Önder GÜRCAN

Önder GÜRCAN

[email protected]

2019’UN İLK GÜNÜNDE BİR KAHVE SOHBETİ

06 Ocak 2019 - 10:34

2019’UN İLK GÜNÜNDE BİR KAHVE SOHBETİ

Önder Gürcan

[email protected]

 

Bugün öğle sonrası evden çıkmış dolaşıyorum.

Şehrin bulvar, cadde ve sokaklarından geçilmiyor : yeni inşaatlar, trafik ve günlük hayatın bitip tükenmeyen koşmacası.

*

Şehirler ne kadar çok kalabalıklaştı. Geçmiş yıllarda yaşadığımız  mahallelerde herkes birbirini tanırdı, yolda karşılaştıklarında selamlaşılırdı ve hal hatır sorulurdu. İnsanlar; yakınlarını ve arkadaşlarını mahalle kahvelerinde kahve sohbetlerine davet ederlerdi, göremedikleri ve özlediklerini arar, sorar ve  haber gönderirlerdi.

Şimdi İnsan, evden çıkınca, “ Nereye gideceğim?”  diye düşünüyor.

*

Ankara’da Ocak ayının ilk günü. Her taraf karla örtülü.

Çocukluk günlerinde kar yağışlı  havaları çok severdim. Günümüzde hiçkimse “kardan adam” yapmıyor nedense.

*

Önüme gelen caddede yürümeye başladım. Şöyle bir “nostaljik gezi” olsun diye metroyla Kızılay’a  gittim.

Baktım her şey yerli yerinde: binalar, sokaklar, caddeler, bulvarlar, dükkanlar, ağaçlar...

Arkadaşlarım bir köşeden  çıkar, bir yerde oturur, bir  kahve sohbeti yaparız. Ne var ki kimse yoktu. Bu bir zamanların Ankarası değildi sanki. Tanıdıklarım kaybolmuşlardı. Belki de başka bir şehirdeydim. Üstelik Afrikalı, Asyalı, Ortadoğulu ve Avrupalı insanlar da dikkati çekiyor. İnsan kendisini Londra’da sanıyor.

Kendimi yalnız hissetttim. Bir taksi çevirdim. Doğru “Çukurambar!”

*

“Böyle romantik, güzel bir kış vaktinde şöyle bir yorgunluk kahvesi içilir mi?” diye düşündüm. “İçilir!”

Şu karşı köşede bulvar kahvesi  var mı? Var!

Ama, kahveye, “Café - caffe - coffee” diyorlar artık. Öyle olsun! Ne yapalım? İnsanlar gibi zamanlar ve kahveler de değişiyor demek ki.

Garsona, eski zamandan kalma “okkalı acı bir kahve!” dedim.

Garson, “okkalı kahve”nin ne  olduğunu anlayamadı. Elindeki listeye baktı, böyle bir ürün yoktu.

Tam o  sırada yan masada ailesiyle birlikte oturan ve kahve falına bakmakta olan orta yaşlı bir bayan gülümseyerek söze karıştı:

“Fındıklı lokumla içilen okkalı acı kahve dönemi geçti, şimdi “latte dönemi !” dedi.

“Latte,” İtalyanca bir sözcük. Belki Guatemala’dan alınmıştır. ”Sütlü” anlamına geliyor.

Zamana uymak lazım. Garsona, “Tamam! caffe latte... beraberinde de kepekli poğaça!” diye ekledim.

Orta yaşlı bayan konuşmasına devam etti:

“Çağımız uzay çağı…Bilgisayar, internet, cep telefonu, yapay zeka çağı! Bilim ve teknoloji gelişirken; insan makinalaşıyor; ayrıca robotik ve android nesneler de ortaya çıkıyor, sonuçta toplum kültürü etkileniyor. Evvelden kahve Yemen’den gelirdi, bugün Latin Amerika ve Afrika ülkelerinden geliyor. Evvelden kahve herkesle içilmezdi, kahve hatır bilenle içilirdi. Dünya çok küçüldü ve değişti doğrusu. Buna küreseleşme diyorlar. Kahve de küreselleşmiş. Bakalım daha neler göreceğiz?”

Ben “Caffe latte”mi yudumlarken, tatlı bir kış akşamı Ankara’nın sisli yamaçlarına iniyordu.

Zaman denilen gizemli şey, masalımsı kar tanelerinin arasından sessizce  akıyordu.

İnsanlar, yaşanılan hayatın farkında  bile değillerdi kim bilir?

Ve ta uzaklardan, kaybolan düşlerin harikulade melankolisi içinde,  “Ankara Rüzgarı” şarkısının  melodisi duyuluyordu: Nesrin Sipahi söylüyordu...