Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

MESCİD-ÜL AKSA’DAKİ SON NÖBETÇİMİZ IĞDIRLI HASAN

22 Haziran 2018 - 09:10 - Güncelleme: 22 Haziran 2018 - 20:12

~~                           MESCİD-ÜL AKSA’DAKİ SON NÖBETÇİMİZ IĞDIRLI HASAN
       Ecdadımız tam dört asır Kudüs’ü yönetmiş, farklı dil, din ve soylara mensup milletleri barış içinde ve bir arada yaşatmıştır. Türk Milleti ve devleti, Kudüs ve Filistin başta olmak üzere tüm Ortadoğu’da Müslümanlığı ve Müslümanları korumayı kutsal bir görev ve bu görevi de daima namus olarak kabul etmiştir. Bu kutsal görev anlayışımız halen devam etmektedir. Rahmetli tarihçi, gazeteci ve yazar İlhan BARDAKÇI Bey’in 1972 yılında şahit olduğu bir olayı aynen aktarıyorum.
       O’na Mescid-ül Aksa’da rastladım. Mevki: Kudüs, Mekan: Mescid-ül Aksa, Tarih: 21 Mayıs 1972 Cuma günü. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said TERZİOĞLU, İsrail Dışişleri Bakanlığı rehberlerinin yardımı ile bu Mübarek Makamı dolaşıyoruz. Kudüs Kapalı Çarşısında rüzgar gibi dolanan entarili kahvecilerin elindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid-ül Aksa’nın önüne kavuşturur. Miraç Mucizesinin soluklandırıldığı ilk Kıblemiz yani. Hemen oracıkta ilk avlu vardır ki, halen bizim lakabımızla anılır: “ 12 Bin Şamdanlı Avlu” derler oraya. Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs’ü devlet’e katmıştır da ortalık karamıştır. Yatsı namazını o avluda kılar, kendisi ve bütün ordu şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan… O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o Mukaddes Mescidin bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.
       O’nu merdivenlerin başında gördüm, iki metreye yakın bir boy, iskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip patlı, hayır kaput, perdesü veya kaftan, değil, öyle bir şey işte. Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbiri değil. Oraya dimdik dikiliş. Yüzüne baktım da ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı. Yanımızda bizim eski vatandaşımız İstanbullu Yusuf’a sordum: “ Kim bu adam?” dedim. Lakaydi ile omuz silkti. “ Bilmem” diye cevap verdi.  ” Bir meczup işte.  Ben bildim bileli yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi halen duruyor ya…. Kimseye bir şey sormaz, kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”
       Nasıl, neden, niçin halen bilmiyorum, yanına vardım, Türkçe “Selamünaleyküm baba” dedim. Torbalanmış göz kapaklarının ardın sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı, yüzü gerildi, bana, o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi. “ Aleykümüsselam oğul.” Donakaldım, ellerine sarıldım, öptüm, öptüm. “ Kimsin sen baba?” dedim. Anlattı ki, ben de size anlatacağım. Amma evvela biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 6 Aralık 1917 Pazar günüdür, tutmaya imkan yoktur, ordu bozulmuş çekiliyor. Devlet zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir ardcı bölük bırakırız. Adet odur ki kenti zapt eden gelip iş yapan yenik ordu askerine esir muamelesi yapmaz. Kolağası (Önyüzbaşı) Tokat’lı Musa Efendi, 53 erden oluşan takımını Mescid-ül Aksa’ya nöbetçi bırakır, kendisinden emir gelmeden ayrılmamalarını emreder.
       Anlattı, dedim ya gerisini tamamlayayım. “ Ben. Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan ardcı bölüğünden…”. Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı. “ Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu. 36. Tabur.8. Bölük. 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım” Yarabbi. Baktım bir minare gibi gergin omuzları üzerindeki başı öpülesi Sancak gibiydi. Ellerine bir daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı: “ Sana bir emanetim var oğul, nice yıldır saklarım, emaneti yerine teslim eden mi?”.”  Elbette, buyur hele,” konuştu. “ Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağına düşerse… git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası Musa Efendi’yi bul, ellerini benim için öp. O’na deki ….” Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi. “ O’na deki, gönül komasın, 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır Komutanım….dedi dersin.”  Öleyazdım. Sonra yine dineldi, taş kesildi, bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun Serhat Nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu, nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen Devletine küsmemişti.  
       İlhan BARDAKÇI Beğ, Iğdırlı Hasan Onbaşı ile vedalaşırken Hasan Onbaşı, “ Sağ olasın oğul, bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese” der. İlhan BARDAKÇI gördüğü bu olayı rehbere anlatır, Onbaşı Hasan’ı takip etmesini, bir şey olursa mutlaka kendisine haber etmesini söyler ve yazışma adresini verir.  Kolağası Musa Efendi, Ardçı Bölüğü Mescid-ül Aksa’ya görevlendirirken: “ İslamın şerefini, Osmanlının şanını ayaklar altına aldırmayın, isteyen erler kendileri ile birlikte memleketlerine dönebilir.”der ama 53 erden hiçbiri nöbet yerinden bir daha ayrılmaz, yıllar içinde bu erlerden 52’si vefat ederek o mübarek topraklara defnedilir, 1972 yılında o kahramanlardan sadece Onbaşı hasan hayatta kalmıştır.  İlhan BARDAKÇI Bey, Türkiye’ye dönünce Tokat’a gider ve Kolağası Musa Efendi’nin ailesini bulur fakat Musa Efendi yıllar önce vefat etmiştir. 1982 yılında Kudüs’teki rehberden bir telgraf gelir, İlhan Bey telgrafı okuyunca derin acılara gark olur. Telgrafta: “ Mescid-ül Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün vefat etmiştir.”
       Bu yazının ve tarihi olayın bugünkü Kudüs, Gazze ve Filistin ile ne ilgisi  var? diyeceksiniz. Biraz düşününce bulabileceksiniz. Iğdırlı Hasan Onbaşı, Hakka yürüdüğü 1982 yılına kadar tam 65 yıl Mescid-ül Aksa’nın girişinde nöbet tutarken acaba, Arap askerleri orada kaç gün hatta kaç saat nöbet tutmuştur? Cevabını sizler veriniz. “ Sahipsiz olan vatanın batması haktır/ Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”   
Seyhan Çağlar EMEN