ZAFER TOPRAK YAZDI: FİKİR DERGİCİLİĞİNİN YÜZ YILI
ZAFER TOPRAK YAZDI: FİKİR DERGİCİLİĞİNİN YÜZ YILI Türkiye’de Cumhuriyet öncesi fikir dergiciliğinin evrimi iki döneme ayrılabilir.
ZAFER TOPRAK YAZDI: FİKİR DERGİCİLİĞİNİN YÜZ YILI
Türkiye’de Cumhuriyet öncesi fikir dergiciliğinin evrimi iki döneme ayrılabilir. İlk dergi Vakâyî-i Tıbbiyye’nin yayın tarihi olan 1849’dan Ahmet İhsan (Tokgöz),ün 1891 yılında kurduğu Servet-i Fünûn’a değin uzanan dönem Osmanlı dergiciliğinin ansiklopedist çağıdır. Ahmed Şuayib, Hüseyin Cahid, Mehmed Cavid’in Servet-i Fünûn’daki yazılarıyla pozitivist dönem başlar ve Ziya Gökalp’in Diyarbakır’da çıkardığı Küçük Mecmua’yla Cumhuriyet’e ulaşır.
Osmanlı Dergiciliğinde Ansiklopedizm
İlk Osmanlı dergileri, Tanzimat’la birlikte Batı’ya yönelişin uzantısıdır. Tanzimat Batı’ya açılıştır ve Osmanlı’yı özellikle Batı’nın bilim ve tekniği ilgilendirmektedir. Dergiler, olanaklar ölçüsünde, Batı’yı tanıtan yazılara yer verirler. Batı’daki bilimsel ve teknik gelişmeyi genel hatlarıyla Osmanlı okuyucusuna tanıtırlar. İslamî nitelikteki “ilim”in ötesinde Batı fenleri, ya da sözcüğün çoğuluyla “fünûn”, giderek bir okuyucu kitlesi oluşturur. Mecmua-i Fünûn, Rehber-i Fünûn, Servet-i Fünûn, Hazine-i Fünûn türü dergi adları Batı’daki “fen”lerin doğurduğu ilginin somut kanıtlarıdır. Aynı dönemde Osmanlı okuyucusu Batı yazın türleriyle de tanışmaktadır. Ahlâk ve eğitime yönelik yazılar hemen her tür dergide yer alır. Tanzimat’ın çağdaşlaşma sürecinde eğitim ve ahlâkın ayrıcalıklı bir konumu vardır.
İlk Türkçe dergi sayılan Vakâyî-i Tıbbiyye 1849-1851 arası, yirmi sekiz sayı yayınlanmış aylık bir dergidir. Meslekî nitelikteki bu dergi sağlık sorunlarına eğilir. Ancak popüler “fen” konularına da yer vermiştir. Ayrıca Fransızca bir nüshası vardır. Ansiklopedist gelenek Mecmua-i Fünûn ile gelişir. Tanzimat aydını Münif Paşa’nın (1828-1910) kurduğu Cemiyet-i Tedrisiyye-i Osmaniyye’nin yayın organıdır. Tercüme Odası’nda Fransızca, Berlin’de, sefaret ikinci kâtibi iken Almanca öğrenmiştir. Eklektik bir bilgi birikimi vardır. Gazetecilik, sefirlik, nazırlık yapmış, hukuk, iktisat, edebiyat, felsefe ile ilgilenmiştir. Mecmua-i Fünûn 1862’de yayınlanır. 1865’te patlak veren kolera salgınıyla yazı kadrosu dağılır. Bir süre sonra tekrar yayınlanır ve 1867’ye değin aylık kırk yedi sayı çıkar. Dergi üçüncü kez 1883’te yayınlanmaya başlar. Ancak ilk sayıda yer alan “Bir Yıldızböceği ile Bir Yolcu” başlıklı yazı, odönemin sansürü tarafından Abdülhamid’e bir taşlama olarak değerlendirilir ve dergi toplattırılarak yayınına son verilir. Mecmua-i Fünûn Tanzimat aydını için bir okuldur. 18. Yüzyıl Fransız ansiklopedistlerinin işlevini üstlenmiştir. Batı’ya dönük aydınlara seslenir. Batı yörüngesinde eğitim görmüş aydınların yazılarına yer verir. Çağdaş, pozitif bilim ve felsefe dili ilk kez Mecmua-i Fünûn’da tartışılır. Tarih, kozmografya, coğrafya, jeoloji, iktisat, eğitim ve felsefe sorunları dergi sayfalarında sık sık yer alır. Dergide, Münif Paşa yanı sıra Edhem Paşa, Cemil Paşa, Reşid Paşazâde Halil Bey, Kadri Efendi, Ohannes Efendi gibi Avrupa’da eğitim görmüş, ya da İstanbul’da Fransızca öğrenmiş seçkin şahsiyetlerin yazılarına yer verir. Mecmua-i Fünûn döneminin Batı’ya açılan penceresidir. Hükümetçe, Cemiyet-i Tedrisiyye-i Osmaniyye’ye Çiçek Pazarı’nda tahsis edilen okulla birlikte, Osmanlı aydınına İslam dünyasının ötesini görme olanağı sağlamıştır. Tanzimat’ın Batı’ya yönelik aydın tipinin, Tercüme odası ve Münif Paşa’nın ansiklopedist girişimleri sonucu oluştuğu söylenebilir.
Dergicilikte Politik Mesaj: Ulum
1860’lar Osmanlı basınında atılım yıllarıdır. 1860’da Ağâh Efendi Tercüman-ı AhvaVi çıkarır. Şinasi’nin 1862’de yayınladığı Tasvir-i Efkâr’ın başına bir süre sonra Namık Kemal geçer. Ali Suavi is Filip Efendi’nin 1866’da kurduğu Muhbifin yazı kadrosunda yerini alır. Aynı yıllar basın mevzuatının düzenlendiği dönemdir. 1868 tarihli Matbuat Nizamnamesi, Ceza Kanunnamesi yanı sıra basına yeni sınırlar çizmiştir. Gazete yayıncılığı ön izin koşuluna bağlanmıştır. 1867’de kısıtlamalar daha da genişletilir. Birçok gazeteci İstanbul’dan uzaklaştırılır.
1860’lı yıllar dergicilikte de önemli atılımlara sahne olmuştur. Üç sayı çıkan ilk resimli dergi Mir'at 1862’de yayınlanır. Sekiz sayılık (1862-1864) Mecmua-i İber-i İntibah yine aynı yıl çıkarılar. Erkânı Harbiyye-i Umumiyye dairesi 1864’te, on beş günlük Ceride-i Askeriyye’nin yayınına başlar ve bunu 1919’a değin sürdürür. 1865-1866 arası aylık on altı sayı çıkan Mecmua-i İbretnüma, Cemiyet-i Kitabet’in yayın organıdır. Haftalık Türkçe-Fransızca Takvim-i Ticaret - Le Moniteur du commerce, 1866-1873 arası 114 sayı basılır. 1867’de Mehmed Arif on sayı haftalık Ayine-i Vatandı çıkarır. Tuhfetü 't-Tıb 1867’de yayınlanan bir başka “fen” dergisidir.
Tanzimat’la birlikte gündeme gelen Osmanlı “aydınlanma” girişimi, 1860’lı yıllarda önemli bir yol kat etmiştir. Aynı yıllarda Osmanlı basını giderek yaygın bir okuyucu kitlesi oluşturur. Osmanlı dergiciliği de ansiklopedist yaklaşımıyla bu gelişmeye katkıda bulunur. Dergicilik 1870’li yıllarda da gelişimini sürdürür. Yurt dışına kaçmak zorunda kalan Ali Suavi’nin Ulûm dergisi 19. yüzyıl fikir dergiciliğinde önemli bir adımdır. Ek olarak alfabetik sırayla bilimler üzerine
ayrıntılı bilgi içeren bir ansiklopedi veren Ulûm, Vakâyi-i Tıbbiyye'nin başlattığı ve Mecmua-i Fünûn’un geliştirdiği ansiklopedist geleneği sürdürür. Batı felsefesi tarihi ilk kez Ali Suavi’nin kalemiyle Ulûm’da yer alır. Dergide Batı’ya yönelik görüşler dinsel temele dayandırılır; yeniliklerin kökleri İslam’da aranır. Diğer bir deyişle İslamcılıkla Batıcılık Ulûm dergisinde örtüşür. Bir tür İslam modernizmi gündemdedir. Ali Suavi’nin yazılarında Türkçülüğün ilk belirtileri de görülebilir. Ulûm'’da Ali Suavi İslamlaşmaktan yanadır; çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi amaçlar; Batı ulusları karşısında Türkçülükte çözüm arar. Bu ilkeler doğrultusunda Suavi’nin bireşimci yaklaşımı 20. yüzyılın ilk on yıllarında Osmanlı fikir hayatını geniş ölçüde etkiler.
- Birinci Meşrutiyet’e Yöneliş ve Ahmed Midhat
1870’li yıllar Osmanlı Devleti’nin bunalımlı bir dönemidir. Osmanlı maliyesi iflasın eşiğindedir; Abdülhamit tahta geçer; Osmanlı Rus Savaşı patlak verir; Kanun-ı Esasî ilan edilir. Ancak tüm bu güncel sorunlara karşın Osmanlı dergiciliği ansiklopedist tavrını sürdürür; siyasetle ilgilenmeyi büyük ölçüde gazetelere bırakır. Hasan Paşa’nın altı sayı yayınladığı Ravzatü 'l-Maarif (18701871) edebiyat ve bilim ağırlıklı bir dergidir. 1871’de yedi sayı çıkan on beş günlük Sıhhatnüma tıp dergisidir. 1871’de aylık Ceride-i Tıbbiyye-i Askeriyye yayınlanır. Mevâdirü 'l-Âsar (1873) on bir sayılık Revnak (1873-1875), Öteberi (1873), Mecmua (1873), M. Arifin çıkardığı, sonradan Musavver Medeniyyet adını alan Haftalık Medeniyyet (1874-1878) ve son olarak Afitâb-ı Maarif (18741875) , 70’li yılların ilk yarasında basılan dergilerin belli başlılarıdır.
Ahmed Midhat , Tanzimat’ın ansiklopedist birikimini halka ulaştırmayı amaçlayan bir yazardır. 1871-1872 yıllarında on cüz olarak yayınladığı Dağarcık, Münif Paşa’nın Mecmua-i Ulûmunun dili ve düzeyi açısından halka yönelik bir benzeridir. Dergi, Ahmed Midhat’ın kişiliğini yansıtmaktadır.
Avrupa bilim ve felsefesiyle İslamın dinsel inançları arasında çözüm arar. Pozitivist felsefenin, Lamarkizmin verileriyle İslam esaslarını birleştirmeye çalışır. Kur’an’da, hadiste Batı düşüncesine açılım arar. Öte yandan, dergi, şirket fikri, özel teşebbüs, çalışarak yaşama, sosyal adalet gibi o gün için dergilerde pek görülmeyen konulara değinir. Dağarcık, izin almaksızın yayınlandığı gerekçesiyle bir süre sonra Meclis-i Maarif kararıyla yayından men edilir. Kırk Anbar, Ahmed Midhat’ın sürgündeyken yayınladığı bir dergidir. Mehmed Cevdet müstear adıyla çıkarılan dergi 1873-1876 arası otuz sayı yayınlanır.
70’li yılların ikinci yarısında dergicilik ivmesini yitirmemiştir. 1875’te Keşkül, bir yıl sonra Mir 'at-ı İber yayınlanır. Haftalık arkadaş 1876’da on üç sayı çıkar. Ebüzziya Tevfik, sekiz sayı aylık Muharrirdi (1876-1878) yayınlar. Mehmed Esad yedi sayı on beş günlük Derme Çatma’yı (1878-1879) basar. 1878’de
Ahmed Cevad’ın sekiz cüzlük Yadigâr ı, 1878-1879’da da Cemiyet-i İlmiyye’nin onbeş günlük Mecmua-i Ulûm’u yayın hayatına girer.
II. Abdülhamid ve Osmanlı Dergiciliği
1878 başında II. Abdülhamid Osmanlı Meclisi’ni tatil eder ve Kanun-ı Esasî’yi askıya alır. 1908’e değin sürecek bir mutlak yönetim dönemi başlar. 1878’de kurulan Sansür Heyeti’yle basın etkin bir biçimde denetime alınır. Gazeteler basım öncesi kayıt altındadır. 1879 ertesi, gazetelere oranla dergi sayısında büyük artış görülür.
Edebî ve siyasi nitelikteki Mecmua-i Ebüzziya 1880’le yayınlanmaya başlar. Osmanlılığı savunan ve Ebüzziya Tevfik’in çıkardığı bu dergi 1887-1894 arası yayınına ara verir. Kurcusunun ölüm tarihi 1912’ye kadar 159 sayı basılır. Aylık Şark dergisi 1880-1881 arası sekiz sayı çıkar. Mahmud Celaleddin ve Samipaşazade Baki tarafından yayınlanan haftalık Hazine-i Evrâk dergisi 18821883 yıllarında atmış üç sayı basılır. Dergi, halkın eğitiminin salt okul ve üniversitelerden beklenemeyeceğini, Avrupa’da milyonlarca yayının benzer işlevler üstlendiğini kaydederek, bilim ve eğitime yayın yoluyla hizmet etmeyi amaçlar. Münif Paşa’nın Mecmua-i Fünûn’daki olumlu çabalarına değinen dergi, benzer bir işlevi üstleneceğini ve ülkenin “aydınlanması”na yardım edeceğini açıklar. Hazine-i Evrâk Tanzimat döneminin usta ve genç yazarlarını aynı çatı altında toplar. Sayfalarında değişik konulara yer verir. Sık sık Batı’dan çeviriler ve mektuplar görülür. Münif Paşa, Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem, Samipaşazade Sezai, Ablüdhak Hamid, derginin yazarları arasındadır.
1880-1881 yılları arasında yirmi sayı yayınlanan Hafta dergisi Şemsettin Sami tarafından çıkarılır. Okuma-yazma, eğitim ve özellikle dil konuları dergide ağırlıklıdır. Hemen hemen tüm yazıları Şemsettin Sami tarafından kaleme alınan Hafta dergisinde, Osmanlı tabirinin sadece bir devlet unvanı olduğu, milletin adının Türk olması gerektiği savunulmuş, konuşulan dilin Türkçe olduğu vurgulanmıştır. Hafta Türkçülük fikrinin ilk işlendiği dergilerden biridir.
Mehmed İzzet 1882’de Rehber-i Fünûn’u çıkarır. On beş günlük bu dergi on bir sayı yayımlanır. Menemlizâde Tahir’in çıkardığı Gayret edebiyata ve “fenler”e ağırlık veren bir dergidir. 1886-1887 arası otuz üç sayı yayınlanır. Mektuplaşma biçiminde fikir tartışmalarına Gayrefte geniş yer verilir. Dergide, Abdülhak Hamid, Ali Ulvi, Besim Ömer, Beşir Fuad, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Samipaşazade Sezai gibi imzalara rastlanır.
Servet-i Fünûn ve Pozitivizm
19. yüzyılın son on yılına damgasını vuran dergi Servet-i Fünun’dur. II. Abdülhamid döneminde, siyasal düşüncenin baskı altında tutulduğu bir ortamda çıkan Servet-i Fünûn yeni bir fikir ve edebiyat çığırı başlatmıştır. 1891 Martı’nda Ahmed İhsan (Tokgöz) tarafından yayınlanmaya başlayan dergi, ansiklopedist gelenek doğrultusunda, başlangıçta Batı kökenli bilimsel ve teknik bilgilerle donatılmıştır. Servet-i Fünûn, yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesinden sonra edebiyat ve sanat ağırlıklı bir dergi olur. Ancak, derginin fikir dergiciliği alanında da önemli bir yeri vardır. Ahmed Şuayib, Mehmed Cavid, Hüseyin Cahid gibi yazarlar Servet-i Fünûn ortamında kimlik kazanırlar.
Tevfik Fikret’le birlikte, Servet-i Fünûn artık yeni bir edebiyatın, Edebiyat-ı Cedide’nin sözcüsüdür. Osmanlı edebiyatında 1860’tan beri sürmekte olan Doğu-Batı kavgası Batı edebiyatının yengisiyle sonuçlanmıştır. Kısa sürede genç bir yazar kesimini çevresinde toplayan dergi, geleneksel kültür ve edebiyata savaş açar. Hazine-i Fünûn, Resimli Gazete, îrtika, Musavver Malûmat, Servet-i Fünûn’un boy hedefleridir. Baskı ortamında fikir kavgası ancak edebiyat aracılığıyla izlenebilmektedir. Servet-i Fünûn, 1901 yılında Hüseyin Cahid’in Fransızca’dan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı bir yazısı nedeniyle kapatılır. Çeviri, 1789 Fransız Devrimi’ne yer verişi nedeniyle halkı kışkırtıcı nitelikte bulunur. Ancak beraat eder ve altı hafta sonra Servet-i Fünûn tekrar yayınlanır.
Muhalifleri, Servet-i Fünûrfu Fransız edebiyatını taklitle suçlarlar: Ülke gerçeklerine ilgisiz, “gayr-ı millî”, kozmopolit bir edebiyat türü yaratılmıştır. Dil ve üslup bakımından da halktan uzak, yapay bir yol izlenmektedir. Servet-i Fünûn'a yapılan eleştiriler zamanla etkisini göstermeye başlar. Yazarları arasında görüş ayrılığı çıkar. Etkinliği giderek azalır. II. Meşrutiyet’le birlikte yeni bir çıkış yapmak isterse de, artık çok geçtir. Osmanlı toplumu yeni yönelimlerin arayışı içindedir.
Servet-i Fünûn’un etkin olduğu dönemde gelenekçi kesimin dergicilik alanında atılımı Musavver Malûmaftır. Mehmed Tahir tarafından yayınlanan dergi 18951903 arası 423 sayı çıkar. Abdülhamid dergiyi fiilen destekler. Musavver Malûmafta yer alan yazılarda Servet-i Fünûn yoz ve bireyci bir edebiyatın sözcülüğünü yapmakla suçlanır.
Abdülhamid döneminde siyasal sorunlara değinemeyen dergilerde izlenen fikir tartışmaları oldukça yavandır. Çoğunlukla dünyayla ilgili genel haberler ve yararlı bilgiler vermekle yetinilir. Öte yandan dergiler görsel malzemeye ağırlık vermeye başlarlar. Gravür, ardından fotoğraf dergi sayfalarında geniş yer kaplar.
Servet-i Fünûn, Resimli Gazete, Musavver Malûmat okuyucuyu görsel yönden de cezbeden dergilerdir.
II. Meşrutiyet ve İslam Dergiciliği
II. Meşrutiyet’le birlikte yayın hayatında köklü dönüşümler izlenir. 1908-1909 yıllarında 353, 1910’da 130, 1911’ de 124 gazete ve dergi yayınlanır. Basın özgürlüğü fikir dergiciliğini her yönüyle özendirir.
Abdülhamid’e karşı başkaldıran ilk İslamcı-Türkçü yayın organı Sırat-ı Müstakimedir. Hürriyetin İlanı’nın ertesi günü kurulur. İlk sayısının ilk yazısı “Hürriyet-Musavat” başlığını taşır. Yazarı, ileride İttihadçıların şeyhülislamlığını üstlenecek olan Musa Kâzım’dır. Mehmet Akif (Ersoy) ilk sayıdan itibaren dergiye yazı verir. Türk Ocağı’na dönüşecek olan Türk Derneği’nin kuruluşu yine bu dergide kamuoyuna açıklanır.
Sonradan Sabelürreşad adını alacak olan dergi, Rusya Müslümanlarına geniş yer verir. Nitekim yazarları arasına bir süre sonra Ahmed Ağaoğlu da katılır. Kadın sorunu dergide yer alan önemli konulardan biridir. Sırat-ı Müstakim, insanları fukaralığa, atalete ve sefalete sevk eden, “fâni dünya” için çalışmayı gereksiz gören bir din anlayışına karşı tavır koyar. Ticaret, sanayi, tarım gibi uğraşların İslam dini açısından önemini vurgular. Servet edinmeyi özendirir; sanayileşmenin gereğine dikkati çeker.
Eşref Edib’in kurduğu Sırat-ı Müstakim 183 sayı çıkar. Sebilürreşad ise Cumhuriyet yıllarında da, Takrir-i Sükun’a kadar yayınını sürdürür. Mehmed Akif, Aksekili Hamdi, Mahmud Esad, İzmirli İsmail Hakkı, Ahmed Naim, Bursalı Tahir, Halim Sabit, M. Şemseddin Sebilürreşad" ın yazarları arasındadırlar. Ancak modernist İslamcıların bir süre sonra dergiden ayrılmaları üzerine Sebilürreşad gelenekçi İslam’ın sözcülüğünü üstlenecektir.
II. Meşrutiyet’le birlikte İslamcı dergi sayısında önemli bir artış izlenir. Beyanü'l-Hakk 1908-1910 arası 182 sayı çıkar. Tokat Mebusu Mustafa Sabri’nin yayınladığı dergi Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiyye’nin yayın organıdır. Geniş bir yazı kadrosu olan dergi, dinsel konuların yanı sıra, güncel siyasal ve toplumsal sorunlara da eğilir. Dergi Sırat-ı Müstakim gibi şirketleşmeden yana yazılara yer verir. Sada-yi Hakk aynı dönemde gelenekçi İslamcılığı savunur. Modernist İslamcı görüşlere geniş yer veren dergi 1915’te Halim Sabit’in yönetiminde yayınlanmaya başlayan İslam Mecmusf dır. Ziya Gökalp’ın din, ahlâk, eğitim gibi konular üzerine sosyolojik değerlendirmelerinin yer aldığı dergi İttihatçıların yarı -resmî yayın organlarından biridir. İslam Mecmuası iktisadi sorunlara da eğilir. “Millî iktisad”ı savunur. “Millî sermaye”den yanadır. Dergide 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rusya Müslümanlarının ticaret ve sanattaki atılımlarına yer verilir; Rusya’daki Müslüman burjuvazi örnek gösterilir. Ceride-i Sufiyye, Ceride-i İlmiyye ve Mahfil dönemin dinsel içerikli, diğer dergileri arasında yer alırlar.
Batıcılık ve Osmanlı Dergiciliği
II. Meşrutiyet’le birlikte etkinlik kazanan pozitivist düşüncenin sözcüsü Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuasıdır. Yirmi altı sayı çıkan dergide iktisadi sorunlar klasik liberal öğreti ışığında değerlendirilir. Toplumbilimle ilgili ilk kapsamlı yazılar yine bu dergide yer alır. Mehmed Cavid, Rıza Tevfik ve Ahmed Şuayib’in çıkardıkları dergi, Sâtı el Husri, Bedii Nuri, Asaf Nef’i, Dr. Edhem, Faik Nüzhet gibi birçok genç yazara ortam sağlar. Servet-i Fünûn’un pozitivist dünya görüşü, Ahmed Şuayib aracılığıyla bu dergiye ulaşır. Evrimcilik, ya da o günkü deyişle “tekâmül” derginin temel ilkesidir. Spencer’den etkilenen yazarları, evrim ve organik toplum görüşünde birleşirler. Meşrutiyet pozitivizmi doruk noktasına Durkheim ile ulaşacak, dayanışma ve işbölümü yeni bir toplumsal örgütlenmeyi yönlendirecektir.
Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası liberal bir dergidir. Kurucularından Mehmed Cavid, Smith-Ricardo-Bastiat çizgisinde iktisat kitapları yazmış, uluslar arası işbölümüne inanmıştır. Osmanlı, bu nedenle tarım ülkesidir ve tarım ülkesi kalmalıdır. Yapay yöntemlerle sanayileşmek ülkeyi fakirleştirir. Osmanlı toprakları yabancı sermaye olanaklarından en geniş ölçüde yararlanmalıdır. Meşrutiyet liberalizminin sözcüsü Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası’dır.
II. Meşrutiyet hareketi Batı’ya yöneliktir: Pozitivizmle liberalizmi bağdaştırma çabası içindedir. Ancak, Batıcılığı son kertesine değin götüren Abdullah Cevdet’in yayınladığı İctihad dergisi çevresinde toplanan bir gurup Jön Türk’tür. Tanzimat’ın uzlaştırıcı Batılcılığına karşın, İctihad çevresi Batı hayranlığından ödün vermez. Doğu’dan gelen her şeyi geri, Batı kökenlileri ileri bulur. İlericilik-gericilik İctihadcıların Osmanlı fikir hayatına kazandırdıkları sözcüklerdir: Geleneğe bağlanmak gericiliktir; geçmiş her yönüyle dışlanmalıdır. İctihad, kadın haklarını ve ailenin modernleştirilmesini savunur. Medreseye karşı tavır alır. Laikleşmeyi önerir. Arap harflerinin Latin harfleriyle değiştirilmesi, uluslar arası tartı ve ölçü sisteminin benimsenmesi İctihad’ın gündemindeki diğer konulardır. İslamcı Sebilürreşad’la kapıştıkları temel sorunlar bunlardır.
II. Meşrutiyet yıllarında İslamcılıkla Batıcılığı ulusçu bir ideoloji çatısı altında uzlaştırmaya çalışanlar Türkçülerdir. Sırat-ı Müstakim ilk dönemlerinde Türkçülüğe ortam hazırlayacak yazılara yer verirken, Sebilürreşad ümmet birliğini parçalayacağı kaygısıyla Türkçülere karşı çıkar. Osmanlıcılar ise, Türk öğesini yadsımasalar da siyasal birliği parçalayacağı savıyla Mecmua-i Ebüzziya da Türkçüleri eleştirirler.
