Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

ANADOLU GÜNLÜKLERİ

04 Kasım 2021 - 09:58

ANADOLU GÜNLÜKLERİ

Türkiye; içinde Göktürk, Uygur, Hun, Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu’nun bulunduğu çok sayıda Türk devletinin köklerinden gelen jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik paradigmasıyla bir “bölgesel güç”; Birleşmiş Milletler Teşkilatı, NATO, OECD ve G-20 gibi  kuruluşların etkin bir üyesi ve dünyanın en eski kadim milletlerinden biri olarak devamlılık arzeden yaklaşık iki bin yıllık  devlet geleneğine sahip  bir “uluslararası güç”tür.

Anadolu : Etrafını çevreleyen Balkanlar, Kafkaslar,  Orta Doğu ve Ege ekseninde 10500 yıllık ilk dünya uygarlıklarına ev sahipliği yapmış olağanüstü  tarihi ve kültürel bir sentezdir. Bu nedenle, yedi bölge ve seksen bir ili kapsayan Anadolu’nun ruhunda asalet vardır.

Türkiye; bu tarihsel konumuyla, dünyanın en güzel ülkeleri arasında ilk sıralardadır ve her köşesi Cennet’ten bir yer gibidir.

Türkiye; denizleri : Akdeniz, Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz; dağları : Ağrı, Toroslar, Cilo, Süphan, Kaçkar, Erciyes, Artos, Palandöken, Nemrut ve Uludağ; gölleri : Van, Beyşehir, Tuz,   Eğirdir, Manyas, Hazar ve Bafa; ırmakları : Fırat, Dicle, Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Çoruh, Meriç, Gediz, Seyhan ve Ceyhan; ovaları : Ceylanpınar, Gediz, Menderes, Çarşamba, Konya, Muş, Adapazarı, Erzincan, Iğdır, Uşak, Antalya, Niksar, Harran, Amik, Malatya ve Çine ile coğrafi  ve ekonomik zenginlik açısından dünyanın önde gelen ülkeleri arasındadır.

Ne var ki Anadolu, kültür mirası yeterince keşfedilmemiş, sayısız ve isimsiz antik kentler diyarıdır.

*

Yazıya İstanbul ile başlayalım:

Dünya hayatı tesadüflerle doludur. İstanbul’da Galata Köprüsü’nden Büyükada’ya kalkan yolcu vapurunda, Manisalı bir aileyle karşılaştım. Bu güzel rastlantıyı, önce bir İstanbul Boğazı kahvesiyle, sonra Burgazadalı öykü yazarı Sait Faik’in müze evini ziyaretle, son olarak da Büyükada’daki payton gezisi ve vapur iskelesi yanında bir Manisa sohbetiyle noktaladık. Manisalı başka bir aileyle  de Beyoğlu’nda Emek Sineması’nda karşı karşıya gelmiştim.

*

Ağrı Dağı, 5135 metre yüksekliğiyle etkileyici ve efsanevi dağdır. Nazlı bir gelin gibi, tepesini hep bir bulutla örter ve kimseye göstermez. Bu yüzden dünya dağcıları, Ağrı’nın bu gizemli yüzünü görmek için sürekli tırmanış gerçekleştirirler.

*

Doğu Beyazit’ten Iğdır’a giderken yolda Ağrı’nın volkanik yamaçları görünür. Yaşar Kemal, “Ağrı Dağı Efsanesi" romanını yazmıştır.

Bir gün, Ağrı eteklerindeki göktaşı/meteor çukuru ve İshak Paşa Saray’ı yanlarında, aya ilk ayak basan Amerikalı astronot Neil Armstrong ve ekibini gördüm. ”Nuhun Gemisi”nin kalıntılarını arıyorlardı. Armstrong, ayda yürürken bir ara dünyaya bakmış ve ilk Ağrı Dağı   gözüne çarpmış.

*

Iğdır, meyve ve sebze kentidir.Türkülerde, “Iğdır’ın al alması ay balam, yemeye bal elması” dinlenir. Kent içinde her gün pazar kurulur. Nahçıvan’dan kayısı gelir. Hafta sonlarında düğünler yapılır. Nahçıvan’dan gelin alınır. Iğdır’ın girişindeki "Ermeni Mezalimi Anıtı ve Müzesi” çok hüzün vericidir.

*

Van şehrini Asur kraliçesi Semiramis kurmuş. Şehrin adı, Van adlı Persli bir  validen geliyor. Van Kalesine, Urartu Krallığı döneminde “Tuşpa” denilirmiş; bu kaleden güneşin gölde batışını izlemek insana şans getirirmiş. Sabahları şehir sokaklarında kurulu masalarda dünyaca ünlü Van kahvaltısı yapmak bir başka lezzet durağıdır. Van Gölü’nün kıyı köy ve mahallerinde  kadınlar çamaşırlarını göl suyuyla yıkar. Van ile Tatvan arasında yolcu vapuru çalışır. Bu  vapur yolculuğunda keyif çayı içmek hoş bir  şeydir. Ama efsanevi “Van Gölü Canavarı”nı   unutmak koşuluyla.

*

Bitlis ve Süphan Dağı geçmiş uygarlıkların izleriyle zaman tünelinde romantik tablolar sergiler. Vaktiyle, özel  ceviziyle anılan ve dağ tepesine kurulu olan Bahçesaray’ın yolları kış aylarında karla örtülü kalır. İnsanlar aylarca bu dağ kasabasından çıkamaz; acil durumlarda ise helikopterle ulaşım sağlanır.

Tatvan yakınında, dünyadan kopuk ve yapayalnız duran ve dağların arkasına gizlenmiş olan gizemli Nemrut Krater Gölü, insanı sanal bir dünyaya devet eder. Olağanüstü kır çiçeklerinin arasından volkanik dumanlar salan bu göle her uğradığımda, Avrupalı  arkeologlarının kamplarını görürdüm ve burada işlerinin ne  olduğunu merak ederdim.

Merak ettiğim bir başka konu da şuydu.1980’lerde Ankara’dan Van’a her yolculuğumda uçak hep Avrupalı, Avustralyalı, Fransız ve Kanadalı turistlerle dolu olurdu. Bu insanlar bölgede  günlerce konaklarlar, göldeki Akdamar Adası, müze ve şehir çevresindeki yerleşim alanlarında  arkeolojik inceleme ve araştırma yaparlardı.

*

Van'dan Hakkari'ye geçip, oradaki muhteşem dağ manzaralarını, ova ve vadileri gören bir insan, "bu bölge dağcılık  turizmi için ne kadar önemli bir uluslararası potansiyele sahip” diye düşünür. Dağcılara, Doğu Anadolu dağları tavsiye olunur.

*

Yeşil Irmak Amasya’yı ikiye böler. Amasya, Roma ve Bizans efsaneleriyle dopdolu. “Elma”sı şarkılarda gezer. Birbirine kavuşan Ferhat ile Şirin şehrin sokaklarında el ele tutuşup gezer ama onları gören göz olmaz.

*

Kayseri; Kapadokya, verimli toprakları, Erciyes Dağı’nı, sanayi ve ticareti, yeşil Bünyan’ı, Mimar Sinan’ı, kayak merkezlerini, mantı ve pastırmayı çağrıştırır. Geçmişte bir gün, bu şehirde, (Kayseri doğumlu) ünlü Amerikalı sinema yönetmeni Elia Kazan ile tanışmıştım. Sinema dünyasına Anthony Quinn, James Dean ve Marlon Brando gibi aktörleri kazandıran bu emektar sinemacıyla Kayseri ve Hollywood hakkında sohbet etmiştik.

*

Kars serhat şehridir. Kafkas oyunu ve Azeri müziği insanı heyecanlandırır. Kars Kalesi’ni gördükten sonra, Sarıkamış’taki “Allahuekber Dağ Şehitliği”ni, Ani harabelerini ve yeşil Kağızman’ı ziyaret etmek gerekir. Son yıllarda Sarıkamış kayak merkezi turizm sektörünün gündeminde.

*

Kars’tan Ardahan’a geçmek; Şavşat’tan dağ kenti Artvin, Çoruh Nehri’nin ikiye ayırdığı  Borçka, bakır diyarı Murgul, meyve kenti Yusufeli ve Karadeniz’in doğu limanı Hopa’ya uzanmak; harika dağları, yaylaları, yamaçları, ormanları, köyleri, dağ ve yayla evlerini seyretmek insanı  bir masal dünyasının içine bırakıverir. İnsanlar bu bölgeye fotoğraf kareleri çekmek ve mutluluğu tadmak için gelir.

Derler ki; Borçka Köprüsü’nden akan Çoruh insanlara mutluluk dağıtırmış; bu dünyada çekilen acılar ise bu nehirle birlikte Karadeniz’e dökülürmüş.

Murgul’da geceler bir sis gibi bu küçük kentin üstüne iner; sabahları yeşil renkli derelerde alabalıklar oynaşır; akşamları kahvelerde ve Petek Köyü’nde kemençeli, davullu, zurnalı, tulumlu, akordiyonlu, kemanlı Azeri ve Kafkas türküleri eşliğinde horon çekilir. Kış  aylarında yollara bir insan boyu kar yağar. Hopa ve Borçka arasında  yolculuk etmek, düşler dünyasındaki anıları huzur vahasına davet etmeye benzer.

*

1970’lerden önce, Karadeniz’de, İstanbul ve Hopa arasında yolcu vapurları işlermiş. Gürcistan sınırına doğru Kemalpaşa ve Sarp, dünya ülkelerinden gelen turistlerle dolup taşar. Hopa’da bir kahveye oturmak, tam karşıdaki bembeyaz Kafkas Dağlarına bakarak hiçbir müzikte bulunmayan duygusal Karadeniz ezgilerini dinlemek insan ruhunu dinlendirir.

*

Doğu Karadeniz’e “çay diyarı” derler. Çayın serüveni, Rize’de başlar; “Çayelinden öteye” türküsüyle Pazar, Fındıklı, Hemşin ve  Arhavi’yi geçerek Hopa Limanı’nda son bulur; tutamazsan Batum’a kadar gider.

*

İnsan Trabzon’a geldiğini, “Oy Trabzon Trabzon, İçi kalaylı kazan, efkarlı günlerime, geldi çattı Remezan, ” türküsüyle anlar. Bu türkü Alçaabat ve Sümela’da canlanarak dünyaya yankılanır.

*

Erzurum; Nene Hatun, Erzurum Kongresi, Palandöken Dağı, Tortum Şelalesi ve Pasinler (Hasankale) ile Anadolu’da özgün bir yere sahiptir.

*

Güzel, yalnız ve hüzünlü Erzincan, doğa harikası bir şehirdir. Ahmet Muhip Dranas’ın, Fahriye Abla şiirinde, “Hala dağları karlı Erzincan’da mısın?” dediği kenttir.

*

Gaziantep; gelişmiş sanayisi, fıstık bahçeleri, baklavası ve mesire yerleri ile bilinir ve hep huzurlu bir bahar  mevsiminde yaşar.

*

Peygamberler şehri Şanlıurfa’nın etrafı dumanlı dağlardır. Bu şehir, kutsanmış mirası,  Balıklı Gölü, müzeleri ve Harran’ıyla uzun bir tarihtir.

*

Hatay; üç dünya dininin hoşgörüde buluşma noktasıdır. Bu kültür şehri, İpekçilik, yemyeşil ovalar ve geçmişini yaşatan Mozayik Müzesi’yle tanınır.

*

Diyarbakır; otuz üç uygarlığın izlerini taşır. Diyarbakır’ın kale ve surlarının gizemli öyküsü M.Ö.3000’li yıllara uzanır. Bu güzel şehir, bana (Diyarbakırlı) Cahit Sıtkı Tarancı’nin duygu yüklü şiirlerini  hatırlatır. Dicle Nehri üzerine pek çok sevda öyküsü söylenmiştir.

*

Siirt, inanç ikliminin güzel diyarı Tillo ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin ruhani dünyasına yelken açar. Batman, petrol dünyasının giriş kapısıdır.

*

Elazığ; Keban  Barajı, Fırat Nehri ve Harput  öyküleriyle dile gelir. Tiyatrolarda “Harputta Bir Amerikalı” oyunu eski Elazığlıları anlatır. Bu Gaggoş şehrinin dut ve erik ağaçları, üzüm bağları ve  ”Fırat kenarında yüzer kayıklar”ı için türküler dökülmüştür.

*

Muş; Urartularla başlayan tarihi, zengin ovası ve Türklerin Anadolu’ya girişini simgeleyen 1071 Malazgirt’le tarih kitaplarında yerini alır.

*

Niğde, uygarlıklar şehridir; sokaklarında “Niğdenin bağları” türküsü çalınır.

Çorum, eski adıyla Hattuşa, Anadolu’da ilk imparatorluk kuran Hititlerin başkentidir. Dünyada, muhasebeyi ilk bulan  bu şehirdir.

*

Doğu ve Güneydoğu Anadolu, ekonomik yönden zengin verimli ovalar, vadiler ve dağlarla kaplıdır. Tarımsal, endüstriyel ve turistik  fizibilite etüdü ve projeler hazırlanarak; modern kent tasarım planları  hayata geçirilerek;  kültürel etkinlikler de katılarak bu bölgelerde yatırım hamlelerinin başlatılmasında büyük yarar vardır.

*

Batı Kardeniz; zamanın dışında kalan mavi düşlerin gizlediği ama hasreti çekilen bir diyarı gurbettir.

Samsun bir 19 Mayıs’tır. Bu kentin sokaklarında  sanki antik çağın kadın savaşçıları Amazonların limana demir atmış gemilerinin sesleri duyulur. Şehrin kahvelerinde “Çarşambayı sel aldı” türküsü  sizi alıp bir yerlere götürür ve öylece bırakır.

*

Sinop, Karadeniz yeşilinin her tondaki renklerini sunar. Beyaz balina Aydın’ın konuk olduğu  masalımsı bir şehirdir Sinop.

*

Yeşil dağlar, ovalar ve vadiler kenti Kastamonu’da  “Şerife Bacı Heykeli’nin yanından Devrez Irmağı akıp gider. Kastamonu’ya kış,  güzün son yaprağı düşmeden gelmez.

*

Bursa, Bir Beylik’ten bir İmparatorluğa giden bir devletin kurucusu ve ilk Sultanı Osman Bey’in kentidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun altı yüz yıllık  tarihi bu şehirde başlar. Bursa akşamları, insanı Zeki Müren’in hüzünlü şarkılarına ve Uludağ’ın karlı, romantik ve melankolik yalnızlığına götürür. Bursa deyince, Yeşil Türbe’deki  Daye Hatun ve Refik Halit Karay’ın “Karlı Dağdaki Ateş” adlı romanı hatırlanır.

Gemlik’e doğru giderken Orhan Veli Kanık’tan bir şiir söylenir.

Mudanya;  “Mudanya Mutarekesi” günleri anılarıyla zamanı durduran bir deniz kentidir.

*

Çanakkale, sadece bir şehir değildir; ”Türk İstiklal Savaşı”nı başlatan evrensel bir destanın dünya tarihine altın harflerle geçtiği bir yerdir.

*

Kocaeli; sanayi bölgesiyle Petkim, İpraş, İgsaş, Petrol Ofisi  ve Seka’yı hatırlatır. Bir de yaz mevsimlerinde yağmurların ıslattığı kiraz ağaçlarından düşen yaprakları, damlaları ve coşan dereleri...

*

Adana; Seyhan ve Ceyhan nehirleri üzerinde verimli topraklarıyla ve Batı’da okunan zengin edebiyatıyla şiirsel bir Çukurova’dır.

*

Mersin, Akdeniz’in kenarında inci gibi bir yerdir.  Tarsus;  Ashab-ı Kehf, şelale, Kleopatra ve Şahmeran efsanelerini bağrında yaşatır.

*

Karaman ilinin adı Türk Dünyası’nın kültür başkenti olarak geçer.1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey, bu bölgede Türk dilinden başka bir dilin kullanılmasını bir kanunla yasaklamıştır.

*

Trakya; Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’dir. Tekirdağ adını Marmara’dan, Edirne huduttan, Kırklareli kırk şehidinden alır.  İğneada Trakya’nın turistik ruhudur. Bölgedeki geniş ve modern ekili araziler, ayçiçeği tarlaları, Meriç Nehri, Ergene Havzası ve modern köyler, Avrupa’ya açılan bir penceredir. Trakya, üzerine çok öyküler yazılacak boş bir defterdir.

*

Türkiye’de tarımsal bakımdan en gelişmiş şehir Manisa’dır. Tarımın lideri olan Manisayı; Konya, Balıkesir, İzmir, Bursa, Ankara, Samsun, Adana, Denizli, Antalya, Aydın, Afyon ve Çorum izliyor.

*

Yazıyı yine İstanbul ile bitirelim:

İstanbul’da, bu megapolde; araba, otobüs, tramvay, yolcu vapuru, taksi, dolmuş ve metro ağlarının giderek büyüyen yoğunluğu dikkati çekiyor.

1980’li yıllarda, Manisa’dan İstanbul’a kalkan bir araba, yedi saatte Harem İskelesi’ne ulaşırdı. Harem’den araba vapuruyla karşıya, Eminönü’ne geçilir; otuz dakikada da Emirgan’a varılırdı.

Beşiktaş’tan Taksim’e, Harbiye’den Mecidiyeköy’e, Galatasaray’dan Karaköy’e, Eminönü’nden Aksaray’a, Fındıkzade’den Topkapı’ya yürüyerek gidilirdi.

Karaköy, Galata Köprüsü, Eminönü, Sirkeci ve Beşiktaş’tan yalnızca Kadıköy, Haydarpaşa, Ataköy, Boğaz, Adalar ve Üsküdar yolcu vapurları çalışırdı.

Eski İstanbul’da köprü deyince, Galata ve Unkapanı akla gelirdi. Metro, sadece Tünel ve Karaköy arasındaydı.

Avrupa ülkelerinde kamu yararı, ekonomiklik ve sağlıklı yaşam   yönlerinden, toplu taşım aracı elektrikli tramvaylar, metro ve otobüsler tercih ediliyor. Ayrıca, elektrikli özel araba, bisiklet ve motosiklet kullanımını teşvik edici yasalar çıkarılıyor.

*

Bu arada İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Trabzon, Şanlıurfa, Gaziantep, Manisa, Aydın ve Denizli gibi büyük kentlerde; şehir projelerinin; tarım arazilerine, mimari duruma, doğal çevreye, tarihi dokuya ve  tasarım estetiğine uygun olarak projelendirilmesi; trafikte kapalı alanları da kapsayan yaya, engelli ve bisiklet öncelikli ulaşım planlamalarının uygulamaya konulması büyük önem taşımaktadır.

*

Türkiye günlükleri, daha sonraki yazılarla devam edecek.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum