YÜRÜNEN YA DA SÜRÜNEN HAYAT, YERLE GÖK ARASI BİR KONUM BELİRLEME ÇABASIDIR - Prof. Dr. Nurullah Çetin

YÜRÜNEN YA DA SÜRÜNEN HAYAT, YERLE GÖK ARASI BİR KONUM BELİRLEME ÇABASIDIR - Prof. Dr. Nurullah Çetin
11 Ağustos 2020 - 20:31

YÜRÜNEN YA DA SÜRÜNEN HAYAT, YERLE GÖK ARASI BİR KONUM BELİRLEME ÇABASIDIR

Prof. Dr. Nurullah Çetin

Ya yol yürümeye karar vereceksin, ya da bir kararın olmayacak; sadece gezeleyeceksin. Yol yürümeye karar verdiysen kaçınılmaz olarak yükün olacak. Yük yüklenme cesaretin yoksa yaşadığın hayat, yürünmüş bir yol değil, serseri ve avare bir dolaşmadır ya da sürünme. Hayat yolculuğunda yüklendiğin yükün, seni sonsuzluğa, göklere mi uçuracağı yoksa çamura mı gömeceği, senin seçimine bağlıdır. Yani hayat aslında çıkılabilecek en yüksek seviye ile düşülebilecek en alt seviye arasında gidilip gelinen bir yolculuktur aynı zamanda.

O zaman hayat, irade ile seçilmiş bir yükün altında geçen bir yolculuktur. Yük, ya imandır ya da inkâr. Hayat, İslam imanı temelli kutsal, soylu, erdemli, duygu dolu bilgece bir hamallıkla anlamlıdır. İnkârın insana vaad edebileceği, hatta ettiği hiçbir şey yoktur. Tek vaadi hiçliktir. İnkâr insana, “sadece çilelerle, sıkıntılarla, yoksunluklarla, acılarla ve parlayıp sönen kısa, anlık hoşluklar, sabun köpüğü mutluluklar ve sevinçlere dolu kısacık dünya hayatıyla yetin” der.

Tevfik Fikret, “Ömr-i Muhayyel” şiirinde aslında genel insan fıtratının doğal bir talebi olan, siyah toprağa, yerin dibine, çamura, katı maddeciliğe saplanıp kalmak yerine soyut, saf sonsuzluğa, estetik güzellikler diyarına uçmayı arzulamıştı:

“Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.”
Hâkîler toprağa, salt maddeye, dünyaya bağlı olanlar yani çamura batmayı tercih edenlerdi.

Bunlar, Ahmet Haşim’in “O Belde” şiirinde dile getirdiği ve:
“Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'nâ,”
Diye kendilerinden bahsettiği “melali anlamayan nesil” dir.

Fikret, katı maddeciliği onlara bırakıp soyutun, mananın, sanatın, şiirin, estetiğin, duygu ve anlam dolu soylu hüznün yani sonlu katı madde yerine sonsuz soyutun peşine düşmüştü. Ama sonsuzluğun garantörü olan İslam imanından mahrumiyet, onu kısacık dünya hayatıyla yetinmeye itti, gökler yerine hâk-i siyaha geri döndü ve bir kelebek ömrü kadar kısa bir hayata razı oldu:
“Bir ömr-i muhayyel...Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;"

Soyuttan somuta; hayalden, manadan, dünyanın katı gerçekliğine, madde dünyasına geri dönüş trajedisini Ahmet Haşim de yaşadı ve şöyle dedi:
“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz...”

Kelebeğin kısacık ömrüne razı olmak, ya da madde dünyasına mahkum olmak, trajik bir tesellidir ve avunması, savunması, tatminkârlığı yoktur. Sonsuzluğa inanmayıp sonlu olanla yetinmek, insanı boğuntulu, çaresiz, karamsar bir hüzün içinde yokluğa iter.

Mehmet Nuri Parmaksız ise, “Kelebek Ömrü” şiirinde göklere azim olmakta sebatını şöyle ortaya koymuştu: “Yükselsin o rûhum, göğe çıksın, sana değsin.” Fakat o, Fikret’in trajedisine düşmeden: “Aşk bitti mi dünyâ kelebek ömrü kadardır!” diyerek aşksız yani aşkın bir boyutu olan imansız geçecek kelebek ömrü kadar süren bir hayata razı olmadığını da dile getirerek iç tutarlılığını ortaya koydu.

Son söz: Hayata doğru, gerçek, işe yarar bir anlam yükleyen tek sahih değer: İslam imanıdır.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum