YESEVİ'DEN BABAİLERE TÜRK İSLÂM ANLAYIŞI / Halil YILDIRIM
Tarihçi Halil Yıldırım Beyin "YESEVİ’DEN BABAİLERE TÜRK İSLÂM ANLAYIŞI" adlı makalesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
YESEVİ’DEN BABAİLERE TÜRK İSLÂM ANLAYIŞI
Türk milletinin İslam’ı kabulü ile başlayan süreçten Osmanlı İmparatorluğunun ilk ve orta döneminde hâkim olan Ehl-i beyt bağlısı, mezhepler üstü, sâfî Müslümanlığın konu alındığı bu makalede tarihi olaylar ve silsile yollu tarikat erkânını açıklamak ve örtbas edilen ilişkileri gün yüzüne çıkarmak hedeflenmektedir. Makale 4 temel kısımdan oluşur: Birinci bölüm, Ahmed Yesevî. İkinci bölüm, Emirci Sultan. Üçüncü bölüm, Baba İlyas. Dördüncü bölüm, genel değerlendirme şeklindedir. İsyanlarda Türk Sûfi geleneğinin coğrafyaya etkisi, isyanlar sonrası Türkiye Selçuklu Devleti’nin durumu ve Osmanlı’ya etkileri ele alınmıştır. Makalede dilde ve fikirde birliğin sonucunda ortak bir ülkü ile Türkistan’dan Balkanlar’a yayılan Fütüvvet hareketini anlatmak amaçlanmıştır.
1. AHMET YESEVİ VE YESEVİLİK
Türk İslam anlayışının temeli ve düsturları Yesevîlik ile şekillenmiş, ardılları tarafından Balkanlardan Türkistan’a geniş bir coğrafyada yüzyıllarca bu erkân üzere yaşatılmıştır. Yesevî ve yolu hakkında net bilgiler olmaması, yalnızca Divan-ı Hikmet’te saklı kalması Yesevîlik hakkında birçok dezenformasyona neden olmuştur.
Hoca Ahmet Yesevî, Türk-İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerindendir. Pir-i Türkân ve Pir-i Türkistan künyeleri ile anılır. Batı Türkistan’ın Çimkent şehrinin Yesî kasabasında dünyaya geldi. Doğum yılına dair net bir bilgi bulunmamakla birlikte, 1166 yılında vefat ettiği üzerine görüşler mevcuttur.[1]
Ahmet Yesevî’nin sadece doğumu değil; tarikatı ve erkânı hakkında da fazlaca bilgi kirliliği ve amaçlı bir propaganda mevcuttur. İlk Mürşidi Arslan Baba, Yesevî’yi Yusuf Hemedânî üzerinden Nakşibendî yapma çabası bu ifsadın temelini oluşturur. Yusuf Hemedânî ile çağdaş olması, yaşadıkları bölge ve irşat coğrafyalarının aynı olması hasebiyle Nakşibendî olduğu iddiası ileri sürülmektedir. Ancak silsilesi ve halefleri bize Pir’in yolu ve erkânı hakkında yeterli işaretleri vermektedir.[2] Arslan Baba ve oğlu Mansur Ata, bugün Anadolu’da Alevi büyüklerinden sayılır ve Mansur Baba Ocağı ismi ile bir Alevi Ocağı vardır. Yine Yesevî’nin Anadolu’ya irşat için gönderdiği Emirci Sultan, Alevi ulularından sayılır. Yozgat’ta medfun bulunduğu kabirde Kerbela taşı bulunması, onun meşrebi ve kimliği için, bize yeterli delili verir.[3] Sadece ardılları değil usulü de Nakşibendîlik ile taban tabana zıt olan Hoca Ahmet Yesevî, açtığı meydanlarda sesli zikir icraları ve ilahi formunda ki hikmetler ile tarikat icrasında bulunmuş, kopuz çalınmasına müsaade etmiş ve hikmetlerinde bunları dile getirmiştir.[4]
Tarikat erkânı incelendiğinde iki temel grup karşımıza çıkar:
1.a. Ali Meşrep: Sesli zikir yapılan, musiki enstrümanları kullanılan (Tef, kudüm, bendir, ney vs.), temelinde Ehl-i Beyt sevgi muhabbetinin olduğu kısımdır. Bu tarikatlar silsilelerini Hazreti Ali’ye dayandırır.[5]
1.b. Bekri Meşrep: Sessiz zikir (Hatme-i Hacegân) yapılan, musiki aletleri kullanımına izin verilmeyen ve genelde sayılı evrat dersleri olan kısımdır. Bu tarikatlar sislilerini Halife Ebubekir’e dayandırır.[6]
Tarihi vakıalara bakıldığında aynı tutarsızlıkla karşı karşıya kalınmaktadır. Yesevî’nin Anadolu’ya giden müritleri ve halifeleri Anadolu’da Ehl-i beyt bağlısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta Anadolu’daki Yesevî dervişleri için Haydarî ve Vefâî tanımları kullanılır. Vefâî’lerden Gayrı Sünnî gruplar olarak bahsedilir. Gayri Sünnî bir grubun Bekrî meşrepten olması mümkün değildir. [7]
Adilhayır Han’ın Yesevî yolundan vazgeçerek, Nakşibendî tarikatını kabul etmesi Kıpçak bozkırındaki manevi birliği bozmasına ve halkların manevi yönden bölünmelerine neden olmuştur. Bu olay Kıpçak bozkırında yaşayan Türk kabilelerinin etnik haritasının değişmesiyle sonuçlanmıştır. Yesevî yolundan ayrılmamış olsaydı halk böylesine ağır bir ceza vermezdi. Bu olay Özbek Han ulusunu ikiye ayırarak Kazak Hanlığı ile Şeybânîler devletini meydana getirmiştir. Başkasının manevi etkisini kabul etmeyen, Türklerin İslam anlayışının özü olan Yesevî yolundaki halk, Kazak olarak isimlendirilerek ata yurdu sahiplenmiş, Nakşibendî tarikatını kabul eden Soğdi-Tacik kültürüne uyan halklar ise; ata yurttan ayrılarak Maveraünnehir’e gitmeye mecbur kalmışlardır.[8]
Ahmet Yesevî’nin Hikmetler adlı manzum eserinde ne Nakşibendîlik vurgusu ne de Yusuf Hemedânî ile ilgili beyit geçmektedir; ancak Arslan Baba’yı andığı bir beyit vardır.
Yedi yaşta Arslan Baba ya verdim selâm;
'Hak Mustafa emanetini eyleyin armağan'
İşte o zamanda bin bir zikrini eyledim tamam
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim ben işte.
Beyitte de görüldüğü üzere Ahmet Yesevî, seyr-i sülûkunu Arslan Baba ile çıkarmış ve nispetini ondan almıştır. Ancak Arslan Baba ile ilişkisi göz ardı edilerek, Yusuf Hemedânî ile bir mürit-mürşit ilişkisi içine sokulmaya çalışılmıştır. Ardılları, öncülleri ve tarihi vakalara baktığımızda Yesevî’nin Nakşibendî olduğu ve Yesevîliğin bir Nakşibendî meşrebi olduğu tezi çökmektedir.
2. EMİRCİ SULTAN
Asıl adı Osman b. Muhammed olan Emirci Sultan, Şeyh Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin halifelerindendir.[9] Emirci Sultan mahlasının ona Ahmet Yesevî tarafından verildiği şu şekilde anlatılmaktadır: “Bir gün, Hoca Ahmet Yesevî’ye Çin’den bir grup tüccar gelerek, bölgelerinde bir ejderhanın onlara musallat olduğunu söylerler ve yardım isterler. Ahmet Yesevî bu ejderha ile savaşmaya gönüllü olan var mı diye talebelerine sorar. Kimseden ses çıkmayınca Osman gönüllü olur ve Şeyhinin verdiği tahta kılıç ile Çin ülkesine gider. Ejderhayı öldürüp Türkistan’a döner. Ahmet Yesevî bu kahramanlığından ötürü ona, “Emir-i Çin” adını verir. Anadolu’da bu isim Emirci’ye dönüşür.”[10]
Doğum tarihi bilinmemekle birlikte on ikinci asrın ortalarına doğru doğduğu tahmin edilen Osman Efendi, 1164’te Hoca Ahmed Yesevî’nin vefatıyla artık Türkistan’da duramaz ve Rumeli’ye doğru yola çıkar. Fuad Köprülü, bu seyahatin Şeyhi Ahmed Yesevî’nin isteği ve iradesi üzerine olduğunu kaydeder.[11] Emirci Sultan, hem Hacı Bektaş hem de Baba İlyas ile görüşür ve Baba İlyas’ın halifesi olur. [12]
Anadolu’da Yesevîliğin tarihi bakımından taşıdığı önemin yanı sıra, Babaîler İsyanı’nda Emirci Sultan’ın önemli bir yeri olur. İsyanın lideri Baba İlyas’ın torunlarından Elvan Çelebi’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l-kudsiyye adlı menkıbevî aile tarihinde Emirci yahut Emirce Sultan, Vilâyetnâme’de geçtiği şekliyle Emircem Sultan olarak anılmış ve Vefâî Şeyhi, Baba İlyas’ın ileri gelen halifeleri arasında gösterilmiştir. Böylece gerek XIV. yüzyıl ortalarında yazılmış bu önemli eserin, gerekse Vilâyetnâme’nin ve Âlî’deki menkıbelerin bir arada değerlendirilmesi sonucunda Emirci Sultan’ın, Babaî isyanında yer alan birbirine çok yakın iki tarikat çevresi, yani Yesevîlik ve Vefâîlik ile ilişkisi olduğu ortaya konulmaktadır. Emirci Sultan’ın mezar kitabesindeki Zilhicce 637 (Temmuz 1240) tarihi Babaî isyanının tarihine uymaktadır. Öte yandan Elvan Çelebi, Babaîler’in Emirci Sultan Zâviyesi’nin bulunduğu Ziyaret (Ziyaretpazarı) mevkiinde Selçuklu kuvvetleriyle yaptıkları bir muharebeden bahsetmektedir. Bütün bunlar Emirci Sultan’ın bu muharebede öldürülmüş olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Nitekim 794 (1392) tarihli vakfiyede, Emirci Sultan’ın amcası Hızır Paşa’dan “Eş-şehîd” diye bahsedilmesi de bunu teyit etmektedir. Emirci Sultan’ın Babailere katılması ile birlikte Türkistan’da karılan harç, Anadolu’yu tutmuş ve Yesevî Ocağı Anadolu’da tütmeye başlamıştır. Sonra ki süreçte Yesevîler ve Vefâîler bir olup Babaîleri teşekkül ettirecek, Anadolu’da Baba Erenler, Balkanlarda Alperenler olarak anılan yüce şahsiyetlerin erkânı ile Fütuvvet hareketi başlayacaktır.
3. BABA İLYAS
Şeyh Ebü’l-Bekā, Baba İlyâs-ı Horasânî büyük bir ihtimalle, Moğol istilâsı sırasında yıkılan Hârizmşahlar Devleti sahasından, beraberindeki Türkmenlerle Anadolu’ya göç etmiş olup, önceki hayatı hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Onunla ilgili en eski kaynaklardan biri olan Elvan Çelebi’nin 733 (1332-33) yılında kaleme aldığı Menâkıbü’l-kudsiyye adındaki menakıpnameye göre, Anadolu’ya geldikten sonra Amasya yakınında bugün İlyas köyü adıyla bilinen Çat köyüne yerleşmiş, bir zaviye açarak Vefâiyye tarikatını yaymaya başlamış ve etrafına pek çok mürit toplamıştır. Dede Garkın, Baba İlyas’ın aynı zamanda öz dedesidir. Sözü edilen kaynakta Dede Garkın’ın halifesi gösterilmekle beraber mensup bulunduğu tarikatın adı zikredilmemiştir. Ancak aynı sülâleden gelen ve yine bir şeyh olan Âşıkpaşazâde’nin belirttiğine göre Baba İlyas, Tâcülârifîn Seyyid Ebü’l-Vefâ Bağdâdî’nin kurduğu Vefâiyye tarikatına mensuptu. Bu sebeple Baba İlyas’ın Şeyhi olarak gösterilen Dede Garkın’ın da aynı tarikata bağlı olduğu söylenebilir. Vefâiyye tarikatının XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da özellikle Türkmen zümreleri arasında yayıldığı, Yesevîyye, Kalenderiyye, Haydariyye gibi gayri Sünnî mahiyette öteki tarikatlarla birlikte XIV. yüzyılda dahi mevcudiyetini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. [13]
Baba İlyas Amasya’da bir mağarada halvette iken, Dede Garkın’ın 400 halifesi ile birlikte Baba İlyas’ın yanına geldiği ve üç gün halifelerinden ayrı onunla kaldığı, ona sır verdiği söylenir. Tarikat literatürüne göre sır verme; ona yolu teslim etme manası taşır.[14] Mağarada yaşanılan bu manevi hâl sonrası, Baba İlyas Babaî isyanını hicri 10 Muharrem 638 Çarşamba günü başlatır. Elvan Çelebi, Menakıb’ında bu olayı şu beyitte anlatmıştır.[15]
“Çünki târih-i Ahmed-i Muhtâr
Hilz oldı görün ne fitne kopar
Çiharşenbe Muharrem’ün onu
Hükm-i Allah resm-i gerdûnı.”
Bu buluşmanın zahiri veya batıni olduğu konusunda tam bir bilgi bulunmamakla birlikte buluşmadan sonra Babaî isyanı başlamıştır. Selçuklu askerleri. Baba İlyas’a büyük saygı ve muhabbet duyduklarından ötürü savaşmak istememişlerdir. Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Haçlılardan yardım isteyerek onları Baba İlyas’a karşı savaştırmış ve mağlup etmişlerdir.[16] Muhasara sonrasında ölülerin arasında Baba İlyas’ın cesedi bulunamamış, onun göğe çekildiği rivayetleri dilden dile aktarılmıştır.
4. GENEL DEĞERLENDİRME
Vefâîlik ve Yeseviliği buluşturan Babaî İsyanı, aslında tarikat ayrımının sadece dilde olduğunu, itikat ve toplumsal bakışta Türk sûfizminin aynı olduğunu bize göstermektedir. Türkistan’da bir Yesevî dervişi ve halifesi olan Emirci Sultan’ın, Anadolu’da Baba İlyas’a teslim olup onun başlattığı kıyama katılması bu vahdetin gereğidir. Başta belirtilen mezhepler üstü, Ehl-î Beyt bağlısı safî Müslümanlığın bu birliktelikte çatı görevi gördüğü, mürşit farklı olsa da menzil bir olunca kıyam sancağında birleşildiği görülmektedir.
Yesevîlik ve Vefâîlik için “Gayrı Sünni Grup” nitelemesi yetersizdir. Bu tanım, kısmen doğru olsa da eksiktir. Ehl-î Beyt bağlısı oldukları ve Gayrı Sünni oldukları göz önünde bulundurulunca Şia isnadı doğmaktadır. Nitekim yaşadıkları dönemde “İsnad-ı Şia’ya” maruz kaldıklarını görmekteyiz. Dönemin en meşhur tekfir yönetimleri arasında Şia ilanı vardır. Bir Vefâî dervişi olan Yunus Emre’ye ve Sarı Saltuk’a, Fatımî ajanı; Mevlana Celalleddin Rumî’ye, Gulat-ı Şia denmiştir. Hayatlarını ve isyanlarını konu edindiğimiz Babaların yaklaşık 3 yüzyıl sonra ki ardılları, Şah İsmail’e destek vermiş ve yine Şii yaftası vurulmaya çalışılmıştır. Ancak Vefâîyye ve Yesevîyye ile başlayan erkân bugün ki Şia tanımına uymaz. Gulatlık diye tabir edilen özellikler, Baba Erenlerin yolu değildir. Onlar, Ehl-î Beyt’i hürmet ve tâzim ederken karşısında ki gruplara ne övgü ne yergi söylerler. Övmek, tasdik etmek, onları doğrulamak olacağından övmezler; küfür ve hakaret ise, Beni Ümeyye âdeti olduğu için bundan da kaçınırlar. Bu yönleri ile Şii gruplardan Zeydîlere benzediklerini söylenilebilir.
Baba Erenlerin erkânında zulme karşı bir duruş olduğu ve fütüvvet hareketi özelliği görülmektedir; ancak yine onların beyitlerinde gördüğümüz mazlumun yanında olmaları, ahlak ve erdemleri ile girdikleri bölgelerde sınıf gözetmeksizin herkesçe saygı ve itibarla karşılandıkları anlaşılmaktadır. İsyan hareketinde Selçuklu ordusunun savaşmaktan çekinmesi sonucu, Sultan’ın Haçlılardan yardım alması, Balkanlarda özellikle Bosna Hersek’te Osmanlı’nın tüm izlerini yok eden, yakıp yıkan Sırpların Sarı Saltuk tekkesi ve haziresine bir kurşun bile atmaması, gayrı Müslimlerin gözünde bile ne derece saygın olduklarını göstermektedir.
Babaî İsyanı sonrası, Selçuklu Devleti’nde sosyal ve siyasal yapı değişmiş, isyan devleti yıpratmıştı. Baba Erenler’in Selçuklu sonrası kimisi beyliklere kimisi Balkanlara gitmiş, yolu ve erkânı gittikleri yerlerde sürdürmüşlerdir. Beylikler dönemi etkileri de yine azımsanmayacak derecede olmuştur. Osman Oğulları Beyliği’nin fütüvvet girişimlerinde, Vefâî dervişlerinden Edebalı ve Geyikli Baba büyük pay sahibidir. Balkanlarda ise Sarı Saltuk ve dervişanı bir uç karakolu görevi görüp, fütüvvetin alt yapısını yapmış, kurdukları Balaban Tekkesi ile Balkanları kan dökmeden Müslümanlaştırmışlardır.
Baba Erenler akınlarında ve fetihlerinde köle-cariye almamış, yağmadan uzak durmuş ve Ali erkânını savaşta da sürdürmüşlerdir. Sırp Dükü’nün zulmünden kaçanların sığındığı Sarı Saltuk tekkesine baskın yapılacağı haberini alan Sırp köylüleri, tekke önünde kendilerini kalkan yapması da bunun göstergesidir. Babaî İsyanı’nın kahramanı Baba İshak’ın şu beyiti Babaların ve isyanlarının özetidir:
“Zalim Sultan olsa biat edilmez, mazlum yetim olsa geri dönülmez.”
Halil YILDIRIM
[1] Or.Prof.Dr.Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Alfa Yayınları, s66
[2] Prof.Dr.Necdet Tosun, Hoca Ahmet Yesevi Seçme Makaleleri, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları S23
[3] Dr. Daimi Cengiz, Kureyşan Ocağının Cem Ritüeli ve Ritüel Musikisi, Tunceli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2 Sayı 5 Güz Dönemi 2014
[4] Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Vilâyetnâme, İstanbul 1958, s. 14-20
[5] Osman Nuri Küçük, Tasavvuf ilmi ve akademik araştırma dergisi, 2009/2 s11-28.
[6] Erzurum’lu İsmail Hakkı, Marifetname, 1330, Matbaai Ahmed-i Kamil, s504-512.
[7] A.T. Karamustafa, Yesevilik ve Melamilik, s. 77.
[8] Zikiriya Jandarbek, Yesevi Tarikatının Devlet Yönetiminden Uzaklaşmasıyla Türk Devlet Sisteminin Çöküşü, bilimname 2017/2.
[9] Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, c. 3, s. 237).
[10] Elvan Çelebi, Menakıbu’l Kudsiyye, Ankara 2017 s.253; Çin mitolojisinde Ejderha figürüne sıkça rastlanır. Türklerin Kurt ve yırtıcı hayvanlara “Canavar” demesi gibi bir karşılığı vardır. Bir ihtimalle böyle bir yabani hayvan, bir ihtimalle güçlü bir adama verilen bir abartma sıfatı olabilir. Nitekim Çinliler bazı kişilere kaplan ve küçük ejder lakabı verirler. Bkz.
[11] Âşık Paşazade Tarih-i âli Osmaniye, İstanbul 1332 S.187.
[12] Elvan Çelebi, Menakıbu’l Kudsiyye, Ankara 2017 s.153.
[13] Âşıkpaşazâde,s.1, s. 46; Neşrî, I, 47).
[14] Elvan Çelebi, Menakıbu’l Kudsiyye, Ankara 2017 s.85.
[15] Elvan Çelebi, Menakıbu’l Kudsiyye, Ankara 2017 s.29.
[16] Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-kudsiyye, Ankara 2017 s. 47-54.
FACEBOOK YORUMLAR