Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

MANİSA'DA GARİP BİR FATİH SULTAN MEHMET HEYKELİ!

20 Mart 2011 - 19:52

Hayatın renkleri arasında bazen seçtiğimiz renler ve beğenilerimiz bizi yanıltabilir.

Bazen insan doğası gereği sanat ve fikir adına sonradan farkına bazı varılan değerlerin aslında ne kadar aşağılandığını ve basite indirgendiğini fark edebilir!

Ne zaman ki ilk gençlik yıllarınız geride kalır ve ne zaman ki şehrinize dair şöyle alıcı bir gözle gözlemlemeye kalkarsınız işte o zaman şehrinize dair acı gerçeği görmeye başlarsınız!

 İçinizin sızladığını, gözlerinizin önünden akıp giden gençlik hatıralarınızın kısa zamanda ne kadar çarçabuk yok olup gittiğini görmek ne acı. Sizi hayal kırıklığına uğratan gerçekler ve hüzün dalgaları arasında hangisine kulaç atacağınızı kestiremezsiniz!

Gençliğim Manisa Fatih Parkında geçti diyebilirim.

Şimdilerde var olan bir Fatih Evlendirme dairesi vardı orada ne de ucube beton yığınları!

Hiç birisi yoktu.

Fatih Parkı o zamanlar gerçek bir parktı. Oynadığımız, eğlendiğimiz, bize ait olan sığınağımızdı. Ağaçlar devasaydı.  Parkın ışıklar bu kadar canlı olmasa da yolun kenarındaki Manisa Tarzan’ı Heykelinin taşları arasından fışkıran suyun etrafında saklambaç oynar ağaçların arasında, gölgesinde sıcaktan korunur ve sokak köpeklerinin peşinden koşardık.

İçimizde bir ukdeydi Fatih Sarayını görememiş olmak ve Şehzade Şehrinin zamanına yetişememiş olmak!

Bir ur gibi duran Spil İhtisas Kulübü olarak bilinen ve etrafı tel örgülerle çevrili olan ancak bizim gibilerin bir türlü içine girip göremediği bazı yerler de vardı!

Sonraları çok şey değişti şehrin ruhu ve siluetiyle birlikte insanlarımızda!

Mesela hükümet konağının tarihi yapısı yerle bir oldu öncelikle. O güzelim belediye binası, tarihin tanığı Osmanlının son şaheserlerinden birisi olan bu binanın yerine evlendirme dairesi yapıldı! Fatihin Manisa’ya olan hatırasını canlandırmak için bir heykeli dikildi ancak ne heykel!

Bir de Hükümet Meydanının önündeki o güzelim palmiyeler, çamlar ve devasa ağaçlar yok edildi!

Havuzlu bahçe yok oldu!

Bir de Atatürk’ün o muhteşem heykeli Valiliğin önünden birden oradan kaldırıldı!

Nereye götürüldü bilemem! Ancak Hükümet Meydanında yapılan yer altı oto parkı çalışması sırasında Fatih Sultan Mehmet dönemine ait izlere rastlandı!

Fatih Sultan Mehmet’in Has Bahçesi olarak bildiğimiz Saray-ı Amire’nin çok az bir emekle ortaya çıkarılabilecek eserleri de bir bir yok olup gittiler! Kala kala elimizde bir tek Fatih dönemine dair bir tek hamam kalıntılarından başka ne kaldı ki? 

Akşamüstüydü…

Yine oradan, Fatih Parkından geçtim.

Boynum bükük gönlüm kırık vaziyette göz ucuyla Fatih Sultan Mehmet’e atfedilen heykele baktım.

Güneş kızıllığına bürümmüş batmaya yatıyordu heykelin arka tarafından.

Hava soğuk mu soğuk...

Fatih Sultan Mehmet yalnız ve maalesef kendisine hiçbir zaman benzetemediğim ve ona yakıştıramadığım basitliğiyle duruyordu kızıllığın gölgesinde!

Halbuki, öyle bir heykel olmalıydı ki şehzadeliğin en deli kanlı çağında geldiği Saruhan Sancağındaki varlığı canlansın gözlerimizin önünde.

İnsan daha güzel şeylere layıktır elbette. Şehre hizmet etmiş insanlar da öyledir elbette.

Üstelik heykelinin diktiğiniz bu insanlar bir Şehzade bir İstanbul Fatihi ise daha bir haşmetli ve daha bir hürmete layık olmalıydı onun adına yapılan eserler diye düşünmeden edemedim!

Zaman akmış tarih devrilmiş devir değişmiş insanların anlayışlarına, düşüncelerine gem vurulmuştu!

Fatihin at alanı ve atış talimlerini yaptığı Dumanlı Dağ tarafından Sultan Yaylasından öyle bir yel esiyor ki sormayın gitsin.

Ancak yüreğimin kırıklığına aldırmadan çantamı bir kenara bırakıp o mahzun bakışlarla adeta yardım dileyen Fatihimin büstüne baktım baktım da içimden geçen cümleleri bir gök dinledi bir de ruhumun karanlıkta kurutulmuş Mart gülleri savruldu gökyüzüne!

Kime ne diyebilirdim ki?

Sonuçta bu şehri yönetenleri de biz eğitmedik mi? Bu şehir de bizim emek verdiğimiz şehir değil mi?

E, o zaman ne diye hayıflanacak ve ne diye ah vah edip Fatih’in şahsı manevisinden yardım dilenecektim!

Yardım dilenmek acizlerin son çaresidir muhakkak! Bunu bilirim bilmesine de yine de elimden bir şey gelmez be Şehzadem! Gelmez yiğidim!

Bilirim, sen Saruhan Sancağına geldiğinde daha küçücüktün. Oyun çağındaydın elbette. Ancak gel gör ki senin o çocuk çağlarında yaptığın, yaptırdığın şaheserleri bizler koruyamadık! Hem de koskoca adamlar, hem de üniversiteler bitirip laf başı geldiğinde sanattan, tarihten dem vuran bizler!

Koruyamadık, bilesin!

Bilesin ki yarın huzur-u ilahide bizden hesap sorup sormamak artık takdir-i şahanene kalmış!

Emir ferma hak vaki olup ecel geldiğinde hüküm nice olur bilemeyiz be Şehzadem, bilemeyiz!

Senin için ucube diyemeyeceğim! Ne kadar kötü, çirkin ve ne kadar da sana benzemeyen bir heykel olsa da altında senin adın yazıyor sonuçta diyemiyorum!

Ucube diyemem ama sana layık değil be yiğidim! Sana layık değil bu görüntü… Layık değil. Yakışmıyor, yakıştıramıyorum o muhteşem Şehzade Şehrine senin gibi Cihan Padişahı Peygamber-i Zişan’ın övgüsüne mazhar olmuş İstanbul Fatihi bir Mücahidi Şehide!

Yakıştıramıyorum! Kim ne derse desin!

Birkaç resmini çektim söyleyemediğim sözlerin hasretini dudağımda taşıyarak.

Evet, Allah şahidimdir ki söyledim bunu! Allah beni bağışlasın ama hep senin için hep sana layık bir görüntü olmadığı için. Sana değer verilmediği için yaptım bunu bilesin!

Ne diyelim Fatih’in heykeline ve parkına en az Sultan Cafe kadar değer verilmeliydi bu şehirde!

Başka sözüm yoktur Sultanım!

Hüküm ferma takdir-i şahanelerinindir!