II. Meşrutiyet’te Türkçüler, Sosyalistler, Modernistler
1908 ertesi Türkçülük akımı Ahmed Midhat, Mehmed Emin, Ahmed Hikmet, Yusuf Akçura, Akil Muhtar gibi yazarların önayak olmalarıyla kurulan Türk Derneği çevresinde gelişir. Aynı adla çıkarılan dergi yedi sayı yayınlanır. Ardından Türk Yurdu dergisi ve Türk Ocağı kurulur.
Balkan Harbi sonucu 1912’de Selanik Osmanlı toprağı olmaktan çıkar ve Genç Kalemler yazarları, başta Ziya Gökalp olmak üzere İstanbul’a gelerek Ocağa katılırlar. Türk Yurdu, İttihad ve Terakki çevresinden destek görür. Hüseyinzâde Ali ve Gökalp sayesinde dergi İttihadcılara yakın bir politika izler. Türkçülüğün fikrî yönü geniş ölçüde Türk Yurdu’nda geliştirilir. Balkan Savaşları ertesi Türkçülük, İttihad ve Terakki’nin yarı-resmî politikasına dönüşmüştür.
II. Meşrutiyet’in gündeme getirdiği Batı kaynaklı bir başka fikir hareketi sosyalizmdir. Osmanlı Sosyalist Fırkası Reisi Hilmi’nin çıkardığı İştirak, sosyalist düşüncenin sözcülüğünü yapar. Meşrutiyet yıllarında maddeci düşünce de önemli bir yol kat etmiştir. Buchner, Haeckel Osmanlıca’ya çevrilmiştir. Darwin, Lamarck üzerine kitaplar yazılır. Batı kaynaklı yeni bir felsefe dili oluşturmayı amaçlayan Baha Tevfik, maddeci görüşe ağırlık veren Felsefe adlı bir dergi çıkarır. Bu yolda Fazıl Ahmed, Ahmed Nebil, Suphi Edhem gibi genç yazarlar Baha Tevfik’e yardımcı olurlar. Baha Tevfik, Felsefemde, 19. Yüzyılın biyolojik ve evrimci maddeciliğinden esinlenir. Lamarck ve Darwin’den kaynaklanan biyolojik ve evrimci maddecilik, Meşrutiyet yıllarında İslamcıların boy hedefini oluşturur.
İslam modernizmini uç noktaya götüren Meşrutiyet aydını Ziya Gökalp’tir. îslam Mecmuası, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, îctimaiyyat Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası gibi dergilerde din ve toplumsal evrim sorunlarına değinen Gökalp, kitlelere ters düşmeksizin, inançlarla uzlaşacak bir yol arar.
Dergicilikte “Yeni Hayat” ve “Yeni Değerler ”
Gökalp’e göre 10 Temmuz günü “hürriyetin ilanı” bir tür siyasal devrimdir. Ardından, Osmanlı’nın gündemine toplumsal devrim, Gökalp’in deyişiyle “ictimaî inkılab” gelir. Bu özlemini Selanik’te Genç Kalemlefde yer alan “Yeni Hayat ve Yeni Değerler” başlıklı yazısında dile getirir: toplumsal devrim, organik bir evrimle elde edileceği için, siyasal devrime oranla çok daha güçtür. Toplumsal devrim eski hayatı bırakmak, yeni bir hayat yaratmaktır. “Yeni hayat”; yeni iktisadî düzen, yeni aile yapısı, yeni sanat, yeni felsefe, yeni ahlâk, yeni hukuk, yeni siyaset demektir. Eski hayatı değiştirmek bu konularda köklü dönüşümlerle gerçekleşebilir.
Genç Kalemler, özellikle dil alanında önemli bir atılım gerçekleştirir. Dilde sadeleşme derginin ana hedefidir. Ulusal türde bir edebiyat ancak ulusal bir dilin ürünü olabilir. Yazı dile ile konuşma dile birleştirilmelidir. Gökalp’in Osmanlıcılıktan Türkçülüğe kayışı bu dergi sayfalarında izlenir. Halkçılığın ilk belirtileri de yine bu dergide görülür. Gökalp, Genç Kalemler ertesi İstanbul’a gelişinde Türk Yurdu ve Muallim dergilerinde yazar. Tarde’in etkisinden çıkar. Fouillee’den esinlenir, giderek Durkheim sosyolojisinde benliğini bulur. Gökalp’in olgunluk dönemi yazıları Yeni Mecmuamda yer alır. İttihadcıların parasal yardımıyla yayınlanan Yeni Mecmua, ulus-devlete yönelik bir ideolojinin temellerini atar. Derginin yörüngesini Durkheim’den esinlenen dayanışmacılık (solidarizm) oluşturur. Gökalp dayanışmacı toplum anlayışını halkçılıkta özümler. Genç Kalemlefdeki “yeni hayat”, Yeni Mecmuamda “ictimaî halkçılık”â dönüşmüştür.
Dayanışmacılık ve Alman Modeli
Cihan Harbi’nin neden olduğu toplumsal çöküntü Osmanlı hayatında dayanışmacılığı gerektirmiş, uzlaştırıcı bir dünya görüşü kaçınılmaz olmuştur. Bu nedenle çelişen toplumsal sınıflar yerine uzlaşan meslek zümreleri konmuş, korporatist yönü giderek belirginleşen meslekçilik vurgulanarak, Osmanlı toplumsal düzeni ahlâk normlarıyla denetlenmek istenmiştir.
Halkçılığın iktisadî boyutu müdahaleci bir devlet modelini gerektiren iktisadi dayanışmacılıktır. Cihan Harbi yıllarında bu işlevi İttihacıların yarı-resmi yayın organı İktisadiyyat Mecmuası üstlenir. İktisadiyyat Mecmuası devletin iktisadî hayata karışmasından yanadır. 19. Yüzyıl liberalizmi artık geçerliliğini yitirmiştir. List’in “milli iktisad”ı, Smith’in “liberal iktisad”ına üstün gelmiştir. Ulus-devlet oluşumunda devlet iktisadiyatı” kaçınılmazdır.
İttihadcılar 1908’de her yönüyle liberal bir nitelik taşıyan Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuasıyla yola çıkmış, İktisadiyyat Mecmuası gibi koyu müdahaleci bir dergiyle 1918’e ulaşmışlardır. 1908’in İngiliz hayranlığı Balkan Savaşları ertesi Alman hayranlığına dönüşmüştür: İktisadiyyat Mecmuası"na göre Türklerin Alman ulusunu örnek almaları gerekir; Almanlar’ın Friedrich List’i gibi Türkler’in de millî iktisatçıları olmalıdır. Bu yıllarda Alman hayranlığı Yeni Mecmuamda da izlenir. “Alman İttihadcılığı” Türkler’e örnek olarak gösterilir: Gökalp’e göre Almanlar kültürel birlik, iktisadî birlik ve siyasal birlik olmak üzere üç aşamada uluslaşmışlardır. Leibniz önderliğinde “Almancılık cereyanı” ulusal birliğin kültürel boyutunu oluşturmuş, List’in çabalarıyla gerçekleştirilen gümrük birliği iktisadî birliği sağlamıştır.
Bismarck’ın iktidarıyla da siyasal birlik oluşmuş ve böylece “Alman İttihadcılığı” amacına ulaşmıştır. Gökalp’e göre Türk İttihadcıları da aynı yolu izlemelidirler. Türkçülüğün ilk aşamasını olan kültürel birlik, ya da “harsî Türkçülük” dil ve edebiyat alanında başlatılmıştır. Savaş yıllarında gündeme gelen “millî iktisat” ise iktisadî birliği gerçekleştirecektir.
Ekonomi ve Dergicilik
II. Meşrutiyet’le birlikte gündeme gelen iktisadî kaygılar dönemin dergilerinde, gerek kuramsal, gerek uygulamaya yönelik, iktisadî içerikli birçok yazının yayınlanmasına neden olur. Özellikle tarım-sanayi seçeneği sürekli tartışılır; iktisadî gelişmeye yönelik değişik çözümler dergilerde yer alır. II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında liberal nitelikteki Ulum-ı İktisadiyye ve İctimaiyye dergisi, tarımdan yana ağırlık koyar. Diğer uçta yeni yeni oluşmaya başlayan Müslüman-Türk girişimcilerinin yayın organı Sanayi dergisi yer alır ve sanayileşmeyi önerir. Sanayi dergisi, kendi deyişiyle “Türk’ün sanayi sahasında atacağı millî adımlar”ı özendirir; sanayi devriminden yoksun kalan Osmanlı toplumunun en kısa sürede iktisadî bağımlılıktan kurtularak bir sanayi ülkesine dönüşmesini diler. Sanayi dergisine göre ulusal varlık ancak sanayileşerek korunabilir. Dergi öte yandan çalışma koşullarının iyileştirilmesi için çaba sarf eder. Mütareke yıllarında işçi sorunlarına daha yoğun eğilerek sosyalist yazarlarına sayfalarında yer verir.
Savaş yıllarında iktisadî sorunlarla ilgilen diğer bir dergi Ticaret-i Umumiyye Mecmuasıdır. Ahmed Hamdi (Başar)’ın yayınladığı dergi savaşla birlikte güçlenen “millî ticaret” çevrelerinin yayın organıdır. Dergiye göre, ulusçuluk, iktisadî bağlamda koruyuculuğu gerektirir. Ulusal varlık ancak Ulasal nitelikte bir iktisadî yapıyla gerçekleşebilir. Bu nedenle serbest ticaret ilkesi bir kenara bırakılmalı, sanayileşmeye ağırlık veren bir “millî iktisad” politikası izlenmelidir. Öte yandan tarımsal ve hayvansal ürünleri girdi olarak işleyebilecek bir sanayi, ülke tarım ve hayvancılığını da geliştirecektir.
Liberal iktisadî düşünceye karşı Cihan Harbi yılları dergilerinde genel bir tavır izlense de bu tavrın ilk belirtilerini daha 1910’ların ilk yarısında Türk Yurdu’nda görmek mümkündür. 1908’in liberal ortamı, rekabet olanaklarından yoksun Müslüman-Türk esnafı güç durumda bırakmış, yabancılara geniş iktisadî olanaklar sağlanmıştır. Türk Yurdu dergisine göre koruyucu bir iktisadî politika kaçınılmaz görünmektedir. Yusuf Akçura’ya göre, bir Türk burjuvazisi oluşturulmalıdır. Parvus’un yazılarına da yer veren Türk Yurdu, iktisadî bağımsızlık sorununa değinen ilk Osmanlı dergisi sayılabilir. Benzer bir yaklaşım İslam Mecmuasında da izlenir. Bu dergide Ahmed Muhiddin, List’ten esinlenerek uluslararası işbölümüne karşı çıkar; ulus düzeyinde kendi kendine yeterli bir ekonomik düzeyden yana olduğunu vurgular.
“Halka Doğru” Dergicilik ve Korporatizm
- Meşrutiyet yılları “avam” ya da “ahalî” sözcükleri yerine “halk” sözcüğünün kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdir. Halkçılık sözcüğü ilk kez Yeni Mecmuamda yer alırsa da, halkçı düşüncenin ilk belirtileri, ve bu arada köycülük, Türk Ocağı’nın kurulduğu yıllarda ortaya çıkar. Türk Ocağı ve Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti çevresinde toplanan Osmanlı aydınları Türk Yurdu ve Halka Doğru dergilerini yayınlarlar. Halka gitmeyi, halka inmeyi, halkı uyarmayı amaçlayan Osmanlı popülistlerinin sözcülüğünü Yusuf Akçura üstlenir. Türk Yurdu’nda ulusun halktan kaynaklandığı vurgulanır, halktan ayrı bir ulus kavramının düşünülemeyeceğini belirtilir. Uluslaşabilmek için halkı yükseltmek gerekir, Osmanlı aydının halka doğru “inmesi”, halkı anlaması önerilir.
Halka Doğru dergisi 1913 yılında Celâl Sahir’in yönetiminde yayınlanır. Halide Edip, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzâde Ali, Hamdullah Suphi, Ali Canip, Galip Bahtiyar, Kâzım Nami, Köprülüzâde Mehmed Fuad, Ziya Gökalp, Mehmed Emin, Mehmed Ali Tevfik, Ali Ulvi derginin yazı kadrosunda yer alırlar. Halka Doğru dergisi, Osmanlı aydını önderliğinde halkın eğitilmesini önerir: Osmanlı gençleri halka yönelmeli, halkla bütünleşmeli, halkın düzeyine inerek onu eğitmelidir. Balkan popülizmini örnek gösteren Yusuf Akçura, Türk gençlerinin de Türk Ocağı aracılığıyla aynı işlevi üslenebileceklerini savunur. Halka Doğru aynı zamanda Türkçüdür. Türkçülüğe toplumsal içerik kazandırmayı amaçlar. Bu yıllarda Türkçüler halk retoriğini geniş ölçüde kullanırlar. “Halka doğru” ilkesi edebiyatta da etkisini göstermekte gecikmez; kitlelere açılan, ulusal değerlere yer veren “millî edebiyat” evresi bu dönemde filizlenir.
