Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Biz düşünmezsek düşünmek durur mu?

10 Haziran 2025 - 09:33

Üstümden bir kuş uçuşu serpintisi geçti. Başımı çevirdim fakat sürüyü göremedim. Ses, görüntüden ve anlamdan bir anlık ağ ördü sanki üstümde. Zihnim titredi. Manzara ışık içinde eridi. Zaman yükseldi. Sevdim varlığımı. Bunu düşündüm. Beklenmedik anda gönlüme inen anlam dalgasını yakalamaya çalıştım. Türkçede düşünmek kelimesinin anlamakla bağlantısı tesadüfen ortaya çıkmış sayılabilir miydi? Dahası rüya anlamına da gelen düş, kökü ile beraber ıramıza dair işaretler taşımaz mıydı? Öyle veya böyle yorumla oluşur asıl düş ve düşünce? Başımı kaldırıp bakmasaydım geçen serpintiye ölüp giderdi. Ses beni yoruma çağırdı.

Düşünmek ile düşü, düşmek ile düşünürü yan yana koydum ben de. Düşteki zar tabakasına odaklandım. Rüyayı biz görüyorduk lakin dilimizin bu elvanlı kelimesi aklın ve hayalin bütün denizlerini aşmaya, dağlarına tırmanıp bozkırlarında yitmeye meyilliydi. O yüzden türkü uyarıyordu bizi ‘hayalde gör düşte gör bir kötüye düş de gör.’ Düşünmeye, akletmeye çağrı daha ne kadar inceden dillendirilebilirdi? Yorum hakkı ne güzel kullanılmıştı böyle.

İnsanı ve toplumu akıtan ‘yorum’ hakkı olduğuna göre onu insanın tekil eyleminden varlığının özüne götüren ‘anlama’ yetisi olmalı. Düşünce anlamla, rüya yorumla mayalanır demektir bu. Rüyaları tuhaf, düşünceyi derin buluruz sonunda. Ölümlü bir kas ve kemik kütlesi olmaktan kurtulup olgusal gerçekliğe yükselmek isteyenin düşü kanasa bile bozulmaz yorumla. Felsefi bir iklim içinde ve kavramsal örgülerle dili ve anlamı işleten kişilere düşünür diyoruz. Onların herhangi bir konuda ileri sürdükleri görüşleri anlamaya çalışmak ve düşünmeyi hayata yaymak bireylerin sorumluluğunda. İlk olarak düşüncenin nasıl doğduğuna dair farklı görüşler var. Hay bin Yakzan gibi kaynaklarda doğal bir süreç olarak görme eğilimi vardır düşünmeyi. Tanrı’nın Âdem’e öğrettiği ‘esma’, mana olmadan hiçtir ve bahşedilen isimden çıkıp düşünmeye varma yetisidir. Özde olan ve dilsel, duyusal ve yaşam tecrübesiyle gelişen bir eylem olduğu için düşünce, iklim, kültürel tecrübe, inanç ve sanatla da zenginleşir. Hele tabiatın o büyük rahlesinin önünde oturup sayfalarını çevirince insan, nice yorumu yeniden okumaya başlar. Tabiat ise asıl insanın düşünmeye başlamasıyla yalnızlığının vahşetinden kurtulur.

Sezar, sevdiği komutanlarından birisine ‘Roma nedir ?’ sorusunu yöneltmiş ölümün hemen eşiğinde bir kaynağa göre. Şüpheye mi düşmüştür kendi içinde acaba da onu mu gidermek istememiştir? Yoksa biraz da gücü ne olarak gördüğünü mü ölçmek istemiştir komutanının? ‘Roma, Sezar’dır’ diyecek ve susacaktır belki komutan! Arkasından gelecek soru ve cevapların önüne geçmek kadar sorusunun cevabını taçlandırmak için olmalı Sezar; ‘Roma bir fikirdir.’ Deyivermiş. Fikir yoksa, güç bir hiçtir sonucu çıkar mı buradan? Büyük oluşumları bir cüsse, kütle, sürü, hacim, rejim, ideoloji olmaktan medeniliğe götüren fikir olmalı. Moğol ile Altınordu arasında böyle bir benzerlik yok mu mesela? Yunanlılar ‘ne dedikleri anlaşılmayan topluluklar’ için kullanmışlar ilkin barbar kelimesini. Dil ve anlam böylece kendiliğinden kilitlenmiş. Zamanla bir anlam üretemeyen ya da ürettikleri anlamsız olan toplumlara evrilmiş barbarlık. Medeni olmak, anlamı, düşünce olarak yaratmak demektir kendi neşvesince. Şairler, sanatçılar, düşünürler söz konusu din, inanç bile olsa ancak ondan bir düşünce ve anlam yaratabilirlerse üst bir kata çıkmış sayılırlar. Bir ileri görüşle anlamsızlık bile düşünmeye tabidir. R. Magritte; ‘düşünmenin özgürlüğü, anlamın mümkün düşüncesi, yani imkansızın düşüncesidir’ görüşündedir mesela.

Tarihin hiçbir döneminde bir millet, bir ırk veya toplum hep birlikte düşünmemiştir. Onların önünde yürüyen insanlar vardır. Akıl ve vizyon sahibi yöneticiler onlardan aldıkları bilgi ve ilhamla kendi yönetim yeteneklerini birleştirirler. Zaten Batı ve Doğu’da yazılmış siyasetnameler hep bunu yüceltir. Yöneticilere sadece akıl vermezler ama kendi halleriyle ideal olanın ufkunu çizerler. Yaşadığımız dünyada neredeyse modern zamanların tümünde felsefe, düşünce bağımsızlaşıp farklı dallara yayıldıkça tuhaf bir manzara da ortaya çıktı. İnsanın kötülüğü kadar yöneticilerin kötülüğü at başı gitmeye başladı. Son iki yüzyılda yöneticilerin kararlarıyla kırılmış insan sayısını göz önüne getirdiğimizde tablo daha da kararır. Öyleyse insan gerçekten düşünüyor mudur ya da düşünce bir meslek olup çıkmış mıdır? Her meslek gibi onun da değeri talep kadar mıdır? Meslekler talebe göre harekete geçtiğine göre, düşünme talebi olmadan düşünmek durur mu?

Biliyorum o kuş serpintisi bir daha tekrar gelmeyecek. Zihnimin gökyüzünde, ben hatırlayıp yorumladıkça yaşayacak.

Hemen her tür alınıp satılabilen şeyin maddi bir bedeli olduğu şu dünyada düşünüyor olmanın bizi bir kalıp ve kalp olmaktan çıkaracağı hatırdan düşürülebilir mi? Düşüncesizlikler sebebiyle hayat zaten gittikçe daha ağır değil mi?

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum