BİR MEVTAYA MEKTUP
Yıllar önce, yaşamayı çok sevdiğin ve genç sayılacak bir yaşta, istemediğin halde en çok sevdiklerini terk ederek bu alemden göçüp gitmiştin. Zaten yaşarken de bu hayatla, insanlarla, toplumla kavgalı idin, hiç kimseyle barışık olamadın. Hep kendi doğrularına inandın, gülümsediğini görenler şaşırıyordu. Çarşı Grubu gibi her şeye ve herkese karşı idin, devamlı olarak bardağın boş tarafına bakıyordun. Hep karamsar idin, hiç kimseyi ve hiçbir şeyi beğenmiyordun, nasıl sınız diye sorsak niye sordun gibi cevaplar aldığımızdan son zamanlarında bile nasıl olduğunu soramaz olmuştuk. Dilin sivri idi, kırıp dökmeyi çok severdin, kediyi merak öldürürmüş, seni de huysuzluğun öldürdü.
Kendi gözündeki kalası görmüyordun ama başkalarının gözünde çöp arıyordun, her şeyden ve herkesten şikayet ediyordun, kendinle bile kavga ediyordun, şüphe denilen içindeki kurtlar seni önce psikolojik sonra da biyolojik yönden bitirip tüketmişti, adeta klinik bir vaka haline gelmiştin. Büroda masa üzerinde bulunan ve seni ilgilendirmeyen resmi yazıları bile uzaktan okumaya çalışırdın, küçük yazıları okumaya gayret ederken, yazıyı kalın gözlük çerçevenden dolayı göremiyor, yanlış okuyordun ve o yanlış okuduğun doğru cümleleri amirinin aleyhine kullanmak amacıyla şikayet dilekçesi yazıyordun. Başkalarını faka bastırmak isterken kendin faka basıyordun, hani belki örnek uygun olmayacak ama ayı düşmanına tuzak kurarken, ayağını kütüğe kaptırırmış. Düşmanı olduğun insanı, alt etmek için yarım akıllı kişileri yalancı şahit yazdırıyordun, unuttuğun bir şey vardı, deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun derler.
İnançlı insanlara düşmandın ama iki çocuğun da istemediğin halde inançlı vatandaş olarak yaşamaya başladılar, Allah kelimesini kullanmamak için Allahaısmarladık demezdin ama son nefesini verirken Allah diye bağırdığını zannediyorum. Ezanın okunmasından rahatsız oluyordun ama vefat edince çocukların koşarak Müezzin Efendiye sala verdirdiler. Hatırlar mısın oruç tutan insanlara düşmandın fakat hastalığının son günlerinde yemeden içmeden kesildin, ağzına bir lokma bile alamıyordun ve zoraki oruç tutuyordun. Çalıştığın kurumda, vakit namazını gizlice bodrumda karton üzerinde kılan iş arkadaşlarını takip ediyor ve sanki suçmuş gibi arkalarından dedikodu yapıyor ve üst makamlara şikayet ediyordun. Camilere düşmandın ama ölünce seni oraya tabut içinde getirdiler çünkü cami hepimiz için sondan bir önceki duraktır. Sağlığında camilerin önünden bile geçmeye korkardın. Oysa bizler senin cenaze namazını camide avluda kıldık ve kimseden korkmadık. Yeşil renkli örtüyü sevmezdin ama sonunda tabutunun üzerine yeşil örtü örtmüşlerdi. Ailen ve dostların, bir an önce cesedini toprağa vermek için koşuşturdular.
Müslüman ismi taşıyanları, Arapça kökenli kelimeleri hiç sevmezdin ama kimliğindeki adın Arapça kökenli idi ve mezar taşına da kocaman harflerle Merhume ve Hüvel Baki yazdılar. Hatırlıyor musun? Ramazan ayında oruç tuttuğumuz günlerde bizleri tahrik etmek ve kavga çıkarmak için yanımıza gelerek karşımızda sigara içerdin, dumanını ve sigara kokan nefesini yüzümüze doğru üfürürdün, seni toprağa verince Hoca Efendi dua okudu ve toprağına doğru üfürdü. Halbuki bizler size ve sizin gibi düşünenlere karşı hoşgörülü idik, biz oruç tutarken bile sizlere çay ikram ederdik. Bir gün size Ermeni komşularımızın Ramazan ayında karşımızda yemek yemediklerini söylediğimde bana çok kızmıştın. Bizler yaratılanı hoş görürüz Yaratandan ötürü, her koyun kendi bacağından asılır gerçeğini asla unutmayız. Allah günahlarını af etsin, Allah rahmet eylesin diyorum.
FACEBOOK YORUMLAR