1910’lu yılların ilk yarısında Türk Yurdu ve Halka Doğru dergilerinde gündeme gelen halkçılık, Cihan Harbi ile birlikte yeni bir evreye girer. Savaş öncesi “halka doğru” hareketi gizli bir sınıf anlayışını içerir: alt gelir gruplarına yönelir, kır ve kent çalışanlarının sorunlarına çözüm arar. Rusya kökenli göçmen Müslümanlar ve Balkanlar’daki popülist gelişmeler Türkçüler arasında “narodnik” geleneğin doğuşuna neden olmuştur. Oysa, Cihan Harbi ile birlikte Osmanlı yepyeni gerçeklerle karşılaşır. Halk sözcüğü içerik değiştirir. Müslüman-Türk unsur etkinlik kazanır. Halk bundan böyle Müslüman-Türk “orta sınıf’tır. Türkiye’nin en zengin yöresi İzmir’de Mahmud Celâl (Bayar),
Dr. Nâzım ve Vali Rahmi Bey’in girişimleriyle Halka Doğru Cemiyeti kurulur. Derneğin yayın organı olarak Halka Doğru Mecmuası çıkarılır. Halka Doğru Mecmuasının aynı adı taşıyan bir önceki dergiden farklı bir halk anlayışı vardır. Halk sözcüğünden ulusal benliğin taşıyıcısı “orta tabaka” amaçlanır. Düşük gelir grupları, topraksız ya da az topraklı köylü, gündelikçi işçi ve küçük esnaf bu kez dışlanır. O güne değin “avam” ve “havas”tan oluşan Osmanlı toplum yapısına, Halka Doğru Mecmuası üçüncü bir katmanı, “halk”ı ekler. Bundan böyle Halka Doğru Mecmuası, Türk ulusunun geleceğinin güvencesini oluşturduğu kanısında olduğu “orta sınıf”a bilinç götürmeyi amaçlar. Savaş yıllarında “halka doğru” gidenler, Türk Ocakları’nın “narodnik” eğilimlerini terk eder; Müslüman-Türk eşrafın dış odaklara karşı iktisadî çıkar birliğini gözetirler.
Ziya Gökalp’in Yeni Mecmuamda halkçılığa yönelik yazıları işte böyle bir ortamda yeşerir. İttihadcı ideolog halkçılığa sosyolojik bir içerik kazandırır. Alman “millî iktisad”ıyla, Fransız “solidarizm”ini harmanlar; savaşın neden olduğu iktisadî ve toplumsal çöküntüye “ahlâkî” normlarla yüklü bir çözüm getirir. Gökalp’ın korporatizme varacak görüşleri, savaşın ilk yıllarında, İslam Mecmuasında belirmeye başlamıştır: “İctimaî nev’iler” başlıklı yazısında, geleneksel Osmanlı lonca korporatizmini, Durkheim’in toplumsal işbölümüyle uzlaştırır. Ulusal düzeyde korporatif bir devlet düzeni önerir. Bundan böyle “fert” yoktur; “cemiyet” vardır - “Hak” yoktur, “vazife” vardır.
Gökalp, Korporatist görüşlerini Millî Tetebbular Mecmuasında da işler. Ülkeyi korporasyonların ulusal düzeyde temsilcilerinden oluşacak bir meclisle yönetmeyi önerir. Aynı doğrultuda, İktisadiyyat Mecmuasında esnaf korporasyonlarının kent düzeyinden çıkarak ulus düzeyinde örgütlenmelerini savunur. Türkçülüğün Esasları’nda çizdiği korporatif siyasal yapı II. Meşrutiyet dergilerinde yazdıklarının bireşimidir.
Cumhuriyet Dönemi
Milli Mücadele yılları dergiciliği, bir yönüyle II. Meşrutiyet’in Gökalp ağırlıklı düşün ortamına tepki niteliği taşır. Osmanlı, Trablusgarp’tan beri değişik cephelerde de savaşmaktadır. Cihan Harbi’nde yenik düşmüş, toprakları İtilaf devletlerinin işgali altına girmiştir. Meşrutiyet yıllarında, değişik yayın organlarında savunulan pozitivizm ve mekanik evrimcilik Osmanlı’nın toplumsal çöküntüsüne çözüm getirememiştir. Ancak bu yıllarda ulusal bilinç alanında önemli yol kat edilmiş, İttihad ve Terakki “millî mücadele” kadrolarının oluşumunda ön planda yer almıştır.
Dergicilikte Bergsonizm-Pragmatizm
Millî Mücadele yıllarında, maddi olanaksızlıklar son raddesine ulaşmıştır. Saltanat işgal devletlerinin gözetimine girmiş, çoğu yörede ordu terhis edilmiştir. Bundan böyle yokluklar ortamında manevi güce ve yarı mistik bir girişimci ruha yaslanmak gerekir. Diğer bir deyişle metafiziğe başvurmak, pozitivizme karşı Bergsonizmi benimsemek kaçınılmaz gözükür.
İşte bu tür hamleci bir inanç beklentisi Dergâh dergisinde izlenir. Fikir, sanat ve edebiyat dergisi Dergâh on beş günlük bir dergidir. 1921-1923 arası kırk iki sayı çıkar. Mesul müdürlüğünü Mustafa Nihat (Özön)’ün üstlendiği derginin isim babası Yahya Kemal (Beyatlı)’dır. Yahya Kemal, konuların seçiminden dizgi ve tashihe kadar derginin her şeyiyle yakından ilgilenir. Fikir planında Milli Mücadele’yi destekleyen Dergâh ruhçu ve mistik yönü ağır basan bir dergidir. Ulusal kaynaklara inen, ulusal yaşamı günün ve geçmişin sorunlarında arayan Batı’dan da etkilenerek Türk tarih ve coğrafyasını bir bireşimde özümleyen, yeni bir “tarih, sanat ve kültür milliyetçiliği”ne ortam hazırlar. Dergi bu arada Mustafa Şekip (Tunç)’un Bergson çeviri ve araştırmalarına, mistik tekke şairlerinden metinlere ve incelemelere yer verir. Abdülhak Hamit (Tarhan), Abdülhak Şinasi (Hisar), Ahmet Hamdi (Tanpınar), Ahmet Haşim, Falih Rıfkı (Atay), Halide edip (Adıvar), Hasan Ali (Yücel), İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Köprülüzade Mehmet Fuat, Mehmet Emin (Erişirgil), Mustafa Nihat (Özön), Mustafa Şekip (Tunç), Nurullah Ata (Ataç), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) derginin yazarları arasındadır.
Pazitivizme karşı Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu), Mustafa Şekip (Tunç) ve Mehmet Emin (Erişirgil)’in başlattıkları fikir hareketi zamanla iki eğilime ayrılır. Mustafa Şekip ve Ismayıl Hakkı Bergsonizme bağlı kalırlar; Mehmet Emin pragmatizme yönelir. Dergâh"ta başlayan bu farklılaşma Mihrab’da daha da belirginleşir. Mehmet Emin 1923-1924 yıllarında, Mihrab’da yer alan yazılarıyla pragmatizmi savunur.
Mustafa Şekip’in Dergâh’taki boy hedefi Gökalpçılık’tır. Ona göre, bireyi görmezlikten gelip, “fert yok, cemiyet var” demek tutarsızlıktır. Toplumsal düzen bireylere karşı duyarlılığı gerektirir. Gökalp ruhbilimi dışlamış, tüm sorunlara toplumbilim aracılığıyla çözüm aramıştır: Toplumsal olayları bireyin dışında var olan ve bireye baskı yapan toplumun doğal sonucu gören Gökalp, bireylerde “kendiliğinden” ahlâk, estetik, siyaset, din ve bilim gibi yeteneklerin oluşamayacağını savunmuştur. Diğer bir deyişle, bireyin tüm yetenekleri toplumca belirlenmiştir. Mustafa Şekip’e göre, Gökalp’ın “ictimaî vicdan”ı bireyin dışında onlardan bağımsız ve bireyi denetlemen bir toplumsal olaydır. Özetle Dergâh, Gökalp’in “cemiyetçilik”ine karşı “ferdçilik”i savunur; toplumbilimden koparak ruhbilimin önemini vurgular. Milli Mücadele’nin mistik bir yönelimle başarıya ulaşabileceğine inanır.
1920’lerde Uluslaşma Sorunu
Ancak, aynı yıllarda Gökalp de eski fikirlerinde direnmemektedir. Osmanlı’nın yenilgisi ve ardından Malta’da sürgün yaşamı onu yeni arayışlara sevk etmiştir. Malta dönüşü 1922’de Diyarbakır’a gider. 1922 Haziran’ında Küçük Mecmua'yı çıkarır. Otuz üç sayı çıkan bu dergide Gökalp, Durkheim’e olan bağlılığını sürdürmekle birlikte geçmişle hesaplaşmaktan yanadır; nitekim O da Bergson’un etkisinde kalmıştır. Küçük Mecmua, Gökalp’in ruhunu dinlendireceği bir “çınaraltı”dır. Nitemik ilk sayının ilk yazısı “Çınaraltı” başlığını taşır. Küçük Mecmua, Gökalp’in kişisel gayretiyle yayınlanır. Düşünürün Ankara’ya Telif ve Tercüme Encümeni reisliğine atanması üzerine dergi 5 Mart 1923’te son kez çıkar.
Bu arada, 1 Ocak 1923’te, dört yıl iki ay aradan sonra Yeni Mecmua yeniden çıkarılır. İmtiyaz sahibi Falih Rıfkı (Atay) dır. Bazı çevreler Yeni Mecmua'yı İttihad ve Terakki ile bağlantılı gördüklerinden yıpratma kampanyasına girişirler. Gökalp, Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Ahmet Refik, Hüseyin Rahmi, Avram Galanti, Necmettin Sadık, Ağaoğlu Ahmet derginin yazarları arasındadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uluslaşma sorununa eğilen dergilerden bir diğeri İstanbul’da, Mehmed Mesih (Akyiğit) tarafından yayınlanan Millî Mecmua"dır. On beş günlük Millî Mecmua 1 Kasım 1923 ile 15 Kasım 1928 arası çıkar. Fikir tartışmaları yanı sıra edebiyat ve sanata yer verir. Halil Nimetullah (Öztürk), Mahmut Arif, Mehmet Halit (Bayrı), Mustafa Şekip (Tunç), Mehmet Emin (Erişirgil) dergide sık görünen imzalardır. Yazıların çoğunluğu Türk devriminin ilkelerini ve yönelimini, ulusçuluğun anlamını tartışır. Millî Mecmua, bir bakıma Yeni Mecmua'nın boşluğunu doldurur. Yeni Mecmua'nın İttihadcı görünümü Millî Mecmuamda yoktur. Cumhuriyet’le birlikte gündeme gelen yeni bir devletin ideolojik temelleri atılmaktadır.
1920’li yılların ikinci yarısında, Millî Mecmua ile birlikte rejim sorunlarını tartışan ve Cumhuriyet’e arka çıkan bir diğer dergi Hayat" tır. 1926-1930 arası Ankara’da basılan aylık Hayat dergisi, Mehmet Emin (Erişirgil) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel) tarafından yayınlanır. Mehmet Emin pragmatizm üzerine görüşlerine Hayat dergisinde geniş yer verir. Faydacı ve bireyci bir yaklaşımla, görev ahlâkı yerine hak ahlâkını; toplum yerine, bireyi koyar. Mütareke ertesi gün ışığına çıkan, Gökalp’in dogmatik ve mekanik toplumculuğuna arşı giderek güçlenen bireyciliği savunur. Bu bağlamda iradeye belirleyicilik tanır. Dönemin ünlü imzaları Hayat"ta sık sık görülür: Köprülüzâde Mehmet Fuat, Ali Canip, Fazıl Ahmet, Mustafa Şekip, Mehmet İzzet, Ahmet Refik, Faruk Nafiz, Necmettin Sadık bunlar arasındadır.
Materyalizm ve Dergicilik
1920’li yılların ilk yarısında güçlenen diğer bir fikir hareketi, bu kez Gökalp’in idealizmine tepki olarak doğan, savaşın doğurduğu ümitsizliğe direnen diyalektik materyalizmdir. II. Meşrutiyet yıllarında ilk belirtileri görülen sosyalizm ve sosyal demokrasi hareketleri Mütareke’yle birlikte hız kazanır. “Sosyalizmden bahseder ilim ve sanat mecmuası” Kurtuluş Eylül 1919’da yayımlanmaya başlar. 1920 Şubatı’na kadar beş sayı çıkar. Kurtuluşla göre, sola yönelme Türkiye’nin Avrupa ülkelerinin gelişmelerini izleyerek gerçekleşebilir. Türkiye’nin gündeminde ekonomik gelişme vardır. Ekonomik gelişmeyle birlikte sol düşünce de güçlenecektir. Ancak, İslam sosyalizmine açılan yazılar da dergi sayfalarında görülür: İslamiyet kapitalizmden çok sosyalizme açıktır. İlk sayısı Haziran 1921’de yayınlanan Aydınlık, solda radikal tavır koyan bir dergidir. 1925 Şubat’ına değin otuz bir sayı çıkar. Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ile yakın bağı vardır. Dergide tarihsel maddeciliğin eylemci boyutu vurgulanır ve popüler yazılarla halka bilinç götürme amaçlanır.
Gökalp’in II. Meşrutiyet yıllarında geliştirdiği Korporatist halkçılık, Mütareke yıllarında İttihatçı Kör Ali İhsan’ın gündemindedir. Meslekî temsil olarak Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu görüşmelerinde ele alınmış ancak kabul görmemiştir. Meslekî temsil, 1925 yılında Meslek dergisinde bu kez iktisatçılık adı altında ele alınır. Muhittin (Birgen)’in çıkardığı Meslek’te, devletle birey arasında meslek kuruluşlarının geliştirilmesi önerilir. Siyasal partilere ve demokratik seçim yöntemlerine dayalı bir temsil sisteminin yetersizliği vurgulanır; parlamentarizmin bundan böyle iflas ettiği ileri sürülür. Meslekî temsilde kooperatifler, işçi ve işveren sendikaları, ticaret ve sanayi odaları ve benzeri ekonomik örgütler önem kazanır. Dergide esnaf ve işçi sorunlarına yer verilir. Milli iktisat, devlet sermayedarlığı, kooperatifçilik, inhisarlar sık sık tartışılan konulardır. Bolşevik devlet modeline karşı olmasına rağmen Meslek tarihsel maddeciliği benimser. Bu amaçla, Osmanlı toplumunun sınıfsal analizine girişir; tarihsel bir kategori olarak “kapıkulu” sınıfını tartışır. Sınıfları bir olgu olarak benimsemesine karşın, Meslek, bunları devlet bünyesinde oluşturulacak meslekî kuruluşların bağrında eritmekten yanadır. Diğer bir deyişle, Marx’tan kaynaklanan tarihsel maddecilikle Durkheim’den esinlenilen spiritüalizm Meslek’in iktisatçılığında bir bireşime uğrar. Meslek otuz sekiz sayı yayınlanır. Muhittin (Birgen)’in yanı sıra 1919’da Kör Ali İhsan’la birlikte meslekî temsil programını hazırlayan Memduh Şevket (Esendal)’ın yazılarına yer verir.
Kooperatifçilik - Korporatifçilik
Tek Parti döneminde geliştirilecek olan popülist düşüncenin temel odaklarından biri kooperatifçilik olacaktır Sermaye birikiminin yetersiz olduğu bir ortamda
girişimcilik ancak, küçük tasarrufların kooperatif çatısı altında birleştirilmesiyle özendirilir. Kooperatifçilik II. Meşrutiyet yıllarında gündeme gelmiştir. Cumhuriyet’le birlikte yeni bir hız kazanacak, art arda gelen ekonomik bunalımların yarattığı çöküntü ortamında köylüye ve küçük üreticiye tek çözüm olarak sunulacaktır. 1920’lerin ikinci yarısında Meslek ve Hayat dergileri kooperatifçiliğe yer verirler. Ancak kooperatifçilik üzerine dergicilik özellikle 1930’lu yıllarda gelişir. Türk Kooperatifçisi (1939), Kooperatifçilik (1931), Kooperatif (1933), Karınca (1934) bu yıllarda yayınlanan dergilerin belli başlılarıdır. Ayrıca, başta Ülkü olmak üzere Halkevleri dergileri de kooperatifçiliğe sık sık değinirler.
- yılı başlarında Muhittin (Birgen), İzmir’de Türk Kooperatifçisi dergisini yayımlar. Otuz iki sayı çıkan dergi “halk iktisadiyatı ve kooperasyon fikirlerinin yayılmasını “ sağlamayı amaçlar. Muhittin (Birgen) yanı sıra dergide Halit Ahmet, Cevdet Nasuhi (Savran), İsmail Hüsrev (Tökin) ve Mehmet Nazmi (Topçuoğlu) yazarlar. Muhittin Bey’e göre Türkiye’de yeterince sermaye birikimi yoktur. Üretici örgütlü değildir. Dünya kapitalizminin 1929 ertesi geçirdiği buhran Türkiye’yi de etkilemiş, üretim büyük ölçüde düşmüştür. Oysa Türkiye, kooperatifçilikle, bu darboğazın üstesinden gelebilir, bir “inkılap” gerçekleştirebilir. Türk Kooperatifçisi, kooperatifçiliği meslekî temsilden uzaklaştırmaksızın halkçılıkla da bağdaştırır: Kooperatif türü örgütlenmelerle insanlar arasındaki farklar ortadan kaldırılacak, sınıf mücadelesi yok edilecektir. Kooperatifçilik, fakir olsun, zengin olsun tüm çalışanları aynı uğraş çerçevesinde toplayacak, aralarında sevgi, dostluk ve dayanışmayı güçlendirecektir. Türk Kooperatifçisi, kooperatif rejiler adı altında korporatizmi bir kez daha gündeme getirmiştir. Serbest Fırka olayı sırasında canlanan liberalizm-devletçilik tartışmasında orta yol olarak önerilen kooperatif rejiler, bir federasyon biçiminde üst düzeyde örgütlenerek ülkenin ekonomik yönetimini sağlayacaklardır.
Kooperatif, 1932 yılında yayımlanan bir başka kooperatifçilik dergisidir. Mayıs 1934’e kadar yirmi dört sayı basılan dergiyi Ahmet Hamdi (Başar) çıkarır. Milli Mücadele yıllarında, gizli Mim Mil örgütünde çalışan Ahmet Hamdi’nin, dergicilik yaşamı 1917’de Ticaret-i Umumiyye Mecmuası ile başlar; 1971’de ölümüyle Barış Dünyasfnda noktalanır. Milli Mücadele ertesi Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurarak Türkiye İktisat Mecmuası"nı yayımlar. İktisadî devletçilikle ilgili yazılara ilk kez bu dergide yer veren Ahmet Hamdi, ticaretin en kısa sürede Müslüman-Türk unsurun eline geçmesini savunur. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’nın “millileştirilmesi”nde etkin rol oynar. Bir süre, Oda dergisi, İstanbul Ticaret ve Sanayi odası Mecmuası ’nda yazar, ve Oda’ya müşavir olur. 1925’te İstanbul Liman Şirketi’ni kurar. Ahmet Hamdi, Kooperatifi İstanbul Liman Şirketi’nde çalışırken çıkarır. Devletçilikle ilgili görüşlerine geniş yer ayırır.
Ahmet Hamdi’ye göre, Türkiye’de sınıflar belirgin bir nitelik kazanmamıştır. Bu nedenle, bir dizi zorlamalarla ülkede “kapitalist sınıf” yaratmak gereksizdir. Zaten dünya buhranı kapitalizmin çözümsüzlüğünü göstermiştir. İzlenecek yol, geri kalmış tüm ülkelerde geçerliliği olan iktisadî devletçiliktir. Yapay özendirmelerle özel girişimci yetiştirmek çözüm değildir. Özel girişimcilere olanaklarına koşut ortam sağlanmalı, diğer alanlar devletçe değerlendirilmelidir. Ahmet Hamdi’nin Kooperatifte en fazla vurguladığı konu buğdaydır. Buğday piyasası istikrara kavuşturulmalı, buğday üretimi en geniş anlamda örgütlenmelidir. Buğdayın organizasyonu toplumsal devrime ortam hazırlayacak niteliktedir. Türk köylüsü böylece ağanın, toprak sahibinin, mütegallibe, tüccar, faizci ve spekülatörün elinden kurtulacaktır. Böylece köylü toplumsal ve siyasal haklarına kavuşacak, ekonomik bağımsızlığını kazanarak özgür olacaktır.
- Mayıs’ında İstanbul’da kurulan Türk Kooperatifçilik Cemiyeti üç aylık Kooperatifçilik dergisini yayımlar. Dergi kooperatif teorisyenlerini bir araya getirmiş, kooperatifçilik alanında akademik konuların tartışılmasına ortam hazırlamıştır. Ancak, on sayı yayımlanabilmiştir. Cemiyet, bu kez halk tarafından okunmak üzere 1934’te Kooperatif Postası adlı bir dergi çıkarır. Cemiyetin 1934’te Ankara’ya nakli üzerine dergi Karınca adı ile yayımını sürdürür. Karınca, kooperatifçilik alanında en uzun ömürlü dergi olmuştur.
Halkevleri Dergileri ve Popülizm
Otuzlu yıllar, dergicilikte popülist bir dünya görüşünün egemen olduğu dönemdir. Cumhuriyet ertesi, ekonominin belkemiği tarım bir türlü toparlanamamıştır. 1927, 1928 yıllarında kötü iklim koşulları üreticiyi güç durumda bırakır. 1929 dünya buhranıyla kırsal kesim darboğaza girer. Hoşnutsuzluk siyasal düzeyde de izlenir; Serbest Fırka deneyimi başarısızlıkla sonuçlanır. Parti-devlet-hükümet bütünleşmesine doğru gidilir. Bundan böyle Tek Parti yönetimi tek seçenektir. Farklı görüş odakları susturulur. Türk Ocakları kapatılır. Cumhuriyet Halk Fırkası’yla çok daha yakın bağlar içinde olan Halkevleri ve bir süre sonra Halkodaları kurulur.
“Halkevleri Mecmuası” Ülkü işte böyle bir ortamda yayımlanmaya başlar. 1933 yılından itibaren on yedi yıl çıkarılan Ülkü, üç seri oluşturur. Dergiye ülkü adını bizzat Atatürk verir. İmtiyaz sahibi Nusret Kemal (Köymen); yazı işleri müdürü Necip Ali (Küçüka)’dır. Recep (Peker) CHF’nin dergi sorumlusudur. 1937’de bu görevi Mehmet Fuat Köprülü devralır. Toplam 270 sayı yayınlanan dergi 1950 yılında son bulur.
Dergide edebiyat, tarih, dil, güzel sanatlar, sosyoloji, felsefe, ekonomi, spor, köycülük, yurt koruma, ziraat, halk sıhhati, bibliyografya, halkevleri haberleri gibi bölümler yer alır. Ancak tarih, dil ve edebiyatın ayrıcalıklı yerleri vardır.
Ülkü bir misyon dergisidir; 1931 yılında CHP’nin üçüncü kurultayında belirlenen altı ilkeyi kitlelere benimsetmeyi, bunlara belirli bir kuramsal çatı sağlamayı amaçlar. CHP popülizmi, Ülkü de de belirgindir. Özellikle Nusret Kemal’in köycülük üzerine yazıları, kırsal kesimin yoksulluğuna romantik bir yaklaşımdır. Dergide köy ve köylü yüceltilir. Folklor aracılığıyla ulusal değerler oluşturulur. 1932 Şubat ayında faaliyete geçen halkevleri yöresel maddi ve manevi değerleri işlerler. Tek Parti’nin kültür odaklarını oluşturan bu evler yerel kültürel değerleri vurgulayan sayısız dergi yayınlarlar. Özellikle folklor çalışmaları halkevleri dergilerinde geniş yer tutar. Çorumlu (Çorum), Akpınar (Niğde), Başpınar (Gaziantep), İçel (Mersin), Ün (Isparta), Taşpınar (Afyonkarahisar), İnanç (Denizli), Kaynak (Balıkesir), Dıranas (Sinop), İnan (Trabzon), Görüşler (Adana)), Konya (Konya), Uludağ (Bursa), Karaelmas (Zonguldak) ve Gediz (Manisa) halkevi dergilerinin belli başlılarıdır.
Kadro ve Kemalist Devrim İdeolojisi
1930’yu yılların fikir dergiciliğine damgasını vuran süreli yayın Kadro’dur.
Türk siyasal hayatına Kadro Hareketi diye bilinen düşünce akımını getiren Kadro dergisi 1932-1935 arası otuz altı sayı yayımlanır. Şevket Süreyya (Aydemir), Vedat Nedim (Tör), İsmail Hüsrev (Tökin), Burhan Asaf (Belge), Şevki (Yazman) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nun çıkardıkları “aylık fikir mecmuası” Kadro devletçilikten yanadır. Kendi deyişiyle, “Kemalist inkılâbın ideolojisi”ni oluşturmayı amaçlar. Kadro, kapitalizm ile sosyalizmin dışında bir yol arar. Kadrocu görüş, Marksizm’den esinlenmesine karşın, dönemin resmi ideolojisine ters düşmez. Dergide Milli Mücadele ile birlikte tüm ulusal kurtuluş savaşlarına kuramsal bir boyut kazandırma amaçlanır. Kadro’ya göre Marksist kuram ulusal kurtuluş hareketlerini açıklamada yetersiz kalmıştır. Ancak, tarihsel maddecilik, Marksist öğretiden bağımsız olarak sömürgelikten yeni kurulan azgelişmiş ülke koşullarına uygulanabilir.
Kapitalizmin gelişmesinin dünyayı ileri tekniğe sahip ülkeler ve bu teknikten yoksun ülkeler diye iki kampa ayırdığını belirten Kadrocu görüşe göre, ulusal kurtuluş hareketleri bu çelişkiden doğar. Bu nedenle, 20. yüzyılın temel çelişkisi azgelişmiş sömürge ya da yarı sömürge ülkelerle bunları yöneten ileri kapitalist devletler arasındadır. Ve ileri kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelelerinin geleceği sömürge ve yarı sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin yazgısına bağlıdır. Kadrocular sömürge ve yarı sömürgelerde ulusal kurtuluşun gerçekleşemeden Batı anlamında toplumsal sınıfların bu ülkelerde ortaya
çıkmalarının beklenemeyeceği görüşündedirler. Osmanlı Devleti de ileri kapitalist ülkelerin yarı sömürgesi olduğundan sınıflardan yoksun kalmıştır. Bu açıdan Mustafa Kemal’in önderliğindeki Milli Mücadele bir sınıfın değil, tün ulusun emperyalizme karşı başkaldırısıdır. Kadroculara göre, temel çelişki bağımsızlığını kazanan ülkelerin kendi üretici güçlerini geliştirmeleriyle çözülecektir. Böylece modern teknik dünya ölçeğinde, tüm uluslar arasında eşit dağılacaktır. Türkiye gibi sınıfların olmadığı bir toplumda modern teknik ve toplumsal kalkınma devlet eliyle ve bir plan dahilinde yürütülecektir. Böylece ulusal kurtuluş savaşı ertesi ortaya çıkan devlet de sınıfsal nitelik taşımayacak, sınıflardan bağımsız bir devlet olacaktır. Türk Devrimi, Kadroculara göre, “sınıfsız ve tezatsız” bir ulus olmayı amaçlar. Bu açıdan Kadrocu görüş dönemin resmi ideolojisiyle uyum içersindedir.
Bu yıllarda değişik kesimler Kadro'yu eleştirirler. Peyami Safa, Kadrocuların sosyalist ve kolektivist fikirleri milliyetçilikle uzlaştırma çabası içersinde olduklarını ileri sürer; Kadro hareketine Türk faşizmi der. Ahmet Ağaoğlu, ilerlemenin temel koşulunun kişi özgürlükleri olduğunu, Kadro devletçiliğinin ise liberal devlet anlayışıyla bağdaşmayacağını savunur. Hüseyin Cahit Yalçın büyük ölçüde kendi yazılarından oluşan Fikir Hareketlerinde, Kadro'ya karşı Batı’nın liberal demokratik sistemini savunur. Hüseyin Cahit’e göre Kadro,
Türk devrimini ulusal egemenlik ilkesinden ayırarak faşizme ya da devlet sosyalizmine götürmektedir. Oysa Türk devrimi bir demokrasi devrimidir.
Fikir Hareketleri: Demokrasi ve Orta Sınıf
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde yayınlanmaya başlayan Fikir Hareketleri, 1940’a değin 364 sayı çıkar. 104. Sayıda kısa bir süre kapanır. Ahmet Cevat Emre, Osman Ergin, Samet Ağaoğlu, Server İskit, Cemil Birsel, Pertev Naili Boratav gibi imzalara yer verir. Dergide, başta eski İtalyan Başbakanı Frencesko Nitti olmak üzere birçok Batı yazarından yapılan çevirilerle komünizm eleştirilir.
Tek Parti döneminde demokrasi retoriğini en yaygın biçimde kullanan dergi Fikir Hareketlerindir. Cihan Harbi’yle birlikte imparatorluklar sona erer; enkazın altından yeni devletler doğar. Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa’nın “zalim ve ahlâksız” siyasetiyle çarpışa çarpışa “büyük bir Şefin sevk ve idaresi” altında hayat hakkını kazanmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti savaş ertesi hayata kavuşan yeni demokrasilerden biridir. Ancak, Fikir Hareketlerinin demokrasi anlayışı Kıta Avrupa’sındaki otoriter ve totaliter eğilimlerden etkilenmiştir. Dergiye göre, Türkiye’de demokrasinin, özgürlüğün ve cumhuriyetin yaşayabilmesi için iki temel koşulun yerine getirilmesi gerekir: İlki, demokrasinin kağıt üstünde yasalarla değil, toplumun bağrında, ahlâk, gelenek- göreneklerde yaşatılmasıdır. Bu koşul, Fikir Hareketlerine göre, Türkiye’de yerine getirilmektedir. Türk toplumu öteden beri demokratik bir toplumdur; Türkiye’de hiçbir zaman soyluluk, bir asalet sınıfı olmamıştır; ne de bir sınıf hakimiyeti görülmüştür. Türkiye’de vatandaş kendini hemcinsleriyle eşit hisseder. Avrupa’daki soyluluk güdüleriyle sınıflar arasında görülen fikir, his ve yaşayış farklarını, Türkler benimsemezler. Saltanat kaldırılışıyla tüm Türkiye, demokrasi, ahlâk ve gelenek-görenekleriyle bütünleşerek topyekun bir toplum modeli oluşturmuştur.
İkinci koşul “orta sınıf”’ın varlığıdır. Savaş ertesi, Fransa, İngiltere, Amerika, Belçika gibi ülkeler diktatörlüklere ve Bolşevik devrimlerine karşı direnç gösterebilmişlerse, bunu gelişmiş orta sınıflarına borçludurlar. Gerçek demokrasi, “küçük arazi sahiplerden, küçük tacirlerden, esnaftan, küçük dükkancılardan ve az irat sahiplerinden” “heyet-i umumiyesiyle, çok sıkıntı çekmeyen ve kolayca patron değiştirebilen amelelerden” oluşan güçlü bir orta sınıfın bulunduğu ortamda yaşar. Fikir Hareketlerine göre, Türkiye’nin toplumsal açıdan gerçek gücü işte bu orta sınıftır. Türkiye’de çevresine “kin ve nefret hissi” dağıtacak egemen bir “zenginler sınıfı” yoktur. Ne de 19. yüzyıl Avrupa’sının “sefil amele hayatını süren ve bir nevi intikam hissiyle tutuşan yoksullar sınıfı”na rastlanır. Türk toplumunun belkemiğini kalabalık bir “orta sınıf” oluşturur.
Güçlü orta sınıf tezi, popülist rejimlerin temel dayanak noktasıdır. Sınıfsal karşılıklar orta sınıf aracılığıyla giderilir. Popülizme göre, gelişmiş ülkelerdeki sınıfsal yapıdaki kristalleşme ya da belirginleşme geri kalmış ülkelerde görülmez. Bu ülkelerde olsa olsa sömürgecilik döneminden kalma “sınıfsal kalıntılar”dan söz edilebilir. Bu nedenle popülist düzende sınıf mücadelesi kavramı anlamını yitirir. Temel çelişki sınıflar arasında değil; toplumun tümü ile, ya da ulusla, tüm dış dünya, özellikle eski sömürgeci ülkeler arasındadır. Popülizm’e göre , geri kalmış ülkelerde “proleter” bir sınıftan söz edilemez; bu ülkelerde “proleter” olan ulusun ta kendisidir. Bağımsızlığını kazanan ve uluslaşan toplumsal kuruluşlarda ulusal kimlik ya da benlik sorunu bütüncü- dayanışmacı bir toplum modelini gerekli kılar. Ulusun kendini tanımlaması kimi kez ırkçı açılımları da gündeme getirir. Popülizmin tüm bu öğelerini Tek Parti dönemi dergilerinde görmek olasıdır. Proleter ulus teması Kadro’ya işlenmiştir. Orta sınıfa Fikir hareketleri sahip çıkmıştır, ırkçı açılımlar dönemin Türkçü- Turancı dergilerinde sık sık görülür.
Popülist Dergicilikte Köy ve Köycülük
Tek Parti popülizminin temel dayanak noktalarından bir diğer köycülüktür. Bu yıllarda ulusal değerler kırsal kesimde aranır. Popülistler ekonomik bunalım dönemlerinde var olan toplumsal yapıyı yüceltme eğilimdedirler. Popülistlere göre kentleşme yozlaşmadır; toplumsal sorunların kaynağı kenttir. Kent hayatı materyalist bir dünya görüşünün ürünüdür. Batı’da sınıfsal kristalleşme ve sınıf mücadeleleri kentleşme sonucu gündeme gelmiştir. Toplumu çökerten sınıf mücadelelerinden kaçınmak için kentleşme önlenmelidir.
Köylü ve köycülük Tek Parti dönemi dergilerinde sürekli işlenen konulardır. Bu konuda başı Halkevleri yayın organı Ülkü çeker. Nusret Kemal (Köymen), Amerika’da köy sosyolojisi okuduktan sonra, Türkiye’ye dönmüş ve Ülkünün başına geçmiştir. Bu yıllarda köycülük üzerine birçok broşür ve kitap yayınlayan Nusret Kemal, insanlığın temel çelişkisinin “şehircilik-köycülük” olduğunu savunur. Bugün dünyayı yöneten kentlerdir. Ancak kentleri besleyen köylerdir. “Kültür, idare, medeniyet, iktisat vasıtalarını elinde tutan ve bu vasıtalar sayesinde fikren yüksel ve teşkilâtlanan şehir teşkilâtsız kalmış olan köyü asırlardan beri ‘istismar’ etmektedir.” Köycülüğün amacı ekonomik anlamda bağımsız köylü aileler oluşturmaktır. Bu da köylü ailesinin yiyeceğini ve giyeceğini temin edebileceği toprak, hayvan ve diğer araçlara sahip olması demektir. Diğer bir deyişle, küçük üreticilik köycülüğün temel ilkesidir. Nusret Kemal’e göre bugünkü uygarlığın en büyük sorunu kentle köy arasında doldurulması güç bir uçurumun oluşmuş olmasıdır. Köylü bu uçurumu aşacak güçte değildir. Toplumsal çöküntünün önlenmesi için köyün kültürel, toplumsal ve ekonomik kalkınması kısa sürede gerçekleştirilmelidir.
Köycülüğü benimsemiş ilk dergilerden biri Atsız Mecmua"dır. Türkçü öğeler içeren bu dergi 1931 yılında yayınlanmaya başlar. Derginin şiarı “Ben’ ‘sen’ ‘o’ yok... ‘Biz’ varız... ” dır. Nihal Atsız’ın çıkardığı Atsız Mecmua'ya göre “İnkılap köyde olur, köyde doğar, köyde büyür.” Türk genci köylüsünün izdirabını duymalıdır. Onunla yaşamalı, onunla kaynaşmalı, birlikte gülmeli ağlamalıdır. Gerçek Türk halkı köylünün ta kendisidir. Atsız Mecmua, halkın içine girecek, onun duygularını, elemlerini paylaşacak, Türk köylüsünü ve köylerini kurtarmaya ve yükseltmeye çalışacak gençlere rehber olacaktır. Dergiye göre, Turancılık, Marksizm, Faşizm, hangi toplumsal düşünce akımı izlenirse izlensin Anadolu gençlerin temel uğraş alanını oluşturmalıdır. Amaç Türk köyü ve köylüsünü yükseltmektir. Atsız Mecmua"ya göre, “senelerden beri İstanbul sokaklarında proletaryaya ilân-ı aşk eden gençler eğer bu feryatlarında samimi iseler, Anadolu’ya koşmalı, köylünün içine girmeli ve orada köylü için bir cehit ve bıkmaz usanmaz bir aşk ile çalışmalıdırlar. ... Yoksa şehir sokaklarında savrulan naralar, renkli salonlarda yapılan münakaşalar ve nihayet bir Türk köyünden çok daha konforlu hapishane odalarında okunan kitaplar ve ancak mahkemelerde dile gelen tezlerle Türk köylüsü kurtarılmış olmaz.”
Köycülük retoriği Türkçü olsun olmasın dönemin birçok dergisinde yer alır. Köycülük, 1910’lu yıllarda Türk Ocağı çevresinde gündeme gelen “narodnik” eğilimli Anadoluculuk’un bir uzantısıdır. Türk Yurdu ve Halka Doğru
dergilerinde başlayan “halka doğru” hareketi Anadolu köylüsünün değerlerine sahip çıkar. Köycülük, bir anlamda bu geleneğin devamıdır. Ancak köyün ve köycülüğün Türkçü-Turancı dergiler açısından ayrı bir önemi vardır. Köy, duru ırkın arandığı bir ortamdır. Türk kültürünü yozlaşmaksızın bağrında saklayan köydür; köylüdür. Folklor çalışmalarının temel amacı bu değerleri ortaya koymaktır. 1940’lı yıllarda köycülüğü benimseyen bir diğer dergi “aylık Türkçü dergi” Kopuz" dur. Fethi Tevetoğlu’nun Samsun’da yayınladığı Kopuz, köylü kültürünü Türkçülüğün temel dayanak noktası yapar. Kopuzca göre Türk köylüsü uygarlıktan uzak, çorak ve bakımsız bir ortamda hayatını sürdürmektedir. Ancak bu koşullar “Türkçü aydını” fedakâr ve asil Türk köylüsü”den uzaklaştıramaz. Tersine bu iki katmanı birbirine yaklaşmaya zorlar. Köylü “bizim ezeli efendimiz ve baş tacımızdır”. Aydın, karşılık beklemeksizin kendisine her türlü nimeti sağlayan fedakâr Türk köylüsüne çok şey borçludur. Kopuz, Türk köyünün durumundan aydınları sorumlu tutar. Türk aydını gürbüz, uygar gözükmesine karşın koftur, çürüktür. Türk kültürünü bozmuş, Türk ruhunu zayıflatmıştır. Oysa çelimsiz görünen cahil Türk köylüsü pektir; sağlamdır. Türk kültürünü koruyan,. Değişmeyen gelenek, görenekleriyle Türk ruhunu saklayan Türk köylüsüdür. Bu nedenle sözde aydın kentlimizin, köylüye oranla Türklüğe yararı çok daha sınırlıdır. Kopuz, Türklüğe en büyük katkıyı “sömürmüş Türk aydınıyla sömürülmüş Türk köylüsü” arasındaki derin uçurumu kaldırmakta görür.
Irk Sorunu ve Türkçü Dergiler
Türk Ocakları’nın 1930’lu yıllarda kapatılmaları, Türkçüleri geri plana itmiştir. Ancak, bir yandan Hitler’in iktidara geçerek ırk kuramını etkin bir biçimde işlemesi, öte yandan Türkiye’de Milli Mücadele ertesi ulusal kimlik-benlik oluşturma sorunu ırkçılık tartışmalarını fikir dergilerine sokmuştur. Nitekim 1940’lı yılların sıcak savaş günlerinde sağ ve soldaki dergilerin kapıştıkları temel sorun ırkçılıktır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk Yurdu yanı sıra, Rusya göçmeni Türkler, Türkçü yönü ağır basan siyasî-edebî dergiler yayınlarlar. Azeriler Yeni Kafkasya'yı çıkarırlar. “Edebî, ictimaî ve siyasî milleyetperver mecmua” Yeni Kafkasya 1923-1927 arası basılır. Ahmed Mecdeddin 1927-1931 arası Yeni Türkistan’ı yayınlar. “Milli Azerbaycan fikriyatını tervic eden aylık mecmua” Oldu Yurt (1929-1931) Mehmed Emin Resulzade’nin dergisidir. Son olarak 1932-1934 arası Ahmet Caferoğlu’nun araştırma yönü ağır basan Azerbaycan Yurt Bilgisi yayınlanır. Tüm bu dergiler İstanbul’da basılır.
“Dış Türkler”in yayınlarını 1930’lu yıllardan itibaren “İç Türkler”inkiler izler. Bunların ilki Atsız Mecmua"dır. Dergi (1931-1932) Türk tarihi ve edebiyatına ağırlık verir. Dış Türkler işlenen temel konulardan biridir. Özbek ve Türkmen müziği, Kerkük Türklerinin halk türküleri, Azerbaycan’da halk edebiyatı, Kazak kadınlarının günlük hayatı dergi sayfalarında yer alır. Atsız Mecmua, sonraki Türkçü dergilere göre ılımlı bir tavır içerisindedir. Siyasal hedefler göstermekte temkinlidir. 1931 Türk Ocakları’nın kapatıldığı yıldır. Siyasal yönüyle Türkçülük-Turancılık yapmak sakıncalıdır. Bu nedenle Türkçülük kültürel yönüyle vurgulanır.
Atsız Mecmua'nın ardından, yine Nihal Atsız “Türkçü mecmua” Orhun’u çıkarır. 1933-1934 yıllarında dokuz sayı, uzun bir aradan sonra 1943-1944 yıllarında yedi sayı yayınlanır. Orhun'da giderek militan bir tavır görülür. Birçok sayısının kapağında Akdeniz’den Pasifik Okyanusu’na değin uzanan bir “Türkeli” haritası yer alır. Doğu Türkistan üzerine yazılarında Atsız, “Türkistan bizimdir”, “Bütün Türkistan ve bütün Türkelleri bizimdir” der. Orhun, ırkçılıktan yanadır. Milliyet sorunu her şeyden önce kan sorunudur. “Ben Türküm” diyen Türk kanı taşımalıdır. Atsız"a göre, Lituanya’da yaşayan Kıpçaklar, ya da Kırgızlar kan bağıyla Türktürler; oysa Türkiye’de Türkçe konuşan Yahudiler ve zenciler Türk sayılmazlar. 1934’te Orhun kapatılır. Aynı akıbeti ona yakın Geçit ve Milli Türk Talebe Birliği yayın organı Birlik de paylaşır. Hükümet kuzey komşusuyla ilişkilerini bozmak istemez.
1935-1938 arası Sıtkı Tekeli “aylık fikir ve edebiyat dergisi” Çağlayandı yayınlar. Aynı dergi ikinci kez 1943-1944’de çıkarılır. Reha Oğuz Türkkan, Ankara’da “ilmî, edebî, ictimaî”, gençlik ve fikir dergisi Ergenekorfu yayınlar (1938-1939). Atsız’ın Orhun’da vurguladığı ırk sorunu bir kez daha gündemdedir. “Harşeyin üstünde Türk ırkı” ve “Her ırkın üstünde Türk ırkı” kapağı süsleyen bir bozkurtun yanında yer alan sloganlardır. Türkkan’a göre ilk Pantürkist ve ırkçı Mete Han’dır. Bu nedenle, ırkçılıkla temellendirilen ilk devleti kuran Pancermanistler ya da Hitler değildir; bunu başaran Türkler ve Mete Han’dır. Bozkurt (1939-1942), Reha Oğuz Türkkan’ın çıkardığı aylık dergilerden bir başkasıdır. İlk iki sayıdaki aşırı Türkçü tavrı nedeniyle takibata uğrar. Beraat eder ve yeniden yayınlanır. 1942’de haftalık dergi olur. Bozkurt, Türkler yanı sıra Finleri, Macarları ve Estonyalıları da gündeme getirir. Bu açıdan Turancı bir görünüm kazanır. Ancak, Bozkurfun temel kaygısı Türçülüktür. Irk bu dergide de Türkleri birleştirici bir unsur olarak görülür. Bozkurt’un adın Reha Oğuz Türkkan, “Türçü dergi” Gök Börü’yü yayınlar.
“Her ırkın üstünde Türk ırkı” bu derginin de şiarıdır.
“İlmî, edebî, Türkçü. Bu Türlerin dergisi” Tanrıdağ (1942) Dr. Rıza Nur’un çıkardığı dergidir. Rıza Nur “irredenta”yı “Türk nasyonalizmi”nin önemli bir unusuru olarak görür. Orhan Seyfi Orhon’un yönetiminde çıkan “Türkçü fikir ve sanat mecmuası” Çınaraltı (1941-1944) diğer Türkçü dergilere oranla ılımlıdır. Çınaraltı, İsmail Gasprinski’nin “dilde, fikirde, işte birlik” ilkesini benimser. Günün modasına uygun olarak ırkçı kuramı savunur. “Türk kültür birliği mürevvici” Türk Amacı (1942), İstanbul Üniversitesi Türkologlarından Ahmet Caferoğlu’nun dergisidir. Orta Asya Türkleri üzerine değişik konularda araştırmalara yer veren Türk Amacı, “Türklük için” çıkarılır. Dergi Türk ırkının tarih boyunca başarılarına yer verir.
Tek Parti döneminde yayınlanan Türkçü dergilere göre ırklar arasında bir üstünlük söz konusudur. Birçok ulus, zayıf iradeli, havai, kararsız ve zayıf seciyeli oluşu nedeniyle uygarlık yarışında geri kalmıştır. Uygarlığın evrimi, salt iklim, ortam gibi coğrafi etmenlere bağlanamaz. Uygarlık savaşında ırk belirleyicidir. Bu nedenle üstün vasıflara sahip bir ulusun ırk temizliğini korumakta titiz davranması gerekir. Türkçü dergilere göre büyük uluslar, yabancı ırklarla karıştıkları için geri kalmışlardır. “Osmanlı sülalesi Rumlardan, Ruslardan, Çerkezlerden, Arnavutlardan, Ulahlardan ... döl almaya başladıktan sonradır ki Deli İbrahimler, Deli Mustafalar, Sarhoş Selimleri çıkarmıştır.” Bir ulusun çöküşü, o ulus bireyleri arasında zeka ve yetenekleri, üstün vasıfları intikal ettiren “genler”in kaybolmasıdır. Türk ırkının üstün vasıflar taşıdığına inanan Türkçü dergiler, Türklerin bir gün mutlaka dünyada seçkin bir yer alacaklarını savunurlar.
Irkçılığın Eleştirisi: Yurt ve Dünya
Tek Parti dönemi ırkçılığı az gelişmiş ülke popülizminin tipik bir örneğidir. Bu açıdan Hitler Almanyası’ndaki ırkçılıktan farklı bir boyutu vardır. Geri kalmışlığa, ezilmişliğe, Batı’nın tahakkümüne insiyaki bir tepki niteliği taşıyan Türkçülük, uluslaşmanın çözüm bekleyen kimlik-benlik sorununa bir yanıttır. Diğer bir deyişle, Türk “irredentası” gündemdedir. Türkçü dergilerin ırkçı görüşlerine tepki, dönemin liberal ve sol eğilimli dergilerinden gelir.
Irkçılığı eleştiren ilk dergilerden biri Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu)’nun Yeni Adam’ıdır. Irkın, uygarlığı belirlemediğini, tersine uygarlığın ırkı doğurduğunu ileri süren dergi, Amerika’ya giden ve orada yerleşen İngilizlerin ve diğer ülke göçmenlerinin birkaç yüzyıllık kısa bir sürede “Yankee” denilen yepyeni bir “ırk” yarattıklarını savunur. Yeni Adam, antropoloji ışığında ırk sorununa eğilir; Batılı yazarlardan yaptığı çevirilerle bilimsel açıdan ırkçı kuramları çökertmeye çalışır.
Tek Parti yıllarında hükümetlerin ırkçılık konusunda tavrı berrak değildir. Kıta Avrupası’ndaki birçok ülkede olduğu gibi ırkla ulus arasında bağ kurmaktan kaçınılmaz; tarih ve dil çalışmaları bu doğrultuda ele alınır. Ancak kültürel boyutun ötesine geçmemeye özen gösterir. Irkçılık nedeniyle siyasal sürtüşmelere girmemeye azami dikkat sarf edilir. Hükümetin izlediği politika açısından Ülkü dergisi ilginç bir örnektir. Dergi ırkçılık üzerine farklı görüşlere
yer verir. Derginin başında bulunan Nusret Kemal (Köymen), Türklerin Alpin ırkından olduklarını, 50 bin sene varan tarihin, Alpin ırkının ve onun bugünkü temsilcisi Türk ulusunun doğa ve toplum yasalarına en etkin ayak uydurabilen ırk olduğunu kanıtladığını ileri sürer. Nusret Kemal, “Peki, niçin bu kadar geri kalmışız” sorusuna “Hayır, geri kalmış değiliz. Bilâkis çok ilerdeyiz” yanıtı verir: Makine uygarlığının bireyci ve istismarcı gelişiminden, 19. yüzyıl İngilteresi’nin liberal, maddeci emperyalizminden uzak duran Türkler, bundan böyle yoz sanayi toplumunun engelleri olmaksızın yeni bir uygarlık yaratma hazırlığı içindedirler. Yine aynı dergide bu kez antropoloji doçenti Muzaffer Şenyürek ırkçılık konusunda kaygılarını dile getirir, bilimsel açıdan kan gruplarıyla ırklar arasında belirgin bir ilişki görülmediğini vurgular.
Irkçılığı eleştiren yazılara geniş yer veren dergi Yurt ve Dünya’dır. Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu, Muzaffer Şenyürek, Adnan Cemgil ırk sorununu dergi sayfalarında değişik yönleriyle ele alırlar. Bu yazılar sonraları îlim Karşısında Irk Meseleleri başlığı altında kitap olarak yayınlanır. Yurt ve Dünya'ya göre ırk sözcüğü biyolojik bir anlam taşır. Irkların karışmaları ve kaynaşmaları sonunda artık dünyada saf ırk denilebilecek bir insan kümesi hemen hemen kalmamıştır. Dergi, üstün uygarlıkları ileri ırkların yarattığı yolunda öne sürülen görüşlerin temelsiz olduğunu savunur: İnsan toplulukları uygarlık yaratma yetileri açısından ırka hiçbir şey borçlu değildirler. Antropoloji bilimi ırkça, yani biyolojik niteliklerce yüksek ölçüler gösteren (boy, kafa biçimi vd.) bazı insan topluluklarının uygarlık yolunda pek geri kaldıkları halde, onlardan ırkça (yani biyolojik nitelikçe) oldukça aşağı bir durumda olan başka toplulukların daha üstün bir uygarlık yaratmış olduklarını göstermiştir. Bu da ırk üstünlüğüyle, uygarlık kurma arasında bir ilişkinin olmadığını kanıtlar. Yurt ve Dünya, ırk üstünlüğü kuramının Avrupalıların emperyalist amaçlarına kılıf uydurmaktan başka bir şey olmadığı kanısındadır. Irkçı Avrupa düşünürlerinin sömürgelerde yaşayanların ırkça daha geri olduklarını ve bu nedenle ırkça üstün olanlara, yani kendilerine bağlı kalarak daha üstün bir uygarlığın nimetlerinden yararlanabilecekleri propagandasını yaydıklarını ileri sürür.
