SUSADIĞIMIZDA ÇAĞILDAK SULAR SESİYDİ FETHİ AĞABEY
Namık Açıkgöz
Elbette adını duyduğumuzda “Ağabey” değil, “Fethi Gemuhluoğlu” idi.
Adını ilk nerede duyduğumu maalesef hatırlayamıyorum… Hep ezel âşinasıymışız gibi geldi bana. Muhtemelen Necip Fazıl’ın Bâb-ı Âli’sinde “Bâb-ı âli’nin fikir sakası” tavsifiyle rastlamışımdır adına ama taşra kasabasındaki bir lise öğrencisinin kültürel hacmi, bunu anlayacak seviyede olmadığından, o satırlar iz bırakmamış; sonraki yıllarda yazılan yazılarda görmüştüm bu ifadeyi.
Onu nitelikli olarak tanıyışımız, Aydınlar Ocağı’nda yaptığı Dostluk Üzerine adlı sohbetiyledir. 22 Kasım 1975 günü yapılan bu sohbetten, derginin sonraki sayılarında söz edilmiş ki, bizlerde iz bırakmış.
İz bıraktığını nereden anlıyorum?...
1976 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü’nde üniversite tahsiline başladım. İlk kaldığım yurt, Kurtuluş’taki Konya Öğrenci Yurdu idi. Yurtta Hacettepe Tıp Fakültesinden Mustafa Erkan ve Hayati Güven ağabeyler vardı. Onlarla tanıştık. Sohbetler ediyoruz… Ankara’yı anlatıyorlar… Öğrencilikten söz ediyorlar ama arada “vatan kurtarma fasılları” da var. Her iki ağabey de vatan kurtarmanın ilk adımının “kendini kurtarmak” olduğunu söylemiyorlar ama hal ve hareketleriyle belli ediyorlar. Kendini kurtarmanın da “kendini inşa etmek”ten geçtiğini hâl dili ile söylüyorlardı.
Mustafa ağabey musikî ile de meşgul olduğundan arada şarkılı mini meşkler de düzenliyor, Hayati ağabey bu meşklerde cezbeye tutulup “Hay!...” diyerek h3al dilini konuşturuyordu. Böyle cezbeli bir günde Hayati ağabey “Ben İstanbul’a gidiyorum. Fethi ağabeyle tanışacağım!...” dedi. Mustafa ağabeyin “Hava soğuk ve karlı… Biraz sabret!...” tavsiyelerine aldırmadan gitti Hayati ağabey.
Fethi ağabey, o yıllarda Türk Petrol Vakfı Umumî Kâtibi idi. Hayati ağabey vakfa gidip Fethi ağabeyle tanışmış. Kendini tanıtırken “Bendeniz Hayatî…” demiş. Fethi ağabey de “Bedeniz de Memâtî” diyerek “ölmeden önce ölünüz” emrini yerine getiren birisi olduğunu söylemiş. Hayati ağabey bunu anlatırken de cezbeye kapılıp “Hay!...” nidasını koyverirdi.
***
Ankara’da bazı arkadaşlarımızla tanışmalarımızda bazı kitapların rolü olmuştu. Sanırım Cemal Kurnaz ile tanışmamıza ve bugüne kadar hiç aksamayan dostluğumuzun sürmesine vesile olan eserlerden birisi Dostluk Üzerine adlı sohbet idi. Sohbetteki başlayış formeli, muhteva ve üslup kadar, dostluğu anlatan o şiirdi:
“Dost dost diye deli derviş gezdiğim
Kara ekmeğimin akça mayası
Susayınca çağıldak sular sesi
Gözyaşımı gözden gizli silenim”
mısralarının dost tarifi ve şiirdeki ses kudreti bizi büyülemişti.
Fethi ağabey ertesi sene 5 Ekim 1977 günü Hakk’a yürüdü. Hayati ağabey, çok geç tanıdığına pişmanlığını söyleye söyleye matemlere büründü. “Keşke daha önce tanışsaydım.” dedi durdu.
1976’da İstanbul’a gittiğimde rahmetli ağabeyim Halil Açıkgöz’e sordum Fethi ağabeyi. O da aşkla ve vecd ile o kadar çok şey anlattı ki!... Aklımda, burs almaya gelen gençlere “Hiç âşık oldun mu?” diye sorması ve “Olmadım.” diyen gençlere, “Âşık ol da gel.” demesi kalmış. (Bu sahneyi Alim Kahraman galiba Mavera’da çıkan bir hikâyesinde anlatmıştı.) Keşke ağabeyimin anlattıklarını not tutsaymışım.
***
Vefatından sonra hakkında yazılanlar, Dostluk Üzerine adlı kitapta bir araya getirildi. Kitap adını Türk Edebiyatı Vakfındaki sohbetinden alıyordu ve bu sohbet kitapta tam metin olarak yer almıştı. Sarı ağırlıklı bir kapağı vardı kitabın. Dil-Tarih’te öğrenciliğim esnasında o kitabı arkadaşlara çoook okuttum. O yıllarda Hacıbayram’da olan Akçağ kitabevinden veya Meşrutiyett’te olan ANDA’dan alırdım kitaptan, aldığım fiyata arkadaşlara ulaştırırdım. Dil-Tarih kantininde ve Yüksek Öğretmen’de en çok okunan kitaplardan biri olmuştu Dostluk üzerine… Durur durur o sohbeti okurduk birbirimize…
1982’de Fırat Üniversitesi’nde çalışmak üzere Elazığ’a gittim. 1987’de taşındığımız eve yakın bir kitapçı dükkânının vitrininde, zaten sarı olan kapağının güneşten dolayı daha da sararıp solduğunu gördüğüm Dostluk Üzerine’yi satın aldım. Bir mazlumu zulümden kurtarmış gibi sevindim. Uzun yıllar muhafaza ettim o nüshayı… Sonunda birinde kaldı ama kimde kaldı bilmiyorum. Mutlaka kıymet bilen birinde kalmıştır.
Oğlu Ali, 1990’larda Dostluk Üzerine sohbetini bastırdı. Bir mikdar alarak arkadaşlara ve öğrencilerime vermiştim. Güzel bir baskıydı ama elimde kalmadı.
***
Fethi ağabeyin oğullarıyla tanıştım…
Sevgili Ali bey kardeşim ile Ankara’da sevgili Yağmur Tunalı’nın devlethanesinde tanıştım. Selman bey kardeşimizle de 2003 yılının Mayıs sonunda, Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul şubesinde tanıştım. O günlerde öğrencilerimi İstanbul gezisine götürmüş ve Gülhane Parkı’nda gerçekleştirilen İstanbul’un fethinin 550. Yılı törenlerine de katılmıştık. Törenden sonra öğrencilerimizle Sultanahmet’e çıktık ve yolumuzun üzerindeki Türkiye Yazarlar Birliği şubesine gittik. Eski bir medrese olan mekânda rahmetli Mehmet Niyazi bey’in etrafında bir müzik meşki vardı. Öğrencilerle beraber dinledik ve meşk bittiğinde Muğla’dan geldiğimizi; hey’etin İstanbul zenginliğine musikî zenginliği kattığını söyleyerek teşekkür ettim. Sözümü bitirince bir genç kalktı ve “Konuşan hocamız Namık Açıkgöz’dür” diyerek fakiri meclise tanıttı ve yanıma gelerek kendisini tanıttı. Selman bey kardeşimmiş. Hayati ağabey gibi “Hay!...” diyemedim ama için burkuldu…
***
Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Bâb-ı âli’nin fikir sakası” olan Fethi ağabey, ilk gençlik yıllarından itibaren Türk fikir hareketlerinin içinde olmuş bir şahsiyet olarak tebarüz etse de o daha çok “gönül adamı” özelliğiyle gönülleri fethederek ismiyle müsemma bir Türk münevveri ve dervişidir.
FACEBOOK YORUMLAR