FLAŞ HABER
Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

MANİSA’DA BİR KIŞ GÜNÜ

26 Ocak 2019 - 10:22 - Güncelleme: 26 Ocak 2019 - 22:27

MANİSA’DA BİR KIŞ GÜNÜ

[email protected]

Aylardan Ocak. Ankara’dan bir otobüsle Manisa’ya geldim. Yeni bir gün başlıyordu. Bir taksi kiraladım. Önce Akhisar yolu, Gediz Ovası, Gediz Nehri, Köprü, Akpınar. Sonra Şehir Merkezi, Karaköy, Çaybaşı, Niobe, Mevlana Yolu, Spil Dağı, Kiraz Yaylası ve oradan doğup büyüdüğüm yer olan Ulucami Bölgesi…

Ulucami, Saruhanoğulları Beyi’nin oğlu İshak Bey tarafından 1345’te inşa ettirilmiş. Bir zamanlar Ulucami’nin yanı başında bizim Mahalle, fırın, bakkal ve düşler kahvesi vardı; ama şimdi hepsi yıkılmış.

Önümdeki çay bahçesine oturdum. Okkalı bir acı kahve söyledim. Bir kahve içimi süresinde Spil Dağı yamaçlarından muhteşem gözüken Manisa’ya ve Gediz Ovası’na bakarak düşüncelere daldım.

*

Manisa’ nın yazılı tarihi M.Ö.14. yüzyıla kadar gidiyor. İyonyalı - İzmirli ozan Homeros’a göre Manisa, Truva Savaşı’ndan dönen Magnetliler tarafından kurulmuş. Batılı Antik Çağ terminolojisinde Manisa’ya “Magnesia”, Manisalılara da “Magnesian” deniliyormuş.

Manisa tarihte: Etiler, İyonyalılar, Hititler, Akalar, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Makedonyalılar, Bergama Krallığı, Romalılar ve Bizanslıların yerleşim yeri olmuş.

Dünya, site devletlerden ulus devletlere, ulus devletlerden imparatorluklara ve uluslararası birliklere yönelmiş.

Magnesia, Selçuklu Türkleri tarafından kurulan Saruhanoğulları Beyliği’nce 700 yıl önce Bizanslılardan alınmış.

410’da Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanan şehir, Sancakbeyliği olarak “Şehzadeler Şehri” statüsünü kazanmış.

Birinci Dünya Savaşı ve Türk İstiklal Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla beraber 1923' te “Saruhan” adıyla vilayet haline getirilen kentin ismi, 1927‘de “Manisa” olarak kabul edilmiş.

Manisa; o tarihten bu yana İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, Aydınlanma, Bilim, Teknoloji, İletişim, Makina, Enerji, Radyo, Sinema, Televizyon, Bilgisayar, İnternet ve Cep Telefonu dönemlerini gördü. Yakında ihimal kirobotik-android nesneler ile  uzay dönemi başlayacak.

Ben nedense, bu şaşırtıcı tarihsel süreçte bir de Lidyalıları merak ederim. Belki Manisa kökenli bir devlet olduğu için…Bilindiği gibi Lidyalılar, Manisa, Salihli- Sart (Sardes) merkezli bir Batı Anadolu Uygarlığı idi. Kullandıkları dil, Hint-Avrupa dilleri ailesine aitti. Lidyalıların insanlık tarihine en büyük katkısı, dünyada parayı ilk defa icat eden bir devlet olmasıydı.

*

Manisa’yı ilk kuran Magnetlilerden günümüze kadar tam 3.400 yıl geçmiş. Dile kolay…

Bugün Manisa; Türkiye’nin en önemli kentlerinden biri. Aynı zamanda büyükşehir belediyesi konumuna sahip.

Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Manisa ile yakından ilgilenmektedirler. Nitekim Londra’da yayımlanmakta olan “Financial Times” adlı uluslararası düzeyde tanınmış günlük ekonomi ve ticaret gazetesi, 2004’ te, Manisa Bölgesi’ni yatırım yapılacak en uygun yerler arasında göstermişti.

*

Bu düşüncelerden sonra şehre indim. Tepesi karlı Spil Dağı’ndan aşağılara doğru tatlı bir rüzgar esiyordu ve sanki baharın bu yıl daha erken geleceği müjdesini veriyordu. Akşamüstü başlayan hafif yağmur da bunu onaylar gibiydi.

Oysa geçmiş kış günlerinde; şehre aylarca yağmur ve bir insan boyu kar yağardı, Spil Dağı haftalarca karla örtülü kalırdı. İzmir Yolu kapanırdı. Gediz Ovası’nı sel basardı, Gediz Irmağı’nın balıkları kıyı mahalle sokaklarında yüzerdi, dağdaki domuz ve kurt sürüleri ovadaki bağlara ve tarlalara inerdi, Ege Körfezi martıları yiyecek bulmak için Muradiye ve Horozköy’e kadar uçardı, tek katlı ve bahçeli evlerden yükselen kömür sobası dumanları ile mangallardan yayılan kestane kokusu şehri bir kış masalına götürürdü.

Çocukluk yıllarımın mahallesini,  İstiklal İlkokulu öğretmenlerimi ve sınıf arkadaşlarımı hatırladım. Tekrar o günleri yaşıyor hissettim.İçimde uyanan tatlı bir hüznün kök saldığı karmaşık duygularla şehrin eski çarşısında bulunan tanıdık bir aşçı dükkanına girdim ve eski günlerden kalma Manisa kebabıyla revani söyledim.

Dükkanın tavanında yazdan kalma  kavunlar asılıydı ve raflarda  pekmez şişeleri vardı. Karşı köşede yapayalnız ve terkedilmiş duran bir eski zaman radyosunda da Müzisyen Haydar Bayçın’dan bir Manisa türküsü çalıyordu : “Söğüdün yaprağı narindir narin, İçerim yanıyor dışarım serin…"Ve zaman denilen gizemli şey, Gediz Irmağı’ndan sessizce akıp gidiyordu.

 

Reklam