Tamer BÜKÜLEN

Tamer BÜKÜLEN

[email protected]

Prof. Dr. Veysel Atlı Hocaya Veda

20 Kasım 2017 - 14:45 - Güncelleme: 20 Kasım 2017 - 19:51

~~Prof. Dr. Veysel Atlı Hocaya Veda
  (Erciyes Üniversitesi – Kayseri)

Not: (Yıllar önce yazılmış bir veda yazısıdır. Ancak, her daim geçerli duygular olduğu gerekçesi ile dostların arzusuyla, bugün dahi geçerli ve genele teşbih edilebileceği kanaati zikredildiğinden, yayınlanması ve sizlerle paylaşılması şerefine nail oluyoruz. Daha önce yakın birkaç dostumuzun dışında paylaşılmamıştır.)


“Her nefs bir gün ölümü tadacaktır” ama…
Pek çok psikolojik analiz kitabında “hasret” fikri türlü akımlar tarafından açıklanmıştır. Hepsi de mesafelerin, ayrılıkların kişilere birbirlerini ekseriyetle unutturduğunu söylemiş, belki de bu unutuşu hayat sigortası olarak kabul etmiş, derin yaraları saran bir ilaç gibi, bu hissi sevgi denizinde ki damlacıklara dönüştürme tezini hep işlemişlerdir. İşlemişlerdir de, her ayrılığın yarası gönüller de kendi derinliğine göre ya kolay geçer, ya da derin izler bırakır.

Onun ekolü –ki ekol diyorum zira her yeni kurulan müessesede bu tabir kurucusuna aittir- hep devletten yana, çalışmaktan yılmadan ve akademik platforma oturtulan bir mabedin bekçileri ve kurallarını uygulayıcıları şeklindeydi. Bu şekilde ki idari prensip, fertleri kendi menfaatlerindensıyırıp sisteme adamak şeklinde tezahür ettiğinden, kişilere zor gelebiliyordu. Herkes kendi ölçüsünde şahsi haklarını korur, ancak projeler, dersler ve idari konularda, ekip ruhunun ön plana çıkması kaçınılmaz olmalıydı. Fertlerin tek tek görevlendirilmesi, görevi en iyi yapabilecek olanın projenin teklifçisi tarafından en iyi benimsenebileceği fikri ile, bütünleşen bir tarz olarak karşımıza çıkar. Akabinde meseleler arttıkça ve halledilmesi gereken konular da fertler çözümsüz kaldıkça yardımlaşma, yardım alma fikrine doğru giderdi ki bu da, belki yıllar belki daha da yakın bir zaman da ekip ruhunun temelinimeydana getirmekteydi. Eskilerin tabiri ile böyle bir “tarz-ı hususi” bu ekol sahibinin küçük büyük demeden her insana aynı yaklaşmak ve güvenmek düşüncesinden kaynaklanıyordu.

Bu hareket tarzını, her seviyede ki insanı odasına teklifsiz kabulü ve onunla ilgilenmesi ile ispat etmiştir. Onun nezdinde öğrenciler dahi hiçbir şekilde ikinci planadüşemezdi. Düşemezdi demek bile yanlış olur ki, gördüğümüz hep birinci derecede öneme haizdiler ve personel sadece onlar için vardı. Sanki akademisyen doğmuş ve başka bir dünya tanımamış bir ibadet vecdiyle kalem tutuşu, kitap okuyuşu, bilgisayar kullanışı, talimat verişi şeklinde beliren davranışları, etrafındakileri hep iyi yönde şaşırtmış ve bu onun idealist görev anlayışında ki düsturunu hiç bozmamış, bilakis beslemiştir.

Ayrılığı mukadder olan bu ilim adamı bir tatlı tebessüm gibi beliren düşüncelerini bizlere “Ben gidiyorum ama devam eden dünyada işleriniz, sizlerin geminizde, sadece denizin sükuneti ile tatlı bir seyir vaziyeti göstermesin. Bu sükunet ve bu dengeli ilerleyiş çalışmanızda, eserlerinizi bitirmenizde ve neticesinde hakkınız olan imzanızı atmanızda size ayak bağı olmasın. Dinamik olun, durmayın bu anlayış ile ülkeyi omuzlarınızda yükseltirsiniz” der gibidir.
Elbette hatasız olmak mümkün değil. Ama o ulu çınarın sonbahar gelince sararan, dökülen, kuruyan yapraklarının, güçsüzlüğünden kopan dallarının, vücudunu kemiren böceklerin göze ve gönle nahoş gelebilen görüntü ve neticelerini bertaraf etmesi onun elindemidir?Bu soruya cevaben hayır değildir diyen gönül ve akıl erbabının bu hali, elbette gideni gittiği yerde rahat ettirecek ve o ulu çınarın güzel taraflarını görmek için bir vesile olacaktır.

“Çocuklar, arkadaşlar acele etmeyin ama durmayın da, her şeyi ‘adım adım’ halledin” dediği ve uyguladığı iş prensibi hala kulaklarımızdadır da o, şu son bir iki ay için veda ediş tarzını hiç öyle yapmamıştır. Onu karşımızda önce solmuş, sonra zayıflamış ve belki de yavaş yavaş erimiş görmek bizim hasrete alışmamızda önemli bir rol oynayabilirdi. Ama öyle olmadı, zira  hiçbir fert dünya gözü ile onun bu kader yolculuğunda ki son deminin geldiğini anlayamamış, belki de anlamak istememiştir.

Gidenleri hayır ile yad etmek insanın şerefinden, ruhunun yüceliğindendir. Layık olanı böyle anmak insanlar için kolaydır. Bu kolaylık kaderin cilvesi şeklinde karşımıza çıkan ilahi sonda “ilmi hayatının bir parçası” olarak görmüş bir hocanın akseden silueti gibi gönlümüzdedir.

Hiçbir fiilin manasında ki ameli düsturu dikkate almadan, sadece o ilahi emri dinleyen ölüm meleği, aldığı emir ile bedeni o ebedi aleme sürüklerken “Baki kalan kubbede hoş bir seda imiş” dedirten bir düşünceyi dudaklarımızdan bir dua gibi döküveriyor.

Gökyüzünden her daim latif şeyler yağmayabilir. Ancak o yağış anında gelenin, güzellikler diyarından geldiğini hissedebilmek, kişinin kendi güzelliğine bağlıdır. Bağlıdır ama her kulun elbette zayıf tarafları vardır ve pek çok şeyi “bu hakikattir, kabullenmeliyim” düşüncesiyle karşılamaya çalışır ama, maalesef üzülmek ve mahzun olmak hissinden uzaklaşmak için kudreti yetmez.

Hedef birliği yaptığımız ve bu konuda beraber yola çıktığımız insanlardan biri ekipten erken ayrılınca üzüntüsü her gönle farklı tesirlerde akseder. Ancak bu hasret duygusu iş arkadaşları, aile dostları, akrabalar ve aile fertlerine doğru gittikçe artar ve bu duyguların yok oluşları da en yakınlarından başlayarak tedricen ama yavaş yavaş olur. Bu tabii bir seyirdir, yadırganacak bir tarafının olmadığını zaman insanlara öğretmiştir.

Sabırlı olmak en büyük arzumuzdur. Herhalde gidenleri memnun etmenin en iyi yolu kurdukları müesseseleri başarıda ve ilmi seviyede daha da ileriye götürmektir.
Bir şairin dediği gibi;
“Keskin bir özleyişle hayal ettiren nedir,
 Bir devre varsa insanın ömründe en iyi?

 Ey sevgi anladım bu uzaktan seda ile,
 Ömrün yegane lezzetidir hatıran bile.”
Herkese duygularını yerine oturtacak bir sağduyu, sabır, güzellikler dilemek haddimize midir, bilmiyorum. Herkes bir gün toprak ile sırlanacaktır. Ama her gidenin ardından ondan alacağımız çok şey olduğunu unutmadan hareket etmek akıl ve gönül sahibi olan her kişinin idraki olmalıdır.

Dileğimiz odur ki;
Hisarcık Kabristan’ı onun yaydığı ilim meşalesi ile ışıl ışıl parlasın, o Hisarcık Kabristan’ıona kucak açmış beklerken sevgi gözyaşlarıarasından bir yol bulup “bu iyi insan ve ilim adamı” ile şereflenmenin feyzini yaşasın.
“O sessiz gemiye” binip gidene rahmet, kalanlara metanet temennisiyle…

Emre Hanzade
[email protected]