Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

II. Abdülhamit'e Dair

19 Aralık 2010 - 11:24

Sultan II Abdülhamit’e Dair

Hakkında söylenecek onca şey var ki.

Hem de her geçen gün yok edilmek, hafızalardan silinmek istenmesine rağmen büyüyen, dal budak salan haşmetiyle daha bir canlanan Osmanlının son kalesi II. Abdülhamit.

Son yüz yılda hakkında yazılmadık şey yoktur II. Abdülhamit için.

Olumlu- olumsuz…başka bir yöneticiye gösterilmeyen ilgi II. Abdülhamit’e gösteriliyorsa bunun siyasi, sosyal ve psikolojik boyutlarıyla ortaya konulması gerekir.

Gün geçmiyor ki yeni bir yönünü keşfediyoruz II. Abdülhamit’in ve şaşakalıyoruz.

13 Nisan 1909 da 31 Mart Olayından sonra Onu tahtan indiren derin güçler eğer bu günleri görebilselerdi sanırım daha çok düşünmek zorunda kalırlardı tahtan indirirken.

Tarihin hükmü acımasızdır. Kahraman ilan ettiğiniz insanların tarihi süreç içerisinde hain, hain ilan ettiklerinizin de aslında kahraman olduklarını görürsünüz. Bunun pek çok örneği vardır tarihimizde.

II. Abdülhamit İttihatçıların, İngiliz Siyonist işbirlikçilerinin, Fransız Ermeni ittifakının… Batıcıların, İslamcıların, Türkçülerin tahtan indirmek için var güçleriyle çalıştıkları bir lider olarak tarihe geçmiştir. Ancak Onun tahtan indirilmesinden sonra olanlar olmuş Emperyalist Batı ve Siyonist ittifakı Osmanlıyı aralarında paylaşma yolunu tercih etmişlerdir.

II. Abdülhamit dönemine dair ortaya çıkan her yeni bilgi ve belge onun muhaliflerini dahi özür diletecek cinstendir. Rıza Tevfik Bölükbaşı bunlardan sadece birisidir.

nerdesin şevketlim, sultan hamid han?
feryâdım varır mı bârigâhına?
ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
şu nankör pezevengin bak günâhına.

târihler ismini andığı zaman,
sana hak verecek, ey koca sultan;
bizdik utanmadan iftira atan,
asrın en siyâsî padişâhına.

pâdişah hem zâlim, hem deli dedik,
ihtilâle kıyam etmeli dedik;
şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;
çalıştık fitnenin intibahına.

dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
sade deli değil, edepsizmişiz.
tükürdük atalar kıblegâhına.

sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
bir sürü türedi, girdi meydana.
nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
yuh olsun bunların ham ervâhına!

bunlar halkı didik didik ettiler,
katliama kadar sürüp gittiler.
saçak öpmeyenler, secde ettiler.
.................. pis külahına.

haddi yok, açlıkla derde girenin,
sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
lânetle anılan cebâbirenin
bu, rahmet okuttu en küstâhına.

çok kişiye şimdi vatan mezardır,
herkesin belâdan nasîbi vardır,
selâmetle eren pek bahtiyardır,
harab büldânın şen sabahına.

milliyet dâvâsı fıska büründü,
ridâ-yı diyânet yerde süründü,
türk'ün ruhu zorla âsi göründü,
hem peygamberine, hem allâh'ına.

lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
ahiretten bile himmet eylersin,
çok çekti şu millet murada ersin
şefâat kıl şâhım mededhâhına.”/ Rıza Tevfik

 

II. Abdülhamit’in kültür-sanata olan merakını bilirdim de bu kadar detaylı bilgiye sahip değildim. 30 Haziran 2009 da Zaman Gazetecinde Ali Pektaş imzalı haber yorumu okuyanca bizim çağdaşların tahtan indirdikleri, eleştiri yağmuruna tuttukları padişah için yüzlerinin kızarması gerekir.

Zaman zaman II. Abdülhamit'in kendisi de komedi tarzında piyesler yazar ve bunları sarayın tiyatro grubuna oynatırdı. Ana binaları, köşkleri, parkları ve korusuyla İstanbul'un en güzel noktasında konumlandırılmış olan, Osmanlı Devleti'nin bir dönemki yönetim yeri ve kültür hayatının kalbi Yıldız Sarayı'nda yaklaşık yüz yıl sonra tekrar tiyatro perdesi açılıyor… Tiyatro Kedi Genel Sanat Yönetmeni Hakan Altıner "Burada yaklaşık yüz yıl önce padişah emri ile tiyatro ve operalar oynandı. Sarayın içinde günümüzde kullanılamayan bir de tiyatro sahnesi var. Biz gelecek kış oralarda da bir ateş yakar mıyız ümidi ile, bu sanat etkinliğini o zamanki aydın padişahların yaptığı şeyi sürdürelim istedik." Diyor.

Ancak gelin görün ki II. Abdülhamit’i tahtan indiren heