Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

TAM VE ÇEYREK AYDINLAR

25 Eylül 2014 - 10:03 - Güncelleme: 25 Eylül 2014 - 10:04

TAM VE ÇEYREK AYDINLAR

Aydın, bilgi ve kültür sahibi, ilim-irfan bilen, mürekkep yalamış, okumuş, derin bilgi sahibi demektir. Eskiler, böyle kişilere münevver, Azerbaycanlı soydaşlarımız ise ziyalı (ışıklı, ışık saçan) diyorlar. Bilgili kişiler, etrafındaki insanları bilgi ve tecrübeleri ile aydınlatırlar, irşad ederler, insanları yanlış bilgi ve kararlardan uzaklaştırırlar. Ama son zamanlarda, hayatında okul sıralarında okuduğu ders kitapları haricinde kitap okumamış, kerameti kendinden menkul, her şeyi bildiğini zanneden aslında hiçbir şey bilmeyen daha önemlisi haddini bilmeyen çeyrek aydınlar ortaya çıkmıştır. Bunlar, her konuda ahkâm keserler, dünyada bilmedikleri ilim yoktur, Tıptan Astronomiye, Hukuktan arkeolojiye kadar her şeyi bilirler, böylelerine ukala diyoruz, kendileri ve kendi gibi düşünler ise Akil adam diyorlar. Günümüzde sahne soytarıları, medya maymunları bile akil adam, aydın kişiler kabul edilmeye başlandılar ki toplum mühendisliğine soyundular, yanlış kılavuzluk yapmaya başladılar.

Osmanlı aydınlarının bir kısmı ölümsüz eserler ortaya koyarken bazıları da halkla ilgilerini kesmişler, yazdıkları eserler Arapça ve Farsça olduğu için halk tarafından anlaşılmamışlardır. Köşk ve yalılarda yaşayan bu kişiler, milletten uzak durmuş, kendilerini Ayan, milleti de avam olarak görmüşlerdir. Bir kısmı ise  “ Vatanım Ruy-u zemin, Milletim Nev-i Beşer” ilkesini ileri sürerek Türk vatanı ve Türk milletini reddetmek, milletimize ihanet etmişlerdir. Ortaya çıkan Levanten sınıf, asalak bir hayat felsefesine uygun olarak yaşamışlardır. Sultan 2.Abdülhamit, batıdaki gelişmeleri takip etmek, gelişen teknolojiyi ülkemize getirmek, vasıflı insan yetiştirmek amaçlarıyla seçilen zeki gençleri devrin kültür ve ilim merkezleri olan Paris, Londra, Roma ve Berlin’e ilim tahsil etmeleri için burslu olarak göndermiştir. Maalesef ki bu gençlerin bir kısmı bu ülkenin ilmini değil yaşam biçimini, kültürünü, örf ve adetlerini almışlar, İstanbul’a dönünce aslını ve neslini inkar etmişlerdir.Ana dili olan Türkçe yerine Fransızca konuşmaya başlamışlardır. O devirde yaşayan bir halk şairi, aydın geçinen bu zübbeler için aşağıdaki beyidi yazmıştır.

“Remington ceket, setre pantolan, kundura,

Ağzımıza s………. Paris , Londra”

Ne acıdır ki Sultan 2. Abdülhamid’in öz yeğeni prens Sabahattin başta olmak üzere Avrupa ve mısıra giden Jön Türk denilen aydınlarımız Abdülhamid’i değil Devleti yıkmak için başta Taşnaklar olmak üzere Ermeni, Rum ve Mason teşkilatları ile iş birliği yaparak, Türk Milletine ihanet etmişlerdir. Aydın olmak başkadır, hain olmak başkadır. Devletin okullarında okutulan bir kısım gençler, devlete düşman olmuşlar ve devleti yıkmak için mücadele etmişlerdir, bunların yanında yüzbaşı Stoyan (Bulgar Sadık) ve Berç Efendi gibi bazı azınlık mensubu aydınların ise devlete hizmet etmeleri ve bağlı kalmaları acı bir gerçektir. Aydın gençlerin çoğu Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadelede hayatlarını feda etmişlerdir. Okumuş gençlerimizin tamamını cephelerde kaybettik, 1923 yılında sadece 8 mühendisimiz hayatta kalmıştı.

Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün direktifleri ile zeki, kabiliyetli ve çalışkan gençler Avrupa ülkelerine eğitim için gönderilmiş ve dönüşlerinde onlardan faydalanılmıştır. Ancak bazıları yine vatandaşlarına tepeden bakmış ve halktan kopuk yaşamışlardır, hatta öğle bir ukala tavır takınmışlardır ki politik alanda “ Memleketi Hassolar ile Memolar ’a mı bırakacağız? “ düşüncesine sahip olurken meşhur bir Valimiz gençlere “ Bu ülkeye komünizm gelecekse bile biz getiririz ” diyerek geç nesli hor görmüşlerdir. 1950 yıllarda kitap okuma ve kültür evi olan kıraathaneler önce kahvehane daha sonra ise oyun salonu ve tembelhane haline gelmişlerdir. Zamanla mahallerde bulunan çocuk kütüphaneleri kapatılmış, yayınlanan kitap sayısı azalmıştır, bugün ülkemizde 1350 kütüphaneye karşılık yüz bin civarında kahvehane mevcuttur. Bulgaristan da bile Türkiye’de bir yılda yayınlanan kitap sayısının 8 misli kitap yayınlanmaktadır. MEB Ar-Ge Başkanlığının açıklamasına göre en okumuş kesim olması gereken öğretmenlerin yüzde 75’ i kitap ve gazete okumamaktadır.

1986 yılında televizyonda Kültür Bakanının basın toplantısını izliyordum, Bakan beyin yanında bürokratları ve danışmanları oturuyordu, Bakan Bey, Milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY ’un ölümünün 50. Yılı anma etkinliklerini açıklıyordu. “ Bu yıl Mehmet Akif ERSOY ’un ölümünün 50. Yılını kutluyoruz, mezarını yurtdışından getireceğiz, kitabı sefahati yayınlayacağız “ dedi. Şimdi bu kültürsüz Kültür Bakanının yanlışlarının hangisini düzeltelim. Birincisi ölüm yılı kutlanmaz anılır, anma toplantıları yapılır. İkincisi merhumun mezarı yurtdışında değil İstanbul’ dadır, Koca Akif 1936 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Üçüncüsü ise kitabının adı Sefahat değil safahattır, Sefahat eğlence ve lüks hayat, Safahat ise safhalar demektir, anlamları değişiktir.

Atatürk, hayatının en zor günlerinde bile binlerce kitap okumuş, önemli cümlelerin altını çizmiştir, kitap okumamış olsaydı kültür ve genel bilgi seviyesi yüksek olmaz bu kadar güzel veciz sözlerini söyleyemezdi bu veciz sözleri günümüzde kaç okumuş insan söyleyebilir. Eski devlet adamlarından rahmetli Kasım GÜLEK on binlerce kitap okumakla meşhurdur, ölünceye kadar altmış bin kitap okuyan ve ortaokul mevzunu olan OFLAZ soy isimli bir vatandaşımızındır. Binlerce kitap okuyanlar mı aydın kabul edilecektir, hiç kitap okumayan sadece sahibinin sesi olan gramofon adamlar mı?  Unutmayalım ki papağanlar sadece kendisine öğretilen kelimeleri tekrar ederler, kendiliğinden kelime ve fikir üretemezler.

1969 yılında bir dini grubun lideri olan kişi İmam-Hatip Liselerinin, Yüksek İslam Enstitülerinin ve İlahiyat Fakültelerinin gereksiz olduğunu ve kapatılması gerektiğini, kendilerinin Kuran kurslarında 3 ayda İslam Alemi ve hoca yetiştirdiklerini söyleyince şoke olmuştum. İlim ve kitap düşmanı olan bu adamlar her şeyden önce dinimize zarar vermişlerdir. Manisa öğretmen evinde bulunan kütüphane, kitap okuyan öğretmen olmadığından dolayı kapatılmıştır. Kültür ve bilgi vermesi gereken gazetelerin çoğu magazin, boyalı basın ve artistlerin basın bildirisi haline gelmiştir. Okumayan, dinlemeyen düşünce üretmeyen, sadece boş konuşan bir nesil yetiştirilmiştir. Televizyon, cep telefonu ve internet bağımlılık yapmaktadır, araştırma, inceleme ve okumayı unutturmuştur, okullarda ev ödevi uygulamasının kaldırılması sınıfta kalmanın yasaklanması, bilgisiz ve kültürsüz bir nesil yetişmesine sebep olmuştur. Bir tarih öğretmenine kitap okuyor musunuz diye sorduğumda “ Ben kitap okumayı sevmiyorum “ cevabını alınca şaşırmıştım. Çok bilgili bir edebiyat öğretmeni ile Ebcet hesabı konusunda sohbet ederken yanımıza gelen bir öğretmen  “ Lüzumsuz işlerle uğraşıyorsunuz, bu bilgiler size para kazandırıyor mu, ben para kazanmaya bakıyorum “ deyince okullarda kitap okumayan öğrencilerin varlık sebebini daha iyi anlamaya başladım. Aynı zihniyeti birçok mühendis v.s. meslek mensuplarında da görmekteyim.

Eski Milli Eğitim Müdürümüz Aziz ERSOY zamanında okullarda kitap okuma saati ayrıldı, bu hayırlı iş zamanla dejenere edildi, sınıfta öğretmenler tarafından gevşetildi. Bu proje amacına uygun olarak uygulanmadı ve sulandırıldı. Okuyan, araştıran, ilgili ve bilgili, fikir üreten ve eleştiren insanlar tehlikeli olarak görüldü dışlandı ve çevreden uzaklaştırıldı. Eski bir Milli Eğitim Müdür yardımcısı “ Bana bilen değil benim dediğimi yapan şef ve memur lazım “ diyordu. Yani cahil, Emir eri, emir kulu memur istiyordu. Sadece kitabi bilgiye sahip bir insan aydın insan mıdır?

Yıllar önce Makedonya’nın Gostivar şehrinden gelen Türk çocukları şehrimizin yöneticilerini ziyaret etmişlerdi, çocuklar o zaman ki belediye başkanına hediyeler sunmuş, sohbet ederlerken başkan Türk çocuklarına Türkçeyi nerede öğrendiklerini sormuştur. Daha sonra ziyaret ettikleri rektörün karşısında istiklal marşımızı söyleyen Türk çocuklarına Rektör “ Siz bu marşı nasıl öğrendiniz “ diyerek hayretlerini ifade etmişlerdi. Ne acıdır ki koskoca makam sahipleri Türk dünyasından Milli Kültürümüzden tarihimizden, coğrafyamızdan haberdar değillerdi. İlim ve irfandan nasibini alamamışlardı. İlim, ilim demektir, ilim kendini bilmektir. Okullar, sadece kuru bilgi öğreten kurum haline gelmişlerdir. Oysa öğrenme ömür boyu devam etmektedir. Dünya bir okuldur, bizlerde bu okulun ölünceye kadar devam eden, devamsızlık yapmayan öğrencileriyiz.

Televizyonlarda açık oturumlarda hep aynı adamları dinlemek zorunda mıyız?, Kendilerini allameyi-cihan zanneden bu adamlar doğuştan akil adamlar mı acaba, dünyada bilmedikleri hiçbir ilim yoktur.Demokrasiden ve demokrasi kültüründen nasibini almamış düşünce ve tavırları ile demokrasiye ters olan bu adamların bize demokrasi dersi vermeleri çok acıdır. 91 yıldan beri Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün soyağacını ve soy kütüğünü Mehmet Ali ÖZ isimli Sivaslı bir imamın araştırması ve elde ettiği belgeleri kamuoyuna ilan etmesi üniversitelerdeki profesörlerin üzülmesi ve utanması gereken bir durumdur. Bu sözde tarihçiler 90 yıldır bizlere Milli hikâyeleri ve efsaneleri tarih diye yutturmuşlardır. Bu kadar cehalet ancak tedrisat ile mümkündür. Atatürkçü olduğunu söyleyen bir öğretmene Atatürk hakkında hangi kitapları okuduğunu sorduğumda cevap verememişti. Politika ile ilgilenen bir dostum bana kitap okumaya gerek olmadığını ve televizyonda genel başkanının konuşmalarını dinlediğini onun söylediklerini tekrar ettiğini ve savunduğunu söyledi. Büyüklerin hikmetinden sual edilmez, onlar her şeyin en iyisini ve doğrusunu bilirler. Liderlerinin hata yapmayacağına inanırlar.

Allah, bizleri okumamış tam ve okumuş yarı cahil şerrinden ve vereceği zararlardan muhafaza buyursun…

Kalın Sağlıcakla…….