Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

DÜŞENE VURULMAZ

11 Ekim 2015 - 21:54

                                                          DÜŞENE VURULMAZ

       16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Avusturyalı bir gezgin “Türkler mazluma sığınak, zalime kırbaçtır.” diyor. Tarih boyunca zulme ve işgale uğrayan milletler hep Osmanlı’ya sığınmıştır. B.M.in  yayınladığı istatistiklere göre 2015 yılında en fazla mülteci kabul eden ve en fazla para harcayan ülke Türkiye’dir. Tarih boyunca  Lehistan kralından, Macar prensine, Beyaz Ruslardan Ezidilere, Kürtlerden Araplara kadar her dinden ve her milliyetten milyonlarca insan Türk’ün merhametine sığınmıştır, geçmişte de böyle idi, bugün de böyledir. Dinimizde ve töremizde cariye, esir, köle ayırımı yapmadan herkesin hakları vardır, insanca davranmak zorunluluğu vardır. En son 1974 Kıbrıs Barış Harekatı esnasında Rumlar Atlılar, Murat ağa ve Sandallar köylerinde  sivil Türkleri katlederken Türk askeri esir Rum askerlerini Adana cezaevinde misafir etmişlerdi. Hatta Rum esirler rahatsız olmasınlar diye Mersin limanından gece otobüslerle taşınmışlar, barınma ve yiyecek ihtiyaçları karşılanmış ve harekat sona erince Kıbrıs’a geri götürülmüşlerdir.

       Türk-İslam ahlakında düşene vurmak yoktur, yenen kibirlenmez, yenilene zülüm yapılmaz, onlar artık Allahın bir emanetidir, emaneti korumak ise namus borcudur. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışı ile insan kalbini kırmak Kabe yıkmakla bir tutulması  aynı anlayışın kaynağıdır.Efendi ile köle aynı insani haklara sahiptir. Osmanlının, mağluplar karşısında hep hoşgörülü davranması “Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” emrinin gereğidir. Osmanlı Devleti, 622 yıl değişik milletlerden meydana gelen tebaasını din ve milliyet ayırımı yapmadan adaletle ve refah içinde yaşatmıştır. Ancak kurt kocayınca çakalların maskarası olur misali son dönemlerinde zayıflayınca çevresi çakallar tarafından kuşatılmış ve kendini koruyamayacak duruma düşmüştür. Sultan Reşat zamanında Beyoğlu Mutasarrıfı Hasan Tahsin Bey( Osmanlının son Suriye valisi) Beyoğlu’ndan Büyükdere’ye telefon hattı çektiriyor.Telefon direklerinden birkaç tanesi Rus elçiliğinin önünü kapatıyor, Rus elçisi Osmanlı hükümetine ültimatom vererek manzarayı kapatan direklerin kaldırılmasını istiyor.

       Hasan Tahsin bey, Bab-ı ali’ye çağrılarak direklerin hemen kaldırılmasını, Ruslarla basit sebeplerden dolayı aramızın açılmamasını emrini alınca Rus elçiliğine giderek elçi ile görüşmek isteyince Rus elçisi” Ben koskoca Rus çarının elçisiyim, bir mutasarrıflar asla görüşmem. Söyleyin ona, sadrazamı gelsin rica etsin” diye elçilik görevlilerine bağırıyor. Hasan Tahsin bey “Aman Allah’ım! Koskoca Osmanlı ne hallere düştü.” diyor. Yıl 1918. Bir yıl önceki komünist ihtilalinden sonra Beyaz Ruslardan bir grup İstanbul’a sığınıyor. Sefil olan Beyaz Ruslar, İstanbul’da Türklerin verdiği ekmekle karınlarını doyuruyorlar. Hasan Tahsin Bey, oğluna Fransızca bilen bir Rus öğretmen bulmak için göçmenleri ziyarete gidiyor, birini gözü ısırınca, yanına yaklaşıyor, “Aman Allah’ım! Koskoca Rus elçisi ne hallere düştü” diyor.

       Yırtık elbiseler içindeki bu adam vaktiyle kendisini elçilikten kovan Rus elçisidir, Hasan Tahsin bey adamı evine götürüp elbiselerini değiştiriyor, ağırlıyor ve cebine de yüklü miktarda para koyduktan sonra eskiye dair bir kelime konuşmadan iltifatlarla yolcu ediyor. Yıllar sonra bu olayı öğrenen bir dostu ”vaktiyle sana yaptıklarını niçin yüzüne vurmadın?” diye sorunca Hasan Tahsin bey  Müslüman Türk’e yakışan cevabı veriyor:” Biz Osmanlı terbiyesi aldık. Allah’ın vurduğuna vurmayız, bize taş atana biz ekmek atarız.”

       Şeyh Edibali, Osman Gazi’ye  düşene acımasını ve merhamet göstermesini nasihat ediyor. Unutmayalım ki düşmez, kalkmaz sadece Allah’tır, saltanatına mağrur olma padişahım senden büyük Allah var.