OSMANOĞULLARININ SERANCAMI 2
Şehzade Mehmet Orhan Efendi, Beyrut’ta ve Kahire’de taksi şoförlüğü, bahçevanlık gibi işlerde çalıştıktan sonra Paris’e yerleşerek mezarlık bekçiliği yapıyor, az bir maaşla emekli oluyor ve küçük bir odada hayatını devam ettiriyor. Şehzadenin durumunu öğrenen Başbakan rahmetli Turgut ÖZAL, örtülü ödenekten Paris Büyükelçiliğine Şehzade Orhan Efendiye verilmek üzere para gönderiyor. Ancak Şehzade Orhan Efendi, muhtaç olduğu halde yardımı kabul etmiyor. Bunun üzerine ÖZAL, rahmetli Sakıp SABANCI’nın devreye girip para göndermesini sağlıyor, Şehzade parayı yine kabul etmiyor, “Ben Osmanlı hanedanına mensup bir şehzadeyim, yardım kabul edemem.” diyor ve parayı almıyor. Şehzade Orhan Efendi bir T.V. programına katılmıştı, röportaj yapan görevlinin” Atatürk’e kırgın mısınız?” sorusu üzerine verdiği cevap Osman oğullarına yakışan asil bir düşünce ve davranıştır, Şehzade Orhan Efendi “ Atatürk, vatanımızı düşman işgalinden kurtardı, Allah O’ndan razı olsun, O bir kahramandır.”demişti. Onu dinlerken duygulanmıştım, keşke o konuşma tekrar yayınlansa, Atatürk ile Osmanlı hanedanı ve Osmanlı Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir bütünün tamamlanan unsurlarıdır. Şehzade Orhan Efendi şunları söylemişti, “ Sürgün kararını bana okulda tebliğ eden komiser ağlıyordu” diye eklemişti sözlerine. Şehzade Orhan, ölmeden önce İstanbul’a ziyarete geldiğinde artık gözleri görmüyordu, doğup büyüdüğü sarayı geziyor, köprüden geçerken kendisini tanıyan bir polis elini öperken ağlıyordu ne tesadüf. Şehzade Paris’e dönüşünde vefat ettiğinde kimsesizler mezarlığında toprağa verildi, geçen yıl mezar aidatını ödeyecek kimsesi olmadığı için kemikler bir çukura atıldığı haberi basında yayınlanınca kadirşinaslar tarafından temsili bir mezarı yapıldı.
Yazar Sefa ACAY, şehzade Kayıhan OSMANOĞLU’na “ Günümüzde gayri Müslimlerin vaktiyle el konulan malları ve mülkleri geri verilirken siz neden hakkınızı aramıyorsunuz? “ diye sorduğunda aldığı cevap manidardır. “ Biz malı, mülkü değil, alınan itibarımızın verilmesini istiyoruz.” demiştir. Eski Milletvekillerimizden Salih ÖZCAN bey Beyrut’un bir kenar mahallesinde Şehzade Selim Efendiyi perişan ve sefil bir halde bulur, bir lokantaya götürerek ziyafet çeker. Şehzade Selim Efendi Salih beye” Salih bey siz bana etli yemek yedirmekle kötülük yaptınız, ben et yemeyi unutmuştum, şimdi alışkanlık yapar her zaman etli yemek istersem ne yapacağım?” der. Sohbet esnasında Şehzade Selim Efendi babası Sultan 2. Abdülhamit’in yadigarı köstekli saatini borcunu ödeyemediği için bir esnafa rehin bıraktığını anlatır. Daha sonraki bir tarihte Salih Bey Suudi Arabistan’a gidince Kral Faysal’a Selim Efendinin durumunu anlatınca Kralı Faysal, Selim Efendinin borcunu öder ve saati rehinden kurtarır. Selim Efendi, Beyrut’ta yokluk içinde vefat etmiştir. Saatin ne olduğu bilinmemektedir.
Şehzade Ömer Faruk Efendi, Sabiha Sultan ile evlenerek Mısır’a yerleşir, orada ömrü boyunca vatan hasreti çeker. 1950’li yıllarda hanedanın kadınlarına yurda dönme hakkı verilince eşini İstanbul’a gönderir ama kendisi vatanına dönemez ve vatan hasreti ile Mısır’da vefat etmiştir. Ölmeden önce A.P. Antalya milletvekili rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’ye mektup yazarak kendisine vatan toprağı göndermesini talep eder. Malumdur ki Şehzade Ömer Faruk ile Şehzade Abdurrahim Efendiler, Asım GÜNDÜZ paşa ile birlikte Milli Mücadeleye katılmak üzere bir gemi ile Anadolu’ya kaçarlar, ancak İnebolu’ya gelince Ankara’dan gelen bir emir ile İstanbul’a geri gönderilirler. Orgeneral Asım GÜNDÜZ Paşa hatırlarında bu olayı genişçe yazmıştır ve hatıraları yayınlanmıştır. Bütün bu tarihi gerçeklerin su yüzüne çıkarılması tarihçilerin görevi haline gelmiştir.
HAFTAYA DEVAM EDECEKTİR.