Tek Parti Eleştirisi: Demokrasi, Hümanizm, İslam ve Sosyalizm
1930’lu yıllar dergiciliğinin belirgin özelliği popülizmdir. Ancak birkaç dergi bu yörüngenin dışına taşar. Ahmet Ağaoğlu’nun Akıncı (1932-1933, 26 sayı), SabihaSertel’in Projektördü (Mart 1936, tek sayı), Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Yeni Adam’ı (1934, haftalık - aylık) ve Himli Ziya Ülken’in însan’ı (1939-1941, aylık, 25 sayı), Nurettin Topçu’nun Harekefi (1939- 1979), ve Yücel dergisi bunlar arasındadır.
Akın, özgürlükler sorununu gündeme getirir, Tek Parti’nin demiryolu politikasını eleştirir. Serbest Fırka deneyi ertesi Ağaoğlu’nun İnönü ile arası açılmıştır. Akın’da CHF’ye muhalefetini sürdürür. Ancak bir süre sonra dergi kapatılır.
Aylık fikir dergisi Projektör tek sayı çıkabilmiştir. Derginin sahip ve yönetmeni Sabiha Zekeriya Sertel’dir. Projektör’e göre, toplumsal gelişme iki büyük tehlike ile karşı karşıyadır. Bunlar emperyalizm ve faşizmdir. Tek sayılık dergi ülkedeki yoksulluk ve eşitsizliği vurgular. Yurt dışında ise sömürgeci İngiltere ile Alman ve İtalyan faşizminin dünya barışı için arz ettikleri tehlikeye dikkati çeker. “Habeşistan’a Tankla Medeniyet Götüren Kardinal” başlıklı yazısında Sabiha Sertel, İtalyan faşizmini eleştirir. “Saylav Bayanlar Niçin Susuyorsunuz ?” da kadın sorununa “çalışan kadın” açısından eğilir. “Milli Edebiyat Yok, Sınıf Edebiyatı Var”, C. E. Zade imzalı diğer bir yazıdır. Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf”u da bu dergide tefrika edilmeye başlar.
Yeni Adam, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun ölümüne değin değişik aralıklarla yayınladığı dergidir. Ismayıl Hakkı’nın Darülfünun’dan uzaklaştırılması ertesi kurduğu bu dergi ülkenin toplumsal sorunlarına eğilen yazılara da yer verir. “Fabrikada Çalışan Çocuklar”, “İş Kanunu ve Amele”, “Zonguldak’ta Amele Hayatı”, “İş Hayatında Çocuk” bu tür yazılara örnektir. Derginin yazarları arasında Cevat Memduh (Altar), Nurullah Ata (Ataç), Zeki Faik (İzer), Hüseyin Avni (Şanda), Kerim Sadi vardır. Yeni Adam, Tek Parti döneminde sanayileşmeden yana olan ender yayın organlarından biridir. Yeni Adam’a göre “demokrasi büyük sanayi’e dayanan devlet idaresi demektir.”
1939’da Hilmi Ziya Ülken, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu ve Muzaffer Şerif Başoğlu’yla birlikte İnsan’ı çıkarır. İnsan, hümanizmadan yanadır. Geniş bir fikir yelpazesi oluşturur. Ülke sorunlarına eğinildiği oranda insanlığa ulaşılacağını, somuta gidildiği oranda evrensele varılacağını savunan dergi sosyoloji ve felsefe ağırlıklıdır. İleri sayılara doğru edebiyat vurgulanır. Orhan Veli, Yahya Kemal, Cahit Sıtkı, Cemil Meriç, Behice Boran, Sabahattin Eyüboğlu, Rıfat Ilgaz, Behçet Necatigil, Sait Faik, Melih Cevdet, Salah Birsel Muzaffer Şerif, Abidin Dino, Bedri Rahmi, Pertev Naili Boratav gibi isimler dergide zaman zaman yer alır. İnsan’a göre, Türk devrimi bir Rönesans dönemi yaşamaktadır. Tanzimat’ta gerçekleşmesi gereken bu dönüşüm ancak yüzyıl sonra gündeme gelebilmiştir. İnsan dergisi “Türk aydınının Rönesans bilincinden” kaynaklanır. Dergiye göre, Türk devrimi mistik, kapalı dünyasını aşmalı, dünyaya açılmalıdır. Doğu ve Batı kültürleri değerlendirilmeli, bu kültürlerin toplumumuz üzerindeki etkileri incelenmeli, bir Doğu toplumu olduğumuzu hatırdan çıkarmaksızın, kültürel değerlerimize Batı ölçüleriyle yeni boyutlar kazandırmalıdır.
Tek Parti döneminin güçlü muhalefet organlarından biri Hareket dergisidir. İslamcılık akımının son sözcüsü Sebilürreşad" ın 1925’te kapatılmasından sonra İslamcı nitelikte gazete ya da dergi kalmamıştır. Takrir-i Sükûn Kanunu ile basın sıkı bir denetime girmiş, rejime ters düşen yayınlar kapatılmıştır. 1939 yılında yayınlanmaya başlayan Hareket bu tür muhalefetin ilk sözcülerinden biridir. Nurettin Topçu’nun yönetiminde çıkan dergi Batılılaşmayla beklenen Rönesans’ın, dirilişin gerçekleşemeyeceğini savunur. Bu arada tek şef rejiminin sakıncaları vurgulanır. Bu tür eleştiriler nedeniyle Nurettin Topçu Denizli’ye sürülür. Dergi 1942’ye değin yayınına ara vermek zorunda kalır. 1943 Eylülü’nde yayımlanmaya başlayan Büyük Doğu, Necip Fazıl’ın yönetiminde İslamcı hareketin yol açısı dergilerinden bir diğeridir. Özellikle çok partili döneme geçişte, kamuoyu oluşumunda etkin rol oynamıştır.
İş dergisi, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun kurduğu Türkiye Harsî ve Felsefî Araştırmalar Deneği’nin yayın organıdır. 1934 yılında çıkmaya başlayan dergi bir süre sonra, fikir ve eylemin birlikteliğinin ifadesi olarak adını İş ve Düşünce"ye dönüştürür. 1934 yılından Fındıkoğlu’nun ölüm tarihi 1972’ye kadar dergi 278 sayı yayımlanır. Dergide yer alan yazıların büyük çoğunluğu Fındıkoğlu tarafından kaleme alınır. Dergiye Orhan Tuna’nın da büyük katkıları olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında demokratik platform oluşturmaya yönelik sol eğilimli dergiler çıkmaya başlar. Bunlar başlangıçta edebiyat çevrelerinin yayınladığı dergilerdir. Sokak (1940), Küllük (1940), Yeni İnsanlık (1940), Yeni Edebiyat (1940), Yürüyüş (1941), Nazım Hikmet’le başlayan toplumcu gerçekçilik akımının ilk organlarıdır. Projektörden sonra yayınlanan sol içerikli fikir dergisi Ses’tir. İlk sayısı 7 Haziran 1939’da çıkan Ses, aralıklarla 1953 yılına değin yayınlanmış, bu tarihte “İşçiler Birleşiniz” başlıklı bir yazı nedeniyle süresiz kapatılmıştır. Sahibi ve yazı işleri müdürü Yusuf Ahıskalı’dır. Yurt ve Dünya 1941-1945 arası yayınlanır. Pertev Naili Boratav’ın çıkardığı dergiyi Adnam Cemgil yönetir. Yazarları arasında Niyazi Berkes, Mediha Berkes, Behice Boran, Sefer Aytekin, Hüsamettin Bozok, Rıfat Ilgaz, Hüseyin Avni Şanda, Sabahattin Ali, Melih Cevdet Anday, Orhan Kemal, Burhan Arpad, Muzaffer Şerif Başoğlu, Kemal Bilbaşar yer alırlar. 1943 Mayıs’ında Ankara’da Adımlar yayınlanmaya başlar. Dergide sosyal bilimler ve edebiyat-sanat atbaşı gider. Çağdaş toplumsal fikir hareketleri açısından hümanizma tartışılır; faşizm eleştirilir. Yerli ve yabancı toplumcu gerçekçi yazarlar tanıtılır. Güncel olayların toplumsal boyutları vurgulanır. Adımlardın yazı kadrosu hemen hemen Yurt ve Dünya’ınkinin aynıdır. Yürüyüş (1942), Ant (1945), Gün (1946), Yığın (1946), Dost (1946), Hür Gençlik (1946), ve Söz (1946), 1940’lı yıllarda yayınlanan sol yönelimli diğer dergilerdir.
1946: Çoğulcu Topluma Yöneliş
İkinci Dünya Savaşı’nın dünya konjonktüründe yarattığı belirsizlik ortamı Türkiye’de de değişim yönelimli dergilere ortam hazırlar. Bu durum 40’lı yılların sonuna değin sürer. Ancak, Türkiye Truman Doktrini ve Marshall Planı ile seçimini yaptıktan sonra dergicilikte de fikir yelpazesi kapanmaya başlar.
4 Aralık 1945 günlü olaylar dergicilikte Türk solunun konumunu 27 Mayıs ertesine kadar belirler. Dönemin Halk Partisi, muhalif basına karşı tavır koyar. İkinci Dünya savaşı ertesi Türkiye çok partili rejime geçiş hazırlığı içindedir. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ünlü “dörtlü takrir”i yayınlayarak CHP’den ayrılırlar. Yeni bir partinin kuruluş hazırlıkları başlamıştır. CHP değişik kesimlerden eleştiri almaktadır. Bu sıra Tan gazetesi yöneticileri Sabiha ve Zekeriya Sertel haftalık bir fikir dergisi çıkarmaya karar verirler. Öneri Tevfik Rüştü Aras’tan gelir. Celal Bayar dergiye demeç vermeyi vaat eder. Adnan Menderes ve Fuat Köprülü yazı kadrosunda yer almayı kabul ederler. Derginin diğer yazarları Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Halide Edip Adıvar ve Cami Baykurt olacaktır. Muhalefetin sözcülüğünü üstlenecek olan derginin adı Görüşleredir. Geniş bir tanıtım kampanyasına girişilir. İlk sayının kapağına Bayar, Menderes, Köprülü ve Tevfik Rüştü Aras’ın resimleri konur. Aynı günlerde Cami Baykurt, Sabahattin Ali ve Esat Adil Müstecaplıoğlu Yeni Dünya gazetesinin hazırlıklarını yapmaktadırlar. Tan 1938’den beri sol çizgide yayınını sürdürmektedir. CHP’ye yönelen muhalefet her geçen gün güçlenir.
Bu sırada Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın ey ehli vatan” yazısı yer alır. Eli kalem tutan gazeteciler ve “hür vatandaşlar” mücadeleye çağrılır. 4 Aralık gösterilerinin hazırlanışında CHP örgüt olarak etkin olur. Üniversite öğrencileri sokaklara dökülür. Tan basımevi basılır. Tüm dizgi makineleri ve rotatifler parçalanır. Gazete kağıtları imha edilir. Beyoğlu’nda La Turquie ve Yeni Dünya gazetelerini basan bir başka basımevi de aynı akıbete uğrar. ABC ve Berrak Kitabevlerinin vitrinleri ve kapıları kırılır. İçerdeki kitaplar yırtılır sokaklara saçılır. Görüşler dergisi, Tan, la Turquie ve çıkarılma hazırlığı içinde Yeni Dünya ile birlikte susturulmuş olur.
1946 seçimleriyle Türkiye çoğulcu demokrasiye ilk adımını atar. Ancak dünya konjonktürü ve özellikle izleyen yıllarda “Soğuk Savaş” Türkiye’de fikir dergiciliğine ket vurur. 1954 Nisan’ına değin dergicilikte beylik tavırların ötesine geçilemez. Forum, DP döneminin en soluklu dergilerinden biri olmaya namzettir. Fabian sosyalizmini anımsatacak bir tavır içinde olan Forum aslında 1960’ların habercisidir. 1961 anayasası fikir dergiciliğinde yeni bir dönemi açar. Fikir tartışmaları geniş bir yelpazede yer alır. Çoğulcu demokratik ortam dergi sayılarında önemli artışlara neden olur. 1960’lı yıllarla birlikte yeni bir fikir dergiciliği dönemi açılmıştır.
Kaynak: Zafer Toprak , “Fikir Dergiciliğinin Yüz Yılı,” içinde: Türkiye’de Dergiler Ansiklopediler (1849-1983), İstanbul, Gelişim Yayınları, 1984, s. 13-54
FACEBOOK YORUMLAR