Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

MANİSAFRİKA!

09 Kasım 2010 - 16:13

 

 

         ManisAfrika’da Türk Ruhu!

 

Bazen çok istemenize rağmen bazı şeyleri yaşamadan görmeniz mümkün değildir.

                Bazen görmek istediklerinizi gördüğünüzü düşündüğünüzde onları hissetmeniz mümkün olmaz!

                Bazen de ne görür ne de hissedebilirsiniz ‘Kısmet değilmiş, daha zamanı gelmemiş’ gibi yenilginizi acziyetinizi bastıracak ifadelerle geçirseniz de duygularınızı içinizde bir ukdedir yer bitirir içten içe sizi!

                Düşünceleriniz, melekeleriniz dumura uğrar ve kendi kendinize kurduğunuz “mutlu yaşam” rolünü benimseyen insanların çevrelediği dünyada yaşamaya başlarsınız. Bu yaşam biçimi uzun süre sizi rahatsız etse de zaman içerisinde en doğru, en gerçek yaşam ve düşünme biçiminin kendinize ait olduğunu düşünür hatta düşünmekle de kalmaz buna iman etmeye başlarsınız!

                Yıllarca televizyon ekranlarından, internet sitelerinden ya da yazılı basından takip ettiğimiz ancak bizden çok uzakta olmanın rahatlığı içerisinde çoğu zaman yasak savma kabilinden birkaç söz ve biraz dua; belki bazılarımızın kurban adadıkları uzak diyardır Afrika!

En iyi ihtimalle nakdi yardımlarla destek vermeye çalıştığımız hayır kurumlarının yaptığı çalışmaların ne denli önemli olduğunu anlamak için bizzat yaşamak ve bu hayır kurumlarının faaliyetlerini görmek, hissetmek gerekiyormuş!

                Sizden uzakta gerçekleşen olayları ve yaşanan gerçeklerin sanal âlemde yaşanması sizin inanmanızı güçleştirir çoğu zaman. Hatta bazen de duygu sömürüsü yapıldığını da düşünmeden edemezsiniz!

                Yaşanan gerçekliğin Batının sömürü aracının bir parçası olduğunu düşünür ve bilinçaltınızda oluşan sorumluluk psikolojisinden kurtulmaya çalışırsınız! Ya da yapabileceklerinizin ancak çok azını dahi yapmış olsanız bile bunun yeterli olduğunu düşünür sizden daha iyilerini daha çok yardım etmesi gerektiği savını ileri sürerek topu başkalarına atmayı yeğlersiniz!

                Geçen Pazar günü TRT Haber Kanalında“Türkiye’den Doktor Geldi” programını izledim televizyon karşısına adeta çakılı kalarak! Programda ilgimi çeken şey daha çok Manisalı bazı doktorların Afrika maceralarıydı! Ne güzel bir macera yaşamış olabileceklerini hayal ederek ne kadar şanslı olduklarını düşündüm bu doktorların. Üstelik tanıdığım arkadaşlar vardı bunlar arasında!

                Ne güzeldi…

Hem devletten maaş alacaksın hem de Afrika’da bazı insanlara yardım edeceksin.

Oh ne ala!

Hem ziyaret, hem iyilik yapmak hem de para kazanmak; üstelik hayatın boyunca gidemeyeceğin ülkeler görecek insanlar tanıyacaktın!

Keşke bize de böyle fırsatlar sunulsa diye de içten içe bu doktor arkadaşları kıskandım!

                Bir de Manisa sokaklarında reklam tabelalarında bu doktor arkadaşların çalışmaları ile ilgili tanıtım ve reklamları görünce konuya ilgim daha da arttı. Hatta kıymetli dost Dr. Fahrettin Er’e de aktardım düşüncelerimi.

                Geçen gün Manisa Lisesi Eski Müdürlerinden Sayın Kadir Keskin Hocam aradı. Akşam bir etkinliğe davet ediyordu. Açıkça bahane bulmaya çalıştım ama hocayı kırmak da içimden gelmiyordu. Dr. Fahrettin Er Bey’in “Türkiye’den Afrika’ya Şefkat Eli” adı altında sunacağı bir programdı bu. Konuyu TRT’de izlemiştim. Bir de bizzat kendilerinden dinlemenin iyi olacağını düşünerek nazik daveti kabul ettim.

                Yardımlaşmayı şiar edinmiş Saruhanlı Belediyesi Kültür salonunu dolduran insanlarla birkaç saatliğine de olsa Afrika’nın gerçek yüzünü görme imkânı bulduk. Bu öyle bir deneyimdi ki salonu dolduran insanların dünyası, anlayışları ve hayata bakışlarında derin kırılmaların yaşanması muhtemel sonuçlar doğuracak cinsten bir deneyimdi! 

                Dr. Fahrettin Er’i dinlerken her nedense Robin Sharma geldi aklıma! “Ferrarisini Satan Bilge” kitabını bir solukta okumuş ve paranın şöhretin mutluluk getirmediğini tasavvuf diliyle ‘bir lokma bir hırka’nın da insanı mutlu edebileceğini görmüştüm satırlar arasında. Tıpkı Dr. Fahrettin Er gibi! Özel muayenehanesini kapatarak gönül eri olmaya soyunan dünya nimetlerini elinin tersiyle iten bir alperen bir insan yürek vardı. Elinde mikrofon Nijer’i anlatıyordu. Nijer’in içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, insanların sağlık problemleri, yoksulluklar, Batılı devletlerin Afrika’yı sömürmesi… anlattıkça anlatıyordu. O anlatırken salonu dolduranlar sessiz gözyaşlarıyla onu dinliyor mazlum insanların görüntülerine bakamıyor ve artık yeter diyerek sahabe edasıyla ‘malım mülküm canım bu uğurda feda osun” diyecek kadar cuşu huruşa geliyordu!

                Osmanlı’nın en uzak sürgün yeri Fizan’dır. Afrika Fransa’nın 1830’da Cezayir’i işgal ederek sömürgeleştirmesi ile bizden koparılmaya başlandı. Ta ki İtalya’nın 1912’de Trablusgarp’ı almasına kadar sürdü bu durum. Ancak Osmanlı hiçbir zaman Afrika ile bağlarını koparmadı. Afrika ile bağlarımız Cumhuriyetin ilanı ile koptu, koparıldı. Ancak hala oralarda camilerde, minarelerde ay yıldızlı Türk Bayrağı dalgalanıyorsa minarelerde, kabilelerden bazıları kendilerini “Biz Türk’üz” diyebiliyorsa bu durum Osmanlı’nın hala oralarda yaşadığının kanıtı olarak görülmelidir.

                Dilleri, dinleri, isimleri, çocukları, sağlıkları… Hayat hakları batılılar tarafından ellerinden alınmış bir uzak vatandır bizim için Afrika!

                Türkistan neyse, Kırım neyse, Kerkük neyse, Bosna neyse, Üsküp, Kosova neyse, Kırcali, Selanik… İzmir neyse Gaziantep neyse Afrika odur gönüllerimiz için.

Gönüllerinize ferman geçiremezsiniz!

                Sultan Abdülaziz’in huzur ve sükûn içinde yaşattığı Afrika ve Nijer’le bağlarımız her geçen gün sağlamlaşıyor. Kutlu Türkistan’dan Anadolu’ya Alperenlerini gönderen Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin amacı ne idiyse şimdilerde Anadolu’dan dünyanın en ücra köşelerine kadar giden insanların sancısı aynı olmalıdır! Sağlıkçısından öğretmenine, esnafından tüccarına… Aynı mana iklimi içerisinde yaşayan ve insanları yaşatma azmi içerisinde olan gönül erlerinin gayretleri Yunus gibi, Hacı Bayram Veli gibi, Hacı Bektaş-Veli gibi... Bilal-i Habeşi derisiyle kaplı insanların kurtuluşuna seferber edilmelidir.

                Bu anlamda Dr. Fahrettin Er Beyin başını çektiği Türkiye’den Afrika’ya uzanan sağlık eli sağlıklı bağların kurulmasında bölgenin yeniden asli hüviyetine kavuşmasında aradan geçen 150 yıllık zamanı geri getirmese de bu anlamda yapılacak yeni çalışmalara ve yeni heyecan ve ümitlere zemin hazırlayacaktır diye düşünüyoruz.

                150 yıl aradan sonra bölgeye giden Ay Yıldızlı Türk Bayrağının okullarda, hastanelerde, su kuyularında, camilerde dalgalanması ve yeni bir heyecanın başlaması Sultan Abdülaziz’in şahsında Osmanlı Türk ruhunun yaşatılması adına çok önemli mesajlar içermektedir!

                Bu mesajlar kutlu, siyasi, ekonomik ve hinterlandın yeniden kuşatılması anlamında değerlendirilmelidir.

                Kuşatılmışlıktan kurtulan geleceğin Türkiye’sinin atacağı adımlar Afrika kadar sancılı olacaktır bu  böyle biline!