Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ(7): ASKİZ VE ÇEVRESİ

30 Ağustos 2024 - 21:29 - Güncelleme: 31 Ağustos 2024 - 11:14

ALTAY, TUVA VE HAKASYA GEZİSİ(7): ASKİZ VE ÇEVRESİ

(26 TEMMUZ 2024)

Askiz istasyonunda 04.45 gibi indiğimizde sabaha yakındık. Etraf hafif aydınlanmış, çoğumuz yetersiz uyku nedeniyle mahmuruz; valizlerimizle bizi bekleyen güzel bir  otobüse biniyoruz. Sürücünün adı Anatoli. Buranın halkı geçimini hayvancılık ve tren hizmetlerinde (demiryollarında) çalışarak sağlıyormuş. Kısa bir yolculuktan sonra, kahvaltı yapacağımız tek katlı, kafe tabelası olan bir binaya giriyoruz. Etrafta ahşap çitlerle çevrili tek katlı bahçeli evler var. Halkı, Hakas Türkleri. Lokantanın bahçesi ve çevre yemyeşil.


GÖRSEL SÜRÜ ŞÖLENİ

Kahvaltıdan önce, meraya çıkacak sürülerin bir görsel şölenine şahit oluyoruz. Hemen her ara yoldan (sokaktan) onlarca, yüzlerce küçükbaş hayvandan oluşan küçük ve orta boy sürüler, sahipleri veya çobanlarının da refakatinde toplanıp kocaman bir sürüye dönüşüyor, önümüzdeki Moskova Sibirya tren yolunun alt geçidine doğru yönlendiriliyor. Orada sayıları daha az olan esas çoban olduğunu düşündüğümüz kişilere teslim ediliyorlar. Sayıları binin üzerine çıktı. Bir miktar büyükbaş havvan da katıldı şölene. Ancak bu küçük sığır sürülerinin başında kadın çobanların olması da dikkatimizi çekiyor. Bu çok kalabalık sürüler, sabah serinliğinde tabiatın koku ve serinliğinin oluşturduğu masalsı ortam ve çevre, şehir insanının hayallerinde pek olamayacak muhteşem bir tablo idi.

Meraklısına: Bu ayrıntılı çevre ve kültür gözlemlerimizi yazarken ABD'nin yaklaşık 1955-1965 arasında Türkiye'ye gönderdiği ve Barış Gönüllüsü adını verdiği dönüşümlü on bine yakın misyoner (dini veya değil) elemanın, yolu izi olmayan ücra köy, kasaba ve şehirlerde 2-3 sene ne amaçla, hangi bilgileri, tecrübe ve gözlemleri topladıklarını düşünüyorum. Osmanlının son yüz yılında Rus Osmanlı Savaşlarını kışkırtıp, arkasından bizi borçlandırmalarını düşünüyorum. Borç alana, verenin ricaları da olur. Niyetini sezseniz bile, ölüm-sıtma tercihi gibi ricasını (emir) kabul eder, 400'ün üzerinde yabancı okulun (çoğu ABD) açılmasına izin verirsiniz. Buralarda önce gayri müslüm çocuklarının devlete düşmanlaştırılmasına, sonra Türk çocuklarının da bir kısmının mankurtlaştırılmasına yutkunarak katlanırsınız, ölüm gününe kadar. Ama çok şükür ölmedik. Hep varız, var olacağız.

KAHVALTI VE ÇEVRE


Tren yolunun ötesi çok çok geniş, fazla yüksek olmayan tepelerden oluşan dev bir mera. Etrafta ağaç az. Orta yerde bir tane büyük tahıl silosu var.  Coğrafyada hiç minareye rastlamadık. Çünkü halk Hristiyan görünümlü Şaman. Yani Göktengri inancında. Din adamlarının adı Kam (Şaman).

Kahvaltı yaptığımız yerin adı Kafe Yurta. Kahvaltıda akıtma, etli çorba, yumurta ve çay vardı. Güzeldi. Buralarda domates, salatalık pek aramayın, çünkü zor bir iklim bölgesi. Evlerin bahçelerinde bile ağaç az.  Askiz, adı nereden nasıl doğduysa "aç kız" anlamındaymış. Hakasça Askız imiş. Burası İgor beyin eşinin memleketi. Kendisi ve işyeri Hakasya'nın başkenti Abakan'da. Abakan, yolculuğumuzun son noktası olacak sonraki günlerde.


ALFABELER

İgor beye soruyorum; Tuva, Hakas ve Altaylar ile kolay anlaşabiliyor musunuz? Evet ama biraz zorlanıyoruz. Özellikle yazı dili daha zor. Çünkü Sovyetler zamanında Türk Cumhuriyet ve halklarına kril alfabesi hepsi için (en az beş harf) farklı uygulanmış. Bir harf her bölgede farklı bir ses olmuş. Dolayısıyla, onları okumak ve anlaşmak zor. Maksat da bu zaten. Yapılacak bir şey yok, ortak dil Rusça.


TRENLER

Kahvaltıdan sonra, bahçede az önce izlediğimiz sürülerin meraya gittiğini görüyoruz. Ancak batıdan doğuya, doğudan batıya çok çok uzun tren katarları gidip geliyor. 80 vagon, her biri 12 metreden, lokomatiflerle birlikte neredeyse bir kilometre uzunlukta. Batıdan doğuya boş, doğudan batıya ise başta kömür olmak üzere, kereste, petrol, değerli her çeşit maden ve hammadde taşınıyor, başta Novokuznetsk ve diğer bölgelere. Madenlerin işlendiği tesisler oralarda çünkü.

Cengiz Aytmatov'a rahmet olsun. Romanlarında bu ifadeler geçer ve zihinde iz bırakır. "Bu trenler batıdan doğuya doğudan batıya gider gelir, gider gelirdi" Ancak Ukrayna Savaşı nedeniyle etrafta çok fazla bulunan kömür, eskisi kadar gönderilemiyormuş. Eskiden tren geçişleri çok daha fazla imiş. Bundan dolayı Hakasya’nın geliri azalmış.

BALBALLAR

Gün doğdu ve bir metre kadar yükseldi ufuk çizgisinden. Yemyeşil düzlüğün pek çok yerinde dik koyu renkli taşlar görülüyor. Bunlar mezar taşları, balbal. Yüzlerce, binlerce yıldır varlığı korunmuş bu taşların. Halk bunlara ve doğaya saygılı. Taşların büyüklüğü ölenin itibarı ve gücü ile orantılı bir şekilde olurmuş. Etraftaki geniş meralarda serbest dolaşan at sürülerini görüyoruz. Atlar eti için ve ticaret maksatlı olarak yetiştiriliyormuş.

KAZONOVKA MÜZESİ


07.10 Yola çıktık. Birazdan yakındaki Kazonovka müzesine ulaşacağız. Etraftaki yeşil bir tepenin üzerinde Kril alfabesi ile büyük beyaz taşlar kullanılarak "Miro Mir" yazılmış.  Alfabeyi bilen eşim ve arkadaşlar okuyorlar. "Dünyada Barış" anlamında. Mir kelimesini Ruslar seviyorlar. Uzay aracının adı. Kredi kartı sistemlerinin de adı. Rusçada Barış ve Dünya anlamları var, mir'in. Yol toprak. Kenarda küçük bir dere. Solda yüksek kayalar.

ŞAMAN ALANI

Ovadan dağa geçerken veya bir dağ kümesinden diğerine geçerken (geçit alanı) orman, dağ ruhları veya ova ruhlarının olduğu sınırlara "Şaman alanı" deniyor. Genelde ovanın sınırında oluyor bu yerler. Geçerken dua edip, dilek tutuyor ve bez (çalama) bağlıyorlar. Altay bölgesinde şerit halindeki bezler hep beyaz olurken, bu bölgede (Askiz) değişik renklerde oluyor. Bazen buralarda yere çakılmış ahşap direkler görüyoruz. Bu direkler önceden bir at bağlama yeri iken sonradan bez bağlanmaya başlanıyormuş. Alışkanlık veya tedbir. "Budistler üst üste taşları yığarlar. Şamanlar da bunların ortasına bir ağaç (kazık) diker ve bez bağlarlar" diyor rehberimiz İgor bey. Tuva'da ise (orası Budist) cenazeye Kam (Şaman) ve Lama (Budist din adamı) birlikte giderler diyor, Yaşar bey.

RENKLER

Hakaslar yeşili severler doğanın rengidir. Kırmızı güneş ve ateş demektir. Sarıyı sevmeyiz, hastalık demektir diyor rehberimiz. İnancımızda siyah beyaz da vardır. İnsanın dengesi anlamındadır, ama kolay değildir bu denge, diyor. Konuyu tam bilmediğimden biraz anlamakta zorluk çekiyorum. Ama sormak ve öğrenmek için de ortam tam uygun değil. Rehberimiz herkesle bir şekilde ilgilenmek durumunda.

Gelen misafirlerimizden, inanç ve insanımıza saygı ve teşekkür anlamında çalama (şerit bez) bağlamalarını arzu ederiz, diyor. Küçük dere kenarındaki çimenli alanda kahverengi ağırlıklı koyu renkli taşlar yığılmış Budistlerce. Ortasına da kalın, biraz şekil verilerek güzelleştirilmiş ağaç kazık (direk) var tam ortasında. Bunu da Gök Tengriciler
(Şaman) dikmiş. Üzerinde rengarenk çalamalar bağlanmış. İgor bey hazırlıklı. Bizlere bunlardan birer tane verip bağlamamızı istiyor. Etraftaki ağaçlar da bez şeritlerle (bizde "çaput, bez" deniyor) kaplı adeta. 


BİR BAŞKA ŞAMAN ALANI

Oradan biraz sonra yeşil çimenli etrafı çitle çevrili bir başka Şaman Alanına varıyoruz. Bu alan 8-10 dönümü kaplıyor. İçinde 5-6 tane tamamen ahşap yapılar var. Ancak görevliler henüz gelmediği için, içlerini göremeden ayrılıyor, yürüme mesafesindeki bir balbalı (Ulu Kurtayak Taşı) ve etrafında ayak izleriyle oluşmuş yuvarlak yolu görüyoruz. Yakındaki küçük çalı tarzı bitkilere çalamalar bağlanmış. Üç tur atıp dua ediyor, dilekte bulunuyorlar. Taşa sarılıp sağlık yönünden enerji aldıklarına inanıyorlar. Doğurganlığı artırdığına inanıldığı için de çocuk isteyenler için bir umut.

ULUĞ AÇIK HAVA MÜZESİ
(Ya da Hurtayah "Kurtayak" Taş Müzesi)

Şaman alanından ayrılıp, aynı ovada yer alan Uluğ Açık Hava Müzesine gidiyoruz.  Kazonovka köyü yakınlarındaki 35 km uzunluğunda bu ova dünyanın en büyük mezarlığı ve bir o kadar da eski. Hakas Türkçesinde K'lar H olmuş, o yüzden Hurtayah Taş. Her yerde çok sayıda her biri çok eski yüzyıllara ait mezar taşları (balbal) ile dolu. Askiz ovası 2100 yıllık geçmişi olan, kurganlarla dolu bir alan. Bu kurganlar (ölüler evi) için önce yer kazılır. Kızıl çamdan bir sanduka. Kapısı da vardır.  Ayak batıya, baş doğuya doğru yatırılır ceset. Kurganlarda bronzdan bıçak, ok ucu, ayna, tabak konur. Atlar da öldürülüp konurmuş. Aslında kurgan aile mezarlığı gibidir, ölen eski ailesinin yanında yeni bir kurgan hazırlanıp gömülürdü diyor kaynaklar.

İnsanlar (ruhlar) ölmez,  başka bir aleme geçer inancı ile yapılmış bütün bunlar. Bu inancın halen ve aynen de geçerli olduğu söylendi. Bu inanç ile ölenler günümüzde de iyi güzel giysiler içinde, tarak dahil bazı eşyalarla birlikte  gömülüyormuş burada.

Müze alanında her yer yeşil, yapıların tamamı ahşap. İlk yapının önünde Hakas millî kıyafetleri giymiş iki kadın görevli, gelenlere küçük kulpsuz tas benzeri seramik kaplarda "hafif tuzlu süt" ikram ediyorlar. Töreleri imiş bu ikram. Arkasından çalama (renkli bez şerit) dağıtmayı da ihmal etmiyorlar. Bahçedeki özelliği olan büyük balballar hakkında bilgi veriyorlar, İgor bey de aktarıyor bizlere.  Büyük çadır şeklinde, camekanlı, ahşap müze alanını geziyoruz.

Burada ve diğer alanlarda gördüğümüz mezar taşları inanılmaz ağırlıkta ve granit. Dünyadaki bilinen en sert taş granit. Hakasya'da çok sayıda Kurtayaktaş varmış. Bunların en büyüğü müzedeki bu taş. Hakaslar buna çok değer veriyorlarmış. Günümüzden 4 bin yıl öncesine tarihlenmiş. Yer altındaki kısmı bir metre, toplam 3,02 metre. Ağırlğı 2608 kg. Taşların üzerinde şekiller ve resimler (hamile bir kadın) var. Kazıbilimciler bu Kurtayaktaş'ın üzerindeki şekil ve resimleri yorumlamışlar. Kimi ona 3.göz demiş. Hakaslar ise; gök, yer ve yeraltını temsil ediyor, hayata, öncesine ve sonrasına dair. "Üç dünya var" inancı. Bu şekiller Kamların (Şaman) davullarında da simge olarak yer alırmış.

Halk için bu taşlar bir çeşit tapınak yeri gibi kullanılıyormuş. Bu büyük Kurtayaktaş bir ara başka bir yere götürülmüş. Halkın isteği ile geri getirilmiş. Taşın arkasında çok sayıda oyuncak görüyoruz.  Bunlar,  dilekleri yerine gelip çocuk sahibi olanlar tarafından  teşekkür için getirilip bırakılanlarmış.

Biz orada iken ziyarete gelen kılık kıyafet, ten rengi ve simalarından Rus olduğunu düşündüğümüz kişiler, Kurtayaktaş'ın etrafında üç kez döndüler. Sonra küçük bir hediye (para) bırakıp gittiler.

İBADET TÖRESİ

Görüldüğü gibi, Kurtayaktaş'ın etrafında 3 kez dönülüyor. Sonra bir süt ürünü yemek gerekiyor ve bir istekte bulunuluyormuş. Taşa elle dokunulmuyor, uzaktan selâm verilirmiş. (Ne alaka demeyin ama, benzer ritüeller başka yerlerde de var veya benziyor. Kabe'de Cennetten geldiğine inanılan (kaynağı nedir bilmiyorum /rivayet/ hadis ?) Hacerül Esvet Taşı da hac veya umre yapanlarca uzaktan selâmlandıktan sonra 7 kez dönmeye (şavt) başlanılıyor. Burada 7 değil 3 kez dönme var. 

AHŞAP YURT

Sonra yurt adı verilen çadır evin, tamamen ahşabını (ki bunlar sabit evlermiş) görüyoruz alanda. İçi çok zengin ve kullanışlı. Deri giysiler, mutfak eşyaları, fincanlar, kiler malzemeleri, ocak, yatak odası, cibinlik, beşik, sandıklar, hamur teknesi, müzik aletleri neler neler... Her birini gördükçe "aynen bizdekiler" deyip duruyoruz. Kültürel devamlılık ve gelişme bu olmalı diyoruz. 

HAKASLAR HRİSTİYAN MI?

Bütün bunları görünce aslında bu insanların Hristiyan oldukları, pek gerçek değil. Sanki çift dinli gibiler. Cenaze törenleri Hristiyan gibi, ama evdeki inançları Gök Tengri inancı. Papazlar bizi eleştiriyor diyor İgor bey. Bize, "siz Hristiyansınız" diyorlar, sözü de bizi pek şaşırtmıyor. Hakaslar Kırgızların bir kolu gibi. Kültür aynı. Sadece din farklı. Saat 13.00 gibi Uluğ Hurtayah Açık Hava Müzesine ayrılıyoruz.

GÖK TENGRİ (TANRI) İNANCI İSLÂMIN BİR ÖN SÜRÜMÜ MÜ?

Bu ahşap yurda;
1. Sağ ayakla girilir, eşiğe basılmaz.
2. Tepede "tünük" denen aydınlanma ve duman çıkış deliği vardır.
3. Kapı doğuya doğrudur. Ve kapı küçüktür (Neden ?)
4. Girişte ateşe selâm verilir.
5. Gün doğarken güneşe selâm verilir.
6. Tabana keçe serilir. Zenginler ise İran halısı serer (Böyle söylendi ama, bu yakın tarihler için olabilir. Türkler halıcılığın mucidi. Ancak bir başka bakış açısı ise;  İran'da her zaman yoğun bir Türk nüfusu hep oldu. Halıyı dokuyanlar da onlar).
7. Ahşap yurtlar en zenginlerde 14 köşeli, orta kesimde 8-10, fakirlerde ise 4-6 köşeli olurmuş.
8. Yurtta 10-15 kişi kalabilirmiş.
9. Erkek çocuklara 3 direk dikilir, evlenince oraya yurt yapılırmış.
10. Bugün bu tür ahşap yurtlar, yazlık gibi kullanılıyormuş. Hemen hepsi tek katlı, çitle çevrili evlerin bahçesinde kameriye benzeri yurt bulunuyorsa, sahibi Hakas, Altay veya Tuva Türküdür, dedi rehberimiz. 
11. Anne baba evi en küçük erkek çocuğa kalır. Töre böyle olduğu için sorun çıkmaz. En küçük oğlan da buna karşılık yaşlılığında anne babasına bakarmış.
12. Ahşap yurdun içinde bir kırlangıç yuvası görüyoruz. Kuş olumlu, güvenilir ve bereketli yerlere yuva yaparmış ve asla yuva bozulmazmış.

Bütün bu -sınırlı da olsa- gözlem ve bilgiler, Tek Tanrı -Gök Tengri- , tekrar diriliş ve ahiret inancı, bize bu inanç -tahrif olmuş taraflarını bir kenara bırakırsak- İslâm'ın bir ön sürümü mü sorusunu aklımıza getiriyor. Zaten Kur'an'da da bütün insanlara adı İslam olan, ancak değişik adlarla da bilinen Tek Tanrı inancının (Tevhit) bir şekilde tebliğ edildiğini, tebliğ ulaşmayan insanların da sorumlu olmayacağı ölçüsünü biliyorum.

POLTAKOV AÇIK HAVA TAŞ MÜZESİ

13.00 gibi Poltakov köyünde durup çokça su alıyor İgor bey. Bu köyün adı burada yaşamış ünlü bir Kam'ın (Şaman) adından geliyormuş. Sonra köyün kenarındaki müzeye ulaşıyoruz. Dünyada bu tür müze ve malzeme az bulunur diye düşünüyorum. 2002'de kurulmuş, çevreden ve başka yerlerden getirilmiş 93'ten fazla, üzerinde resim veya şekiller olan devasa taş var. Orta yerde kurgan benzeri, üzeri toprak ve çimenle kaplı bir tepe yer alıyor. İlginç bir taş ile başlıyoruz. Rehberimiz müzede görevli bir bayan rehber. İgor bey de tercüme ediyor.

EJDERHA VE UYGURLAR

MÖ 2000 yılına tarihlenmiş bu taş. Üzerinde hayali bir hayvan tasviri var. Ayı, boğa, kuş karışımı bir çizim. Ağzından ateş ve çatal bir dil çıkıyor. Gerçekte olmayan bir hayvan. Gök Tengri dininin ilk yıllarına ait olduğu söyleniyor. Ejderha sembolleri ilk kez Uygurlardan çıkmış. Çin değil. Bu taşın Hakasya ve Rusya'da başka örneği yokmuş.

KAYBOLDUK

Müzede işimiz bitince bölgede görülmesi gerektiği söylenen büyük kurganların olduğu bir başka yere gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yoldaki evlerin avlularında, çok düzgün kesilmiş ve istif edilmiş odunlar görüyoruz(14.30). Mera veya ova diyebileceğimiz arazide sürücü yolu şaşırdı. Adeta kaybolduk. Bir türlü aradığımız yeri bulamıyoruz. Etrafa geç de olsa danışıldı, yol gösteren oldu ama, ekibin sabrı da zorlanmaya başladı(15.25). Askiz'e dönelim görüşü hakim oldu ve 17.00 gibi zor zahmet döndük. Önce Piramit adlı lokantada balık, püre, hoşaf yedik, içtik. Şükür, hamd.

Sabahtan beri ayakta ve otobüsteyiz. Trende de pek uyuyamadık. Herkes otobüste ya uyukladı ya da uyudu. Askiz'de 30 kişiyi alacak kapasitede otel olmadığı için ekip iki otele bölündü. 18.00 gibi önce Maksimi Otelde kalacak arkadaşları bırakıyoruz. Orta büyüklükte bir kasaba burası.  Biz Sovyetski otelinde kalacağız. Hava açık, 30-31 derece. Yarın Tuva'nın başkenti Kızıl'a gidilecek. 

ASKİZ SOVYETSKİ OTELİ

Tam bir Sovyet dönemi otelindeyiz (19.00). Daha otel girişinde tam boy bir Lenin heykeli ile karşılaşıyoruz. Her katta ve merdivenlerde Sovyet liderlerin büyük boy resimleri. Stalin, Brejnev, Troçki.. vs. Resimliyoruz. Zemin kattaki lobi ve salonda kızıl bayraklar, çekiç oraklar, propaganda afişleri. Sanki bir örgüt merkezindeyiz. Hatıra olarak ilginç. Resimliyoruz. 

Yorgun halde 2.kattaki odamıza çıkıp duş alıp uzanıyoruz. Oda batıya bakıyor ve güneş odamızda. Hava da oda da çok sıcak. Maksimi otele arkadaşları bırakırken, bazı arkadaşlar akşam yemeği yerine karpuz peynir ekmek istediler. İgor bey "ne dersiniz" deyince,  herkes ittifakla onayladı.

KARPUZ PEYNİR İŞTAH

Camdan dışarı bakıp da arkadaşların, ağaçlı ve ahşap masaların olduğu bahçede toplandıklarını görünce, durumu anlamak için aşağı indim. Bu arada otel görevlisi yerinde değil. Kayıt için aldığı pasaportları geri almak istiyorum. Tekrar odaya döndüm. Eşimle birlikte bahçeye inme kararı aldık. İnerken orta yaşlı Hakas hanımdan pasaportlarımızı aldık. Biz hariç çoğunluk orada. Baktık, birkaç tanıdık henüz gelmemiş. İgor bey koca koca karpuzları taşıyor alana. Bir taraftan da karpuzlar kesilmeye, iştahla yenmeye başlanmış. Karpuzlar Kazakistan'dan gelmiş çok büyük ve lezzetli. Peynirler de öyle. Gelmeyen birkaç arkadaş için ayrıldığı söylendiği halde birkaç kişi son parça peyniri de alıp götürmüşler masalarına. Geç gelenlere biraz ayıp oldu. Onlar peynirsiz kaldı.

Saat 22.30. Herkes yorgun, odalara çekildik. Yarın şu saatte hareket edilecek diye bir uyarı olmadı. Programda 08.00 diye yazılı. Fatma hanım da mesajla, yarın hareket kaçta diye bize soruyor.

(Devam edecek)

Selâm ve saygılarımla.  (30 Ağustos 2024, Manisa)

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum