayanışma türü şehir toplumlarında mesleki farklılıklardan ve insanların birbirlerine ihtiyaç duymalarından ortaya çıkar.

        Ziya Gökalp’ın Durkheim’in eserleri ve sosyoloji ile karşılaşması onun Türk toplumunu anlamak, çöküşten ve parçalanmaktan kurtarmak için adeta sihirli bir anahtar olmuştur. Durkheim’infikriyatı onun zihnindeki sorulara cevap vermek veya Osmanlı toplumunun meselelerine çözüm bulmak için düşünce geliştirmeye müsait ve sistematikti.        

        Hayatının ilk yıllarında Bergson’un eserlerini okuyan ve adeta bergsoniyen olan Ziya Gökalp’in bu kadar sistematik düşünce üretmesini Bergson’un fikriyatının sağlayabilmesi, tartışılması gereken bir husustur.

        Ziya Gökalp Durkheim’in sosyolojik yaklaşımını benimsemiş bir düşünürdür. Gökalp, onun eserleri ile tanıştıktan sonra büyük bir açlıkla okuduğu metinleri Türkçeye aktarmış, onun fikriyatıyla Osmanlı toplumunun meselelerini ele almaya çalışmıştır. Ancak, Ziya Gökalp Durkheim’in fikirlerinden Türk toplumunu çözülmekten, iç çatışma ve kargaşalıklar ile bölünüp parçalanmaktan kurtarmak üzere ve yeni bir Türk sosyolojisi kurmak için incelemiştir.

        Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’na göre, Gökalp’in Durkheim okulundan aldığı onun görüş ve yoklayış usulüdür. Türkiye’de ilmi sosyolojinin kuruluşundan bir taraftan bu usul, diğer taraftan Gökalp’ın bu usulü uygulamadaki iman ve kat’iliği büyük bir rol oynamıştır. Fakat Gökalp, yalnız almakla kalmamış, aynı zamanda Durkheim sosyolojisinin genel ilkelerini Türklerin içtimaî müesseseleri üzerine tatbik etmiştir. Gökalp sosyolojisinin asıl önemi, Türkiye’de âdeta yerli bir içtimaiyat mektebi haline gelmesindedir (Fındıkoğlu 1955: 12).

        Ziya Gökalp’ın kısa ömrüne rağmen uzun süren bir yazı hayatı vardır. Hayatının ilk yıllarında muhtelif dergilerdeki yazılarından oluşan bir dönemi, Genç Kalemlerle birlikte süren Türkçü yazı ve şiirleri ile sosyolojiyi kendisine rehber edindiği tarihlerden itibaren bir başka dönemi vardır. Birçok dalda eser veren Gökalp fikirlerini yaymak için çok fazla ve farklı müstear adlarla yazılar kaleme almıştır. Bunlardan popüler olanlar ile akademik ve bilimsel metinleri de bulunmaktadır.Onun bilimsel eserleri ile diğerlerini tam olarak ayırmak oldukça zordur. Çünkü birçok gazetede günlük yazılar, şiirler, masallar yazmıştır. Sosyolojisinin ve fikriyatının esaslarını dile getiren manzum eserler de vermiştir. Sosyolojik düşünce ve yaklaşımlarını özellikle İçtimaiyat Mecmuası, Türk Yurdu, İslam Mecmuası, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Küçük Mecmua, MillîTetebbular Mecmuası gibi dergilerdentakip etmek mümkündür.

        Ziya Gökalp’ın çeşitli dergilerdeki yazı ve makalelerinin yanında Darülfünun-ı Osmanî Edebiyat Fakültesindeki derslerin notlarından oluşan çeşitli sosyoloji kitapları mevcuttur. Bu kitaplar ülkemizdeki ilk sosyoloji kitaplarındandır. Bu eserler İlm-i İçtima Dersleri, İlm-i İçtima, İlm-i İçtima-i Dinî, Darülfünun Derslerinden: İlm-i İçtima-i Hukukî, Ameli İçtimaiyat Dersleri, Ahlaka ve Terbiyeye Tatbik Edilmiş Muhtasar İçtimaiyat; (Ziya Gökalp, 1985: V-185).

        Bu kitaplar Ziya Gökalp’ın 1914 yılından itibaren Darülfünun-ı Osmanî’de verdiği İlm-i İçtima ve İçtimaiyat adlarını taşıyan muhtelif derslerin notlarından ibarettir. Bu eserler henüz Batı Avrupa’da da sosyolojiye ve alt dallarına ait el kitaplarının yaygınlaşmadığı devirlere ait metinlerdir. Bu kitaplar küçük hacimlerine karşılık bu alanda ülkemizde sosyolojiye giriş kitaplarının öncüleridir.

        Ziya Gökalp’ın verdiği derslerin notlarından oluşan kitaplarının tümünde o gün Fransız sosyolojisinin önemli isimleri Saint Simon, AugusteComte ve Durkheim’in fikirleri üzerinde durulmaktadır. Gökalp, Durkheim sosyolojisinin esas alındığı bu eserlerin sadece iktibas olmadığı, ülkenin tarihi ve toplumsal yapısı ile ilişkili olduğundan da söz etmektedir.

        O, “Ahlaka ve Terbiyeye Tatbik Edilmiş Muhtasar İçtimaiyat” adlı eserinde kitap ve sosyolojik yaklaşımı hakkında da şunları söylemektedir; “Bu kitap, Durkheim’in ilmi usulüne ve ilmi mezhebine göre yazılmış kısa bir sosyolojidir. Bununla beraber bu kitap, taklit değildir, hakikati aramak için yazılmıştır. Çünkü Durkheim’in ilmi usulünden ve ilmi mezhebinden ayrılmayan bu kitap araştırma sahası olarak, Türk, İslam ve Osmanlı medeniyetlerini kabul etmiş, Durkheim’in sosyolojisine ilave ettiği örnekleri ve uygulamaları, özellikle bu medeniyetlerden almıştır. Bu kitabı özgün bir eser hâline koyar. Bununla beraber, kitabın özgünlüğü yalnız uygulamalarının, Türk, İslam, Osmanlı medeniyetlerine ait olmasından ibaret değildir. Çoğunlukla Türkçeden veyahut Arapçadan bulunup alınan bu kavramlarla sosyoloji millî bir ilim hâlini aldı. Gençlerimizin sosyolojiye daha büyük bir şevkle sarılmaları, sosyolojinin bu iki suretle millîleşmesindendir. Her memlekette sosyolojinin ilk vazifesi, içtimaiyat usullerini uygulamakla millî medeniyetin tarihini araştırmaktır.

        Bu kitap yaratıcı olduğu kadar özgündür de. Bu kitap hem tercümedir hem de teliftir. Kitabın metni itibarıyla tercümedir. Türk medeniyetine ait olup, bu kitaba ilave olunan müesseselere göre teliftir (Ziya Gökalp 1985: 187- 188).

        İnalcık’ın yorumuna göre, Gökalp, Durkheim sosyolojisini alıp bir Doğu toplumuna uygulayabildiyse bu, ancak ondokuzuncu yüzyılın sosyolojisinin soyut kavramlara göre kurulmuş soyut bir sistem olmasından ileri geliyordu. O dönemde her toplumun kendi tarihî “sosyal zaman” kavramı sosyolojide yer etmemişti. Bugün “sosyal zaman”a bağlı bir araştırma konusu olan sosyolojiyi soyut kavramlara bağlı tutmak güçtür. Her toplumu kendi şartları içinde izlemek gerekir (İnalcık, 2013: 247).

        Ziya Gökalp’ın Sosyolojisinde Bazı Temel Kavramlar

        Ziya Gökalp’ın düşünce sistemi ve sosyolojisindeki temel kavramlar öncelikle millet, milliyet, örf, halk Türk toplumunun o gün için tartıştığı kavramlardır. Gökalp, millet kavramının Türkiye’nin tarihi ve toplumsal yapısı ve durumuna göre tartışarak tanımlamıştır. Onun tanımına göre millet, ne coğrafi ne ırki ne siyasi ne de iradi bir zümre değildir. Millet dilce ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan kültürel bir zümredir (Ziya Gökalp1973: 227), (Ziya Gökalp1976: 13-16).

        Türkçülüğün Esasları adlı eserinde milleti ırk, kavim, coğrafya, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan bütün tebaa, bütün Müslümanların toplamı, mensubiyet hissi gibi unsurlarla açıklayan düşüncelerden söz ederek, milletin bütün bu tanımlardan farklı olduğunu ifade eder.

        Ziya Gökalp’a göre millet çağdaş bir kavramdır. O bakımdan toplumlar iptidai cemiyetler (toplumlar) ve milletler olarak ikiye ayrılırlar. Gelişmiş topluluklar olan milletler, çağdaş sanayileşmiş toplumlara hastır (Ziya Gökalp 1981:  38- 39).

        Ziya Gökalp, devletleri yapıları ve tarihi süreçlerine göre üçe ayırmaktadır: Kavim devleti, imparatorluk ve millî devlet.

        Batı Avrupa’da feodalitenin çözülmesi, mecburi askerlik ve ordunun millîleşmesi, meşrutiyet, basın serbestliği, eğitimin yaygınlaşması ve iktidarın halka geçmesi millî devleti doğurmaktaydı. (Ziya Gökalp1973: 217).

        Ziya Gökalp’ın terminolojisinde yer alan kavramlardan biri de zümredir. Ona göre “zümre”, özel dayanışmayla birbirine bağlı bulunan fertlerin toplamıdır. Aile, köy, aşiret, sınıf,  ümmet, devlet, millet gibi (Ziya Gökalp: 1977: 8-9).

        Gökalp, aile, siyasi zümreler ve meslek zümrelerini tanımladıktan sonra gelişmiş şehir toplumlarında küçük toplulukların yoğun iktisadi ve toplumsal ilişkilerle ortak vicdana ve ortak bir mefkûreye ulaşarak millete dönüştüklerini ifade etmektedir. Bütün bu toplulukların üzerinde hepsini içine alan millettir.

        Ziya Gökalp’ın mefkûre kavramı ideal yahut kolektif şuur (bilinç) kavramlarını andırmakla birlikte onlardan daha farklı bir muhtevaya sahiptir. Ona göre, bir millet büyük bir felakete uğradığı, korkunç bir tehlike karşısında bulunduğu zaman kişilerin ferdi şahsiyetleri ve millî şahsiyetleri ortaya çıkar. Bu kargaşalı durumda fertler kendi hürriyetlerini değil, miletlerinin istikbalini düşünürler. İşte o aziz duygu ile karışık olan bu mukaddes düşünceye “mefkûre” (ülkü) ve bu buhranlı devreye de “ilhak devresi” adı verilir. Buhranlı günler mefkûrelerin doğuş günleridir (Ziya Gökalp 1976b: 63).

        Gökalp’a göre, mefkûre ferdi bir fikir değil içtimai bir gerçektir. Bu yüzden fertler tarafından yaratılamayan mefkûre, içtimai sebeplerle kendi kendine doğar. Bir gerçek olduğu için, her gerçek gibi onun da ilminin yapılabilmesi gerekir. Mefkûreyi inceleyecek olan bilim de sosyolojidir (Ziya Gökalp 1982a: 62-69).

        Dayanışma kavramını Ziya Gökalp Durkheim’den ödünç almıştır. Durkheim tarım ve kır toplumlarının dayanışmasına mekanik, şehir toplumlarının dayanışmasına organik dayanışma adını vermektedir. Ziya Gökalp, bu iki dayanışma türünden de söz ettikten sonra bu kavramı millete uygulamıştır. O dayanışma kavramının yanında “millî dayanışma” kavramını da kullanmaktadır (Ziya Gökalp 1981: 37- 38).

        Ziya Gökalp’ta Medeniyet ve Hars Kavramları ve Ayırımı

        Ziya Gökalp’ın hars ve medeniyet kavramlarına yüklediği anlam ve değerlendirmeleri onun en fazla tartışılan ve eleştirilen noktasını oluşturur.

        Ziya Gökalp, hars kelimesini Fransızca “culture”den Türkçeleştirmiştir. Bu kelimenin kökeninden yola çıkarak Arapçadan “hars” kelimesini türetmiştir. Medeniyet kelimesi ise civilisation yerine kullanılan, Medine’den türetilmiş olan Arapça bir kelimedir.

        Ziya Gökalp’a göre, hars ile medeniyet arasında hem ortak noktalar hem de ayrılık noktaları bulunmaktadır. Hars ile medeniyet arasındaki ortak nokta her ikisinin de bütün içtimai hayatları toplamış olmasıdır. İçtimai hayatlar şunlardır: Dini hayat, ahlaki hayat, hukuki hayat, bedii hayat, iktisadi hayat, lisanî hayat, fenni hayat. Bu sekiz türlü içtimai hayatların toplamına hars adı verildiği gibi medeniyet de denilir.Gökalp’ın bu tanımında hars ve medeniyet ayırımı bulunmamaktadır.

        Ona göre, hars millî, medeniyet beynelmileldir. Hars bir milletin dini, ahlaki, hukuki, muakalevi (akli, rasyonel), bedii (estetik), iktisadi ve fenni hayatlarının ahenktar bir toplamıdır.

        Medeniyet usul vasıtasıyla ve ferdi iradelerle oluşan içtimai hadiselerin toplamıdır. Mesela dine dair bilgiler ve ilimler, usul ve irade ile vücuda geldiği gibi, ahlaka, hukuka, güzel sanatlara, iktisada, mukaveleye, lisan ve fenlere dair ilgiler ve nazariyeler de hep fertler tarafından usul ve irade ile vücuda getirilmişlerdir. Bütün bu kavramların, bilgilerin ve ilimlerin toplamı medeniyet dediğimiz şeyi meydana getirir.

        Bütün Avrupalı milletler arasında ortak bir Batı medeniyeti vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden ayrı ve bağımsız olmak üzere bir İngiliz harsı, bir Fransız harsı, bir Alman harsı bulunmaktadır.

        Hars ile medeniyeti birbirinden ayıran, harsın bilhassa duygulardan, medeniyetin bilgilerden mürekkep olmasıdır. İnsanda duygular usule ve iradeye tabii değildir. Bir millet, diğer milletin dini, ahlaki, bedii duygularını taklit edemez (Ziya Gökalp 1976a: 26- 35).

        Doğu medeniyet dairesi bulunan Osmanlı medeniyeti, ortadan kalkacak, onun yerine bir taraftan İslam diniyle beraber bir Türk harsı, diğer taraftan da garp medeniyeti kaim olacaktır (Ziya Gökalp 1976a: 40).

        Gökalp’ın medeniyet ve hars ayırımı pratik endişelerden kaynaklanmaktadır. Batı medeniyeti içerisinde yer alarak, modern bilim ve teknolojiye ulaşmak, bağımsız, modern bir devlet kurmak. Gökalp’ın ideali Batı’dan medeniyet adını verdiği teknoloji ve bilimi alarak Türk ve Müslüman kalmaktır. Türkler Tanzimatçıların ikiliği yerine tam olarak Batı medeniyetinin değerlerini benimserlerse ve hars adını verdiği kültürü halktan alarak yaratabilirlerse bunu yapmaları mümkün olacaktır.

        Ziya Gökalp’ın Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak ile Türkçülüğün Esasları Adlı Eserleri

        Ziya Gökalp,Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak adlı eserini 1918 yılında Türk Yurdu ve İslam dergilerindeki makalelerinden derleyerek hazırlamıştır. Bu metinlerin belirli bir plan ve sıraya göre bir kitap olarak tasarlandığı ve kurgulandıkları anlaşılmaktadır.

        Ziya Gökalp’a göre o devirde memleketimizde üç fikir akımı vardı: Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık. Bu üç fikir akımı da o günün hakiki ihtiyaçların doğmuştu.

        Ziya Gökalp’in “milliyet asrı” dediği çağda, milliyet mefkûresi önce gayrimüslimlerde, sonra Arnavut ve Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıkmıştı. Türkler Osmanlı Devleti’nin asli unsuru oldukları için devletin bekasını ayakta tutmak endişesiyle “Türklük yok, Osmanlılık var” diyerek milliyetçilik yapmıyorlardı (Ziya Gökalp 1976b: 12-19).

        Ziya Gökalp’ın amacı o dönem içerisinde birbiri ile mücadele eden ve zaman içerisinde birbirine hasım hâle gelen üç fikir hareketinin müşterek noktalarına vurgu yaparak iç barışı sağlamaktı. Aynı zamanda bütün güçlerini zor zamanda birbirlerine karşı kullanmak yerine ülkeyi uçurumdan kurtaracak fikir geliştirmelerini sağlama endişesiydi.

        Ona göre, muasırlaşmak demek, Avrupalılar gibi savaş gemileri, otomobiller, uçaklar yapıp kullanabilmek demekti. Muasırlaşmak, şekilce ve maişetçe Avrupalılara benzemek değildi. Türkleşmek, İslamlaşmak mefkûreleri arasında bir çatışma olmadığı gibi, bunlarla muasırlaşmak arasında da bir çekişme mevcut değildi.

        Belirli tarihe kadar, Batı’nın hangi özelliklerini almak gerektiği yolundaki yüz yıllık bir tartışmaya Ziya Gökalp da katılır. Ona göre, “Avrupa’dan yalnız ilmi ve amelî aletlerle fenlerin iktibası” gerekliydi. Bu akımların üçünü de kabul ederek, bunların, bir ihtiyacın üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğunu anlayarak “muasır bir İslam Türklüğü” yaratmak gerekliydi (Ziya Gökalp 1976b: 12).

        Türkçülüğün Esasları, “Ocaklılara Armağan” ibaresiyle 1923 yılında yayımlanmıştır. Yeni harflerle ancak 1940’da tekrar basılan kitap, Ziya Gökalp’ın en fazla tanınan aynı zamanda da birçok kitap ve makalesinde yer alan düşüncelerin derli toplu bir takdimidir. Ziya Gökalp, bu eserinin ilk kısmında Türkçülük hareketini tarihi ve toplumsal bir zemine yerleştirmeye çalışmakta, ikinci kısımda ise uygulamaya dönük bir program sunmaktadır.

        Sonuç ve Değerlendirme

        Ziya Gökalp Diyarbakır’ın köklü ailelerinden birine mensuptu. Babası Diyarbakır’da evrak, nüfus, Vilayet Matbaası müdürü ve “Diyarbekir” gazetesi başyazarı olan Mehmet Tevfik Efendi’ydi. Küçük yaşta aile içerisinde Arapça ve Farsça dersleri alan Gökalp Fransızcayı da öğrenmişti.

        Ziya Gökalp bu üç dile hâkimiyeti dolayısıyla Batılı düşünürler ile Şark klasiklerini de takip edebiliyordu. Gökalp, gençlik yıllarında bu iki kültür arasındaki çatışmanın da yol açtığı bir intihar teşebbüsünde bulunmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında intihar vakalarını sık rastlanıyordu. Bu dönemler içerisinde gazetelerin intihar haberlerini vermelerinin yasaklandığına dair malumat NezahatArkun’un “İntiharın Psikodinamikleri” adlı eserinde yer almaktadır.

        Ziya Gökalp, ailesinin ona kazandırdıklarının yanında babasının matbaa müdür ve Diyarbekir gazetesinin başyazarı olması sebebiyle bir gazete ve derginin bütün safahatına hâkimdi. Bu müktesebatı İttihat ve Terakki bünyesindeki ve diğer yayın organlarınıfaaliyete geçirmesi noktasında katkı sağlamıştır.

        Ziya Gökalp birçok dalda eserler vermiş, popüler ve bilimsel yazılar kaleme almıştır. Fikriyatını geniş kesimlere yaymak, “Yeni Lisan” ve “Dilde Türkçülük” konusundaki fikir ve endişeleri ile gazete ve dergi diline hâkimiyeti sayesinde en çetrefilli konuları kolaylıkla aktarabilmiştir.

        Ziya Gökalp’ın ele aldığı konuları sistematik hâle getirmesi, maddeler hâlinde sunması ve soyut nesneleri dahi somut kavramlara ve olgulara dönüştürmesi, gerek onun sosyolojiyle olan ilgisi gerekse de “ideolog” yapısı ile de ilgilidir. Hilmi Ziya Ülken, onun bu özelliğini şu şekilde anlatır: “Mantıkçı bir kafa yapısına sahip olan Gökalp heyecanlarını dahi tanımlamak ve sınıflamaktan hoşlanırdı.” (Ülken, 1977: 503). Yine bir başka eserinde Ülken, Ziya Gökalp’ın mefkûre kavramını bir olgu olarak ele aldığını ve ideali bir obje gibi sınıflama çabasından bahsetmektedir (Ülken, 2007: xxı).

        Durkheim sosyolojisi, döneminin Avrupa’sında hâkim sosyoloji akımlarından biriydi. Çağının en önemli fikir adamlarından olan Durkheim sosyolojisi ile tanışmak, Montesquieu, Saint Simon, AugusteComte gibi önemli isimlerle de temas kurmayı gerektiriyordu. Ziya Gökalp Durkheimi kendisine rehber edinmişti. Ancak o Durkheim’insadece bir aktarıcısı olmamış, onun kavram ve ilkelerini Türkiye’nin tarihi ve toplumsal şartlarına uygulamıştır. Durkheim’in dönemin sanayileşmekte ve kentleşmekte olan Avrupa toplumunun meselelerine dair kavramlaştırmalarını Türk toplumuna göre dönüştürmüştür.

        Ziya Gökalp’ın millet, devlet, mefkûre, medeniyet ve hars konusundaki kavram ve teorileri Durkheim’de yoktur. Aynı zamanda intihara teşebbüs etmiş bir kişi olarak Durkheim’in “İntihar” adlı klasik eserinden hiç söz etmez ve kendi intihara teşebbüsünü de onun ele aldığı şekliyle değerlendirmez.“Küçük Mecmua”nın ilk sayısında yer alan “Refah mı, Saadet mi?” adlı yazıda intiharı mefkûre ile ilişkilendirir. Onun ifadesine göre,“İnsanlar arasında mefkûre çoğaldıkça intihar azalır, mefkûreazaldıkça intihar çoğalır” (Ziya Gökalp, 2009: 16).

        Ziya Gökalp’ın sosyoloji ve bilimle olan ilişkisinin bir başka yansıması da onun itidalidir. İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları ile fikir hareketlerinin temsilcilerinin birçoğu onun kadar müsamahakâr değildi. Dönemin siyasi atmosferine hâkim olan çatışma ve şiddettir. Ziya Gökalp’ın en sıradan metinlerinde bile muhaliflere yönelik ağır ifadelere rastlamak zordur.

        Ziya Gökalp’ın en fazla eleştirildiği husus “medeniyet ve hars” konusundaki yaklaşımıdır. Dönem içerisindeki pratik endişelerden kaynaklanan bu ayırım Türk modernleşme hareketinin karakterini ve sürecini de yansıtmaktadır.

        Hars onun “culture” kavramının Türkçeleştirme çabasının ürünüdür. Medeniyet yine kendi terminolojisi çerçevesinde muhtevasını onun doldurduğu bir kavramdır. Bu tanımlama, kavramlaştırma ve sistemleştirme faaliyeti ile teoriyi tarihe ve o güne uygulama teşebbüsü onun gayesi ile uyumludur. O, bu çabalarıyla kendi döneminin Türkiye’sinde bağımsız, sanayileşmiş, şehirli, Türk ve Müslüman kalabilmenin imkânlarını araştırmaya çalışıyordu.

        Ziya Gökalp sosyolojinin ülkemize girmesinde ve yaygınlaşmasındaki rolü tartışılmaz olanyegâne isimdir. O, sosyolojiyi içinde bulunduğu dönem içerisindeülkenin parçalanmaması, iç çatışmaların yaşanmaması, millî bağımsızlık, kalkınma ile halka dayanan, millî bir devlet kurabilme, bu amaçla da memleketin meselelerini tespit etmek ve çözüm aramak amacıyla bir imkân olarak değerlendirmiştir.

Serdar SAĞLAM

        -----------------------------------------------------------------------------------------

        Kaynakça

        Arkun, Nezahat, (1978), İntiharın Psokodinamikleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.

        Beysanoğlu, Şevket. (1956); Ziya Gökalp’in İlk Yazı Hayatı 1894- 1909, İstanbul: Diyarbakırı Tanıtma Derneği Neşriyatı Sayı: 2, Gökalp Külliyatı No: 1.

        ERİŞİRGİL, Mehmet Emin, (1984); Bir Fikir Adamının Romanı Ziya Gökalp, İstanbul: Remzi Kitabevi, (2. Basıma hazırlayanlar: Aykut Kazancıgil- Cem Alpar).

        Fındıkoğlu, Z. Fahri. (1955); Ziya Gökalp, İstanbul: Türk Muallimler Birliği Neşriyatı, No: 6.

        Göksel, Ali Nüzhet. (1956); Ziya Gökalp’in Neşredilmemiş Yedi Eseri ve Aile Mektupları, İstanbul: Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği Neşriyatı Nu: 4, Gökalp Külliyatı Nu 3.

        İnalcık, Halil; (2013). “Ziya Gökalp: Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür”, Osmanlı ve Modern Türkiye- Araştırmalar, İstanbul: Timaş Yayınları.

        Kırzıoğlu, Fahrettin. (1977); Malta Konferansları, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: M. Fahrettin Kırzıoğlu).

        Kudret, C. (1963); Ziya Gökalp, Ankara: T.D.K Yayınları: 207, Türk Diline Emek Verenler Dizisi: 5.

        Seyfi, Orhan. (1937); Ziya Gökalp - Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Cumhuriyet Kitaphanesi.

        Tanyu, Hikmet. (1981); Ziya Gökalp’in Kronolojisi, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları.

        Utku, Ali; ERBAY, Erdoğan: (2005); “Ziya Gökalp İçin: Kayıp Eserin Yazgısı Üzerine- Malta Sürgününde Felsefe Dersleri”, Ziya Gökalp- Felsefe Dersleri, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, (Sadeleştiren ve yayına hazırlayanlar: Ali Utku, Erdoğan Erbay), s. ix- xviii.

        Ülken, Hilmi Ziya.(2007); Ziya Gökalp, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, (Yayına hazırlayan: Yunus Koç).

        Ülken, Hilmi Ziya.(1966); Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Konya: Selçuk Yayınları.

        Yeğin, Abdullah; Badıllı, Abdulkadir; Hekimoğlu, İsmail; Yenisey, Fazıl. (1956); “Doğumunun 8o. Yıldönümünde: Ziya Gökalp”, Doğumunun 80. Yıldönümü Dolayısıyla Ziya Gökalp ve Açılan Ziyagökalp Müzesi, Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği Neşriyatı Nu: 3, Gökalp Külliyatı Nu 4, İstanbul.

        Ziya Gökalp, (2009), Küçük Mecmua I, (Çeviriyazı: Şahin Filiz), Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Yayınları.

        Ziya Gökalp, (2006), Felsefe Dersleri, Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, (Sadeleştiren ve yayına hazırlayanlar: Ali Utku, Erdoğan Erbay).

        Ziya Gökalp, (1985), Tamamlanmamış Eserler- Birinci Cilt, Ankara: Neyir Matbaası, (Hazırlayan: Şevket Beysanoğlu).

        Ziya Gökalp, (1981), Makaleler VIII, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Ferit Ragıp Tuncor).

        Ziya Gökalp, (1981a), Makaleler V, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Rıza Kardaş).

        Ziya Gökalp, (1982), Makaleler VIII, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Süleyman Hayri Bolay).

        Ziya Gökalp, (1982a), Makaleler VII, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: M. Abdülhaluk Çay).

        Ziya Gökalp, (1977),  Makaleler III, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: M. Orhan Durusoy).

        Ziya Gökalp, (1976a),  Türkçülüğün Esasları, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Mehmet Kaplan).

        Ziya Gökalp, (1976b), Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: İbrahim Kutluk).

        Ziya Gökalp, (1976c),Türk Medeniyeti Tarihi, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayanlar: İsmail Aka, Kâzım Yaşar Kopraman).

        Ziya Gökalp. (1973); Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I, İstanbul: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, 1000 Temel Eser Yayınları.

Kaynak: Türk Yurdu Dergisi - Aralık 2014 - Yıl 103 - Sayı 328

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum