Prof. Dr. Hakkı UYAR

Prof. Dr. Hakkı UYAR

[email protected]

Nedenleri ve sonuçlarıyla 15 Temmuz 2016 darbe girişimi

18 Temmuz 2020 - 01:17

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden dört yıl geçti. Olay, sıcaklığını koruduğu gibi konuya ilişkin belge ve bilgilerin net bir şekilde henüz ortaya konulamamış olması, olaya dair analizleri zorlaştırmaktadır. Bu noktada mahkeme tutanaklarının ve TBMM 15 Temmuz Darbe Komisyonu Raporu ile eklerinin incelenmesi bir zorunluluk olarak ortadadır. Bununla birlikte Türk demokrasi tarihi üzerine çalışan bir tarihçi olarak 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimi gerçekleşirken konuya ilişkin fikrim oldukça netti. Saat 23.00 civarında darbe girişimi hakkında fikrimi soranlara sosyal medya hesabımda şu kısa yanıtı yazmıştım:
 
“Darbe girişimi... Fethullahçı darbe girişimi deniyor. Geçen günlerde üç general-amiral tutuklanmıştı. Muhtemelen Gülen Cemaati mensubu idi bunlar. Şimdiki girişim, İnönü'nün bastırdığı Talat Aydemir darbe girişimi vakasına benziyor. 1962-1963 tarihinde İnönü, Aydemir'in iki darbe girişimini bastırmıştı”. 
 
Bu kanaate nasıl varmıştım? Aslında darbe girişimini öğrencilerimin ve arkadaşlarımın sosyal medya üzerinden attıkları mesajlardan öğrendim. Saat 22.00 civarıydı. Herkes fikrimi soruyordu. Bense Ermeni sorunu üzerine yürüttüğüm bir projenin eski harfli belgelerini çevirmekle meşguldüm. Televizyon kanallarını açtım. Yaz günü, Cuma akşamı saat 21.30 civarında darbe mi olurdu? Şaşırtıcı görünüyordu. Darbelerle ilgili deneyim, hafta sonunda yapılması itibarıyla örtüşmekteydi. Ancak genel olarak darbeler gece yarısından sonra, sabaha karşı yapılmaktaydı. Darbe planının erkene çekilmesinin temel nedeni deşifre oldukları düşüncesi olsa gerekti. Ancak bu başarısızlığın nedenlerinden birini oluşturacaktı. 
 
Darbenin emir-komuta zincirinde olmayışı ve ortada görünen bir liderinin bulunmayışı benim Fethullahçı darbe girişimi yorumunu yapmamın nedenlerinin başında gelmekteydi. Çünkü TSK içerisinde 2007-2012 döneminde Ergenekon-Balyoz vb. davalarla Gülen cemaati mensuplarının önü açılmıştı. Bu tasfiye süreci olmasaydı şüphesiz 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmezdi. Tasfiye, darbecilerin o kadroları doldurmasına imkan sağladı. Darbe girişiminin Talat Aydemir’in darbe girişimlerine benzemesi başarısız olmasının nedenlerinden biriydi elbette. Bu nedenle de 15-16 Temmuz gecesi Ege Meclisine Talat Aydemir darbe girişimleriyle Fethullahçı darbe girişimini karşılaştıran bir makale yazdım: Saat 03.00 civarıydı. 
 
Türkiye’de 27 Mayıs’la başlayan 12 Mart ve 12 Eylül ile devam eden, son olarak 28 Şubat’a kadar uzan askeri darbelere bakacak olarak her birinin elbette ayrı dinamikleri var. Bununla birlikte askeri darbelerin oluşması için genel olarak siyasal kutuplaşma ve devalüasyonu da içinde barındıran ekonomik kriz, iç dinamikleri oluşturuyor. İç dinamiklerin oluşmasının ardından dış onay/destek (ABD/NATO) devreye giriyor. Dört darbe için de bunu söylemek mümkün. Bu iç ve dış dinamiklerin oluşmadığı darbeler/darbe girişimleri başarısız oluyor. Talat Aydemir’de ve 15 Temmuz’da olduğu gibi…  
 
Bugün geriye dönüp baktığımızda 15 Temmuz darbe girişimi ile Talat Aydemir darbe girişiminin benzerliğinin yanı sıra, 15 Temmuz darbe girişimi orduya sızma itibarıyla 9 Mart’çıların örgütlenmesini de andırmaktadır. Ancak 15 Temmuz darbe girişimini bu ikisinden ayıran bir başka nokta var: O da yabancı istihbarat örgütleriyle iç içe geçiş… Ne Aydemir’de ne 9 Martçılarda böyle bir eğilime ilişkin bir bilgimiz yok.  15 Temmuz darbe girişimi, tarihimizdeki tüm diğer darbe girişimlerinden ayrı bir özellik taşımaktadır. Önceki darbelerden farklı olarak sivil halka ateş açtılar. Darbeye direnen 248 kişi şehit düştü, 2196 kişi yaralandı. Bu, Türkiye’de yaşanan tüm darbelerden farklı bir özellik arz etmektedir.  
 
Kamuoyuna yansıyan verilerden 15 Temmuz darbe girişimini yapanların bu darbeye nasıl hazırlandıklarına ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz. Acaba geçmiş darbe girişimlerini incelediler mi? Bilmiyoruz. Ancak çok da tarihsel verileri incelemedikleri anlaşılıyor. Ordu içerisindeki tek örgütlü grup olduklarına ve yabancı devlet/istihbarat örgütlerinin desteğine güvendikleri anlaşılıyor. İyi ki de geçmiş darbeleri inceleyip çalışmamışlar. Örneğin 1913 Babıali Baskını’nı ya incelemiş olsaydılar?
 
Darbe girişiminin bir komplo/kurgu olduğu, danışıklı dövüş olduğu iddialarını yersiz ve saçma buluyorum. Ancak şöyle bir şey olmuş olabilir: Yaklaşan Yüksek Askeri Şura’da tasfiyelerin olacağı bilgisinin sızması nedeniyle bir darbe hazırlığına girişildiği öğrenilmiş, önlem alınmış, deşifre olmaları beklenmiş olabilir. Buna bir itirazım da olmaz, doğru da bulurum. 
 
Neticede 15 Temmuz darbe girişimi, başarısız ya da etkisiz olan askeri darbe girişimleri arasında yer almaktadır. Bu darbe girişiminin önlenişi ve bastırılması, yakın tarihimizin önemli olayları arasında yerini almıştır. Bununla birlikte buna aşırı anlam yüklemek, Çanakkale Savaşı ya da Milli Mücadele ile bir tutmak doğru bir davranış olmayacaktır. Nitekim 1971’de İsmet İnönü, CHP Küçük Kurultayında sosyalist sola ilişkin eleştirilerde bulunmuş ve bu kesimin “Bağımsız Türkiye” taleplerini ve “İkinci Kurtuluş Savaşı” yürüttüklerine dair söylemlerini eleştirmişti:
“… herkesin dilinde ‘Bağımsız Türkiye’ vardır. Herkesin dilinde yeni bir ‘Kurtuluş Savaşı yapıyoruz’ vardır. Kurtuluş Savaşı’nı her babayiğidin sabahları kalktığı zaman icat edebileceği bir meydan muharebesi zannederler.

Şimdi, her 25 yaşında bir delikanlı nereden, nasıl bir kuvvetle, izan ile meydana çıktığı belli olmayan tahriklere âlet olarak, Kurtuluş Savaşı yaptığını ilân etmektedir. İnsaf, biraz insaf lâzım. Atatürk 500 senede bir defa gelmiş, ikinci 500 senede değil.. Türk milleti bağrından daima Mustafa Kemaller yetiştirecektir. Türk Milletinin cevheri, kanı, anlayışı budur. Müstakil bir cemiyet olarak yaşayacak. Bu zihniyeti yaşatmak için en son bulduğu şekil, cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti şeklidir. Onun içinden büyük istidatlar, büyük kahramanlar çıkacaktır.

Ama her gün bir düzine böyle adamlar çıkacak..

Tabiat bu kadar zengin değildir, cömert değildir”. 
 
Sanırım İnönü’nün geçmişteki uyarısı, bugün için de geçerlidir.
Yaşadığımız askeri darbeler ya da darbe girişimlerini önlemenin en temel yolu devlet kurumlarını güçlendirmek ve demokratik kurumları işletmektir. Türkiye’nin bugün sahip olduğu pek çok kurumun tarihi Tanzimat dönemine kadar uzanır. Bu kurumlar Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras olarak kalmışlardır. Kurumsallaşma sürecinin tepe noktası Atatürk dönemi olmuştur.  1926 İzmir Suikastı’nın ardından söylediği “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır” ifadesi bu noktada son derece anlamlıdır. Batı dünyasının Ortadoğu’daki ve dünyanın diğer yerlerinde diktatörlükleri/tek adam rejimlerini desteklemelerinin arkasında yatan nedenlerden biri de budur. Yönetmesi ve kontrolü kolaydır. Üstelik buna tarikat liderlerini de eklemişlerdir. Sultan-tebaası arasındaki ilişki, şeyh-mürit ilişkisinde de geçerlidir. Baştakini ele geçirmek tebaasını da ele geçirmek demektir. Son FETÖ darbe girişimi de bunu teyit etmektedir. Benzerlerini Milli Mücadele yıllarında da gördüğümüzü söylemek gerekir. 
 
Kurumsallaşmayan ve tek adamın egemen olduğu devletlerin dağılması ya da uzun ömürlü olmaması kaçınılmazdır. Tarih bu konuda zengin örneklerle doludur. Cengiz ve Timur’un kurduğu büyük imparatorlukların ölümlerinin ardından dağılıp gittikleri unutulmamalıdır. 
 
Kurtuluş Savaşı’nın 100. Yılında Türk ortak kimliğinde birleşerek tebaa değil, yurttaş ve birey yetiştirerek, eğitim sistemimizi buna göre dizayn ederek 21. yüzyılda varlığımızı sürdürebilir; barış ve refah içerisinde yaşayabiliriz. Bunun vazgeçilmezi demokrasi, hukuk devleti ve üretime dayalı bir ekonomidir. Böyle bir ortamda darbeler, tarihimizin uzak dönemlerine ait hatıralar olarak kalacaktır. Destan mı, kurgu mu tartışmasını/hamasetini bir kenara bırakarak “gerçek” olduğunu görmek ve ama bundan ders çıkararak askeri darbeleri “tarih” kılmak bir zorunluluktur. Ancak bir başka zorunluluk da yaşananlardan ders çıkarmaktır. Bir dini cemaatin diğer dini cemaatlerden farklılaşarak gücünü ve etkisini arttırıp uluslararası bir aktör haline geldiği, bu süreçte hem içeriden ve hem de dışarıdan destek gördüğü bir gerçektir. Yabancı istihbarat örgütleriyle iç içe geçerek bir terör yapılanmasına dönüşmüş ve darbe ile iktidarı ele geçirmeye çalışmıştır. Bu, ordunun bir darbesi değildir; yabancı istihbarat örgütlerinin aparatı haline gelen ve terör örgütüne dönüşen bir cemaatin darbe girişimidir. O nedenle de önceki darbelerden ya da darbe girişimlerinden tamamen ayrılmaktadır. Cumhuriyetin 100. yılına girerken yurttaş ve birey temelli çağdaş bir demokrasi inşa ederek darbe üretmeyen bir siyasal yapı oluşturmak Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için bir hayati önem taşımaktadır.  

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum