Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

İZMİRLİ FERHUNDE HANIM

10 Ocak 2019 - 21:15

İZMİRLİ FERHUNDE HANIM

 

Önder Gürcan

[email protected]

 

Ankara ve İstanbul veya yurt dışındaki şehirlere yerleşen bazı insanlar kış ve ilkbahar’ı buralarda; yaz ve sonbahar’ı ise Ege illerinde ya da sahil kentlerinde geçirirler. Bu birbirine paralel ikili yaşam biçimi - iyi bir kapı komşuluğu gibi devam eder.

Ferhunde Hanım da şimdi böyle  bir hayatı olan insanlardan biriydi.Belçika, Brüksel’de oturuyordu. Dünya küçülmüştü : Aradaki uzun mesafelere karşın - oğlunu ve torunlarını görebilmek ve onlarla bir arada vakit geçirebilmek için uzaklıklara aldırmazdı.

Ferhunde Hanım, savaş sonrası Selanik’ten İzmir’e göç etmiş bir Osmanlı ailesinin kızıydı.

Hava alanı’na iner inmez bir taksi tuttu ve kendisini İzmir’de, Karşıyaka’da buldu. İzmir, eski ve yeni insanlarıyla bir metropole, bir magapole dünüşmüştü. Yeni yerleşim alanları kurulmuş, metro ve tramvay ağları örülmüş,  otobüs hatları yenilenmişti. Ama kent   anatomisi körfez, binalar, sokaklar, caddeler, bulvarlar, ağaçlarla yerli yerindeydi.  

Bu tablo içinde nostaljik esintiler ve anekdotlar da sanki gizlendikleri  yerlerden çıkıp onunla birlikte bir daha yaşama katılıyorlardı.

Yaşlanmış olsa da İzmir çok güzel  pasaklı bir kadına benziyordu.

*

İzmir, dokuz bin yıllık mitolojik bir yarım ada...Bu limandan kalkan gemiler ve vapurlar Ege Denizi, Akdeniz ve okyanusları aşıp uzak diyarlara  uzanmak isterler diye düşündü.

İzmir’in anlatılacak çok öyküsü  vardır. Bu öyküler, günümüzden  Antik Çağ’a kadar uzanan gizemli süreçte, bir zaman tüneli yolculuğunun içinde öylece anlatılmayı beklerler.

*

İlk sevgi unutulmaz : Bir zamanlar Karşıyaka’da otururlardı. Evleri tren istasyonunun yanındaydı ve bahçesinde emekli bir palmiye ağacı göze çarpardı. Çocukluk döneminde  kitapçı dükkanlarından  satın aldığı şiir ve öykü kitapları ile romanları okur,   çarşı caddesindeki gece gündüz açık olan muhallebicide otururdu.

Karşıyaka’nın bütün sokakları denize açılır ve her biri çocuk gibi denize koşardı.

Karşıyaka Vapur İskelesi’nin yanında balık avlardı; tuttuğu balıkları kıyamadığından tekrar denize bırakırdı.

Karşıyaka Tren istasyonu ve Çarşı geçen zamana dayanabilmiş ve  eski  halini koruyabilmişti.

Karşıyaka’ya bir zamanlar şarkılarda ve türkülerde “İzmir’in gülü” denirdi. İzmir’in bir metaforik imgesiydi. Şimdi Karşıyaka’nın ismini solan bir güle mi yazmışlar?

İskelesinin karşısında kahveler bulunurdu. Ferhunde Hanım, “Café” yazılı bir yere girdi. Geçmiş güzel günlerin güzel hatırasına güzel bir okkalı kahve içilirdi. Ama kahve  yapayalnız içilmezdi. Ne var ki buradaki yalnızlık insanı rahatsız etmiyordu.Vapurların ve gemilerin çizdiği harikulade tabloda İzmir’i seyretti.

*

Akşak vakti inmişti. İskelede Karşıyaka-Konak Vapuru yolcularını alıyordu. Vapur onu Alsancak’a götürürken denizsiz yaşayamayan martı kuşlarının yaşama sevinci ile attıkları çığlıklar dikkatini çekti.

*

Alsancak eski günlerinden birindeydi.Kordon’dan Pasaport İskelesi’ne  yürüdü. Bir zamanlar burada balıkçı tekneleri ve sabahçı kahveleri olurdu.

Denize bakan bir masada demli çayı  ve günlük düşünceleriyle başbaşa iken birdenbire yağmur başladı. Ne derler : “Evinden uzaktaysan, yalnızsan ve üstelik yağmur yağıyorsa...”

*

Ferhunde Hanım için bu kadar hatıra sarmalı yeterdi. Bir taksi çevirdi. Doğru İzmir Garajı. Oğlunun bir çiftlikte yaşamını sürdürdüğü komşu kent Manisa’ya gidecekti.

Çok geçmeden gecenin tatlı ışıkları altında bir otobüsle, Bornova’yı geride bırakarak,  yazılmamış bir roman gibi duran Spil Dağı’nın yamaçlarından, asmalarındaki üzümleriyle bitmeyen bir rüyada uyuyan Gediz Ovası’na inen bir bulvarda, “Magnesia” efsaneleriyle örülü Manisa’da  kardeşinin evindeydi.

*

Zaman denilen gizemli şey ne çabuk geçiyordu. İnişlerden ve çıkışlardan, siyahlardan ve beyazlardan oluşmuş hayat insanın iç dünyasında hayal meyal karmaşık duygular ve çalkantılar uyandırıyordu. Akıp giden günlerin  ardından, geçmişteki güzel şeylere biraz hüzünle de olsa hep taze bir özlem duyuluyordu. Fakat  özlemin eski tadı nedendir bir labirente girip bir kara delikte kayboluyordu.

*

Yazıyı, Antik Çağ’da yaşamış İzmirli isimsiz bir şairin dizeleriyle bitirelim:

“Issız dağ başında açan çiçek

Konuşacak arkadaş arıyor

Kiraz dalına konacak ardıç kuşunu bekliyor

Esecek rüzgarı 

Yağacak yağmuru

Yapraklarına düşecek kar tanelerini bekliyor

Ama ne gelen var ne giden

O  öylece bekliyor

Yalnız ve tek ”