Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE BİR TÜRK AYDINI: YUSUF AKÇURA

15 Ekim 2015 - 20:59 - Güncelleme: 15 Ekim 2015 - 21:20

                                İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE  BİR TÜRK AYDINI

       Yusuf AKÇURA, Osmanlı’nın yetiştirdiği son dönem aydınlarındandır, aslen Kazan Türklerinden olup İdil (Volga) nehri üzerindeki Sımbır şehrinde doğmuştur. Dedesi Süleyman Bay zengin bir tekstil sanayicisidir, Süleyman Bay,  ölünce ailesine birçok fabrika bırakmıştır. Süleyman Bay’ın oğlu Hasan Bay, iki defa evlenmiş, ikinci eşi Banu hanımdan oğlu Yusuf dünyaya gelmiştir. Hasan Bay, 1878 yılında vefat edince kendisi de zengin bir ailenin kızı olan Banu hanım ve oğlu Yusuf servetlerini kaybetmişler. Kazan’da o yıllarda Türkler,  zengin kişilere Bay adını verirlermiş.

       Banu Hanım ve oğlu Yusuf, 1883 yılında İstanbul’a yerleşmişler, Yusuf, Mahmut Paşa Camii’nin yanındaki mektebe başlamıştır. Banu Hanım daha sonra Dağıstanlı Osman Beyle evlenmiştir. Osman bey üvey oğlu Yusuf’un yetişmesinde, milli ve dini terbiyesinde önemli rol oynamıştır. Yusuf AKÇURA, 1892 yılında Harbiye Mektebine girmiş, ikinci sınıfta öğrenci iken Türkçülük hareketlerine katılmaktan tutuklanmış, cezası bitince tekrar tahsiline devam etmiş, okulu bitirince Teğmen olarak orduya katılmıştır. Üsteğmen iken 84 arkadaşı ile birlikte Fizan’a sürgün edilmiştir. Ancak Fizan yerine Trablusgarb’da hapsedilmiştir, Sultan 2. Abdülhamit’in affıyla cezaevinden çıkmış, Trablusgarb’da Ahmet Ferit TEK ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyetinin bir şubesini kurmuştur. Daha sonra Yusuf AKÇURA, arkadaşları Ahmet Ferit TEK ve Zühtü Bey ile birlikte önce Tunus’a, oradan da Paris’e kaçarak öğrenimlerine devam ettiler, Siyasi Bilimler Serbest Okulu’nda okumaya başlamışlardır. Bu okul, daha çok Doğu ülkelerinden gelen ayrılıkçı gençlerin okuduğu bir okuldur, Fransızlar bu gençleri kendi ülkelerine karşı kullanmak için piyon olarak seçiyor ve destekliyordu, Jön Türk denilen bu gençler görünüşte padişahı  aslında ise devleti yıkmaya çalışıyorlar, hınçak ve Taşnak komitecileri ile işbirliğinden çekinmiyorlardı.

       Yusuf AKÇURA, 1903 yılında Rusya’ya giderek, fikir çalışmalarına burada devam etti, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük konularını ele aldığı “Üç Tarz-I Siyaset” adlı makalesini yazarak Kahire’de çıkan “Türk” adlı bir gazetede üç bölüm halinde yayınlamıştır. 2. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a döndü, bir çok işte çalıştı, 1914 yılında Mülkiye Mektebi’nde tarih dersleri verdi,1917’de (Kızılay) Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin murahhası olarak Rusya’ya esir Türklerle haberleşme ve yardım maksadıyla İskandinavya’ya gönderildi, görevi sona erince tekrar İstanbul’a döndü ve Kurtuluş Savaşına katılmak için 1920 yılı Mart ayında gizlice Ankara’ya gitti, Sakarya Savaşına ihtiyat Yüzbaşı olarak katıldı. 1923 yılında İstanbul Milletvekili seçildi, 1925’de kurulan Ankara Hukuk  Fakültesinde siyasi tarih profesörlüğüne atandı, 1931 yılında Atatürk’ün direktifi ile  Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni kurmakla görevlendirilenler arasında yer aldı. Atatürk’ün ölümünden sonra  Ankara’da Etlik semtinde bir bağ evine yerleşerek  inzivaya çekildi, kendisini sürekli okumaya ve yazmaya  adadı, 11 Mart 1955 günü bir kalp krizi sonucunda vefat etmiştir.

       Yusuf AKÇURA’nın akranları idealist gençlerdi, gençliklerinin verdiği  tecrübesizlikle yanlış kararlar verdiler ve bu yanlış kararları uyguladılar,bir çoğu hain değildi, gafillerdi, onların gafletleri  aslında Türk milletine ve devletine zarar vermiştir.  Abdülhamit Han, bu gençler için bir Letonya atasözünü söylemektedir “ Gençler bilebilse ihtiyarlar yapabilse.” Bu tecrübelerden faydalanamadığımız için iki asırdan beri aynı sıkıntıları yaşamaktayız.  Millet olarak keşke okumasını, dinlemesini, görmesini, büyüklerin tecrübesinden ders çıkarmasını  ve  düşünmesini öğrenebilseydik hatalar çukurunda çırpınmazdık. Okumadan alim, yazmadan katip, doğuştan allame-i cihan olduk vesselam.