Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

ŞEHRİN SEMBOLÜ

23 Kasım 2012 - 23:28

 

ŞEHRİN SEMBOLÜ

 

www.tarihistan.org

NACİ YENGİN

Şehirlerin ruhu barındırdıkları sanatta gizlidir.

Sanat dediysek modernleştirilmiş beyinlerin tezgâhından çıkan ruhsuz, manasız ve imansız taş yapılardan bahsetmiyoruz.

Sanat dediysek minarelerden dökülen musiki ile imanın karışarak ‘bizim’ haline gelerek “Türkleşen” ezanlarımızın duyulmaz, camilerimizin görünmez ve irfan mekteplerine bigane duran yapılardan bahsetmiyoruz.

Türk kültürünün mayası ile yaşayan bir aile ve cemiyet ortamında doğan her çocuğun sağ kulağına “ezan”, sol kulağına “kamet” okunur. Asırlardır süren bu güzel gelenekle bir çocuk, dünyada “ses” olarak ilk defa bu kutsi nağmeleri duyar. Bunlar, çocuk ruhunun ilk ve en önemli gıdalarıdır. Çocuk, bunlardan öylesine etkilenir ki; ne zaman bir ezan sesi duysa, şuuraltına yerleşen ilk ezan sesini hatırlar ve manevi bir iklimin hasretini çeker. Hayatının sonraki dönemlerinde de bu nağmelerin etkisini sürekli hisseder.

Ancak gün gelir devran döner çağdaşlık ve modern hayatın içinden kültürel dokular atılmaya-unutulmaya başlanır. İşte o zaman Yahya Kemal’in çığlıklarını duyarız ‘Ezansız Semtler’ diyerek. Aziz İstanbul ”un Frenk havasının hâkim olduğu muhitlerinde ezan sesinin duyulmamasının nasıl bir facia olduğunu yazısında şöyle anlatır: “Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerde ki minareler görülmez, ezanlar işitilmez. Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?”[1]

Yahya Kemal Beyatlı 1922’de günümüzü görmüş gibidir. Günümüzün tüm şehirleri aynıdır. Planlar, projeler, mahalle ve sokaklar… Mabetsiz, imansız ve kültürsüz…

Hangi şehre gitsek ve hangi semte uğrasak farklılıklarımız bir bir ortadan kalktığını görüyoruz! Bir yandan kentleşme ve imar planları bir yandan rant peşinde koşan çevreler her geçen gün şehirlerin ruhunu yok ediyor.

Şehirler benliklerini hızla yitiriyor. Ezanlar şehirlerin ruhunun ortadan kalkmasına karşı belki de son çığlık olarak kabul edilebilir. Ezan sesinden başka bir özelliği kalmayan modern şehirlerin içi boşaltılmış bir din algısından başka neyi kaldı dersiniz?

“Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaşayış, ne semt hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.”[2]

Türk çocuğu artık en güzel rüyasını göremiyorsa artık ne Türklükten ne de İslam inancının sağlamlığından bahsedilemez!

Geçen akşam şehirliler uykudayken şöyle çıkıp hasbıhal ettim şehirle!

Şehir asla uyumaz! Şehir asla unutmaz! Şehir asla vazgeçmez. Ve şehir barındırdığı insanları çok iyi tanır! Bir kez daha tanık oldum ve inandım dedemin bilge sözlerine!

Söyleyecek o kadar sözü, anlatacak o kadar hikâyesi var ki şehrin. Anlayana… Kulağı ile kalbini aynı anda kullanabilene!

Derken sabah ezanı okunmaya başladı. Ancak derinden geliyordu bu ses. Hangi camiden geldiği de belli değildi! Yahya Kemal’in endişeleri gerçek olmuştu! Semtlerimiz ezansızdı! Çocuklarımız sabah ezanlarını duymuyordu. Ezanlar hayatımızdan çıkıyordu… Gönlümüz mabet değildi! Adım adım yaklaşan kültürsüz, kimliksiz Türklük denilen bir kavram giriyordu lügatlere! Muhafazakârlaşma giriyordu. Milli gelirimiz önümüzdeki yıl 18 bin dolar olacaktı! Kültürden, ezandan, sanattan, çocukların kulaklarına okunmayan ezandan kime neydi!

Feryadımızın cümleleri yine Yahya Kemal’in satırlarıyla kanatlanıp bazı gönüllere girebilir umudunu taşıyarak sözü üstadına bırakalım.

“Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, batı terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”

 

Şehir ezan ve insanımızın içinde bulunduğu duruma dair en güzel satırlardan birisi de belki de şu satırlardır:

“Ezansız Semtler yazısında kulaklarında Müslüman Türk minarelerinden yükselen Müslüman Türk ezanının sesi olmayan; evlerinde yaşlı ve nur yüzlü büyüklerin derin imanla ve bir dini musiki gibi okudukları Kur’an sesi ’ni duymamış; gözlerinde bu ulvi iman manzarasından tek bir akis bulunmayan çocuklar, şimdi nasıl bizden olacak? Nasıl Türk ve üstün kalacak?  Endişesi içindeydi.

  Bu endişeden 45 yıl sonra, bugün, Türkiye’nin, bilhassa Türk büyük şehirlerinin çok hazin manzarası meydandadır.

  Kulaklarında Ezan ve ruhlarında iman sesi olmayan çocuklarımızın nerelere, hangi istikametlere saptıklarını çok iyi biliyoruz. Bu memleket, için için bu ölçüde bir nifak manzarasına başka nasıl girilebilirdi?

   Bu böyle olduğu halde,  dünkü büyük Türklerden bize kalan son bir manevi ses olan Ezanı, şimdi nasıl katı, nasıl çirkin ve madeni bir ses haline koyduğumuzda kimsenin meçhulü değil.

   Bu jet gürültüleri, bu maneviyatız ve katı sesli Ezanlar milletimizin iç âlemine süzülecek sesler değildir.

   Ezana kendi büyük maneviyatını, Ezanın bilhassa Türkler elinde kazandığı yüksek dini musikiyi ve inanmış insan sesini iade etmeliyiz.”[3]

Dün olduğu gibi yarın da “Biz” olarak kalmak isteniyorsa milliliğin, kültürün hayatımızdan çekip alınmasına razı olmamak gerekir! Şehrin kendisine sahip çıkması teknolojik ve ekonomik kalkınmışlıkla mümkün değildir!

 



[1] Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti Yay. İst, 1964, s. 121

[2]  Yahya Kemal ‘ Ezansız Semtler’,23 Nisan 1922, Tevhid-i Efkâr gazetesi 

[3] Nihat Sami Banarlı, Edebiyat Sohbetleri, Kubbealtı Neş. İst.2010, s.404