Seyhan Çağlar EMEN

Seyhan Çağlar EMEN

[email protected]

BEN DAHA ÖLMEDİM ANNE!

25 Ekim 2016 - 16:03 - Güncelleme: 25 Ekim 2016 - 20:58

                                         BEN DAHA ÖLMEDİM ANNE

       Birinci Dünya Savaşını girdiğimiz 1914 yılı Kasım ayındaki Ordumuzun mevcudu 2.850.000 kişiden ibarettir. Mehmetçik Arnavutluk’un dağlarından, Yemen Çöllerinden, Sarıkamış’ın karlı dağlarından Hicaz’ın kavurucu sıcaklarından Galiçya ormanlarına, Basra körfezinden Suveyş kanalına kadar geniş bir coğrafyada yokluk ve imkansızlık içinde savaşmıştır. 1918 yılında savaş sona erdiğinde geriye ne kalmıştır? Bir düşünelim. Rahmetli babamın anlattıklarına göre mahallede kendinden başka genç kalmamıştır, 1920 yılında babam 16 yaşındadır, Güney Cephesi Komutanı Albay Refet BELE, askere alınacak gençleri Karargahta toplar, babamın yüzüne bakarak bunlar daha çocuktur, savaşamazlar diyerek babamı ve aynı yaşta olanları evlerine gönderir. İsmet ve Asım Gündüz paşaların hatıraları, birçok gerçeği ortaya koymaktadır.

       Sadece İngilizlerle savaşlarda 134 bin esir vermişiz, Ruslarla Doğu’da yapılan savaşlarda 200 bin kayıp, 65 bin asker ve 60 bin sivil esir Rusya’ya götürülmüştür.  60 bin Mehmetçik kayıp olmuştur, 500 bin şehit, 1.565. 000 hasta, yaralı, sakat duruma düşmüştür. Tifüs, verem, açlık, tifo gibi sebeplerle ölenlerin tam sayısı bilinmemektedir. Nüfusumuz on bir milyon olduğuna göre kayıplarımızın miktarı korkunçtur. Özellikle İngilizler’in Mısır’daki Abbasiye esir kamplarında esir askerlerimize yapılan zulümler insanlık dışıdır, esirlerden 330’unun gözleri demir kaşıkla oyularak kör edilmişlerdir. Türk Hükümeti, İngiliz esirlerine insanca muamele yaparak insanlık dersi verirken İngilizler Türk esirleri Güney Asya’daki Burma kamplarına göndermiştir.  1922 hatta 1930 yılına kadar esir askerlerimizin bir kısmı evlerine dönebilmişlerdir. Yemen’den geri dönebilen mahallemizde sadece bir  gazimiz vardı.

       İngilizler Myanmar’a götürdükleri 20 bin Türk askerini  beş adet esir  kampında  muhafaza etmişler, bunlardan 1.600 civarındaki subay ve erimiz bu kamplarda vefat ederek, gurbet ellerde toprağa verilmişlerdir. Burada kurulan şehitliğimizin duvarlarındaki taşlar ikinci Dünya Savaşında Burma’yı işgal eden Japonlar tarafından sökülmüştür, bu şehitlikteki 180 kadar mezar taşı yakındaki Camiinin haziresine konulmuştur. Buradaki esirlerimizin bazıları yerli Müslümanlarla evlenmişlerdir. Türk şehitliği 1960 yılından sonra Türk Hükümetleri tarafından düzenlenmiştir. Bu kamplarda bulunan esirler, ailelerine mektup yazabiliyorlardı ancak çok az kısmına cevap geliyordu. Koşukavaklı İsmail’in mektubu ailesinin eline geçmemiş, arşivde bulunmuştur.

       “ Valideciğim, Öncelikle en samimi arzularımla hatırınızı sorar, iki ellerinizden öperim. Bu tarafta sıhhatteyim. Sizin de sıhhatte olmanızı ümit ediyorum. Valideciğim, hemen hemen üç seneyi geçen esaretimde sizlere birçok mektuplar gönderdim. Kat’iyen hiçbirinin karşılığını göndermediniz. Esir evladını böyle yabancı bir memleketlerde esaretlerde bulunduğumu biliyorsunuz. Niçin bir kuru mektubunuz gelmesin. Sebebi nedir? Gözden uzak olduysak, gönülden de mi uzak olduk? Herkesin anasından, babasından mektuplar geliyor. Ben de yollara bakıyorum. Mahzun oluyorum. Bunları takdir edersiniz ki tabii insanlıktır. Sizler benim anam babam değil misiniz? Bu ana kadar mektupsuz kaldım.

       Anneciğim, şimdi ve sonra sakın beni cevapsız bırakmayınız. Herhalde sizlerden mektup isterim. Valideciğim, iki ellerinizden öperim. Böylece mektubuma son verir. Mektuplarınızı gözlemekteyim. Evladınız, İsmail.” Yerine ulaştırılamayan binlerce esir veya cephede şehit olan askerimizin mektupları  Askeri arşivlerimizde muhafaza  edilmektedir. Koşukavaklı İsmail’in akibetini  bilmiyoruz.

Çağlar Seyhan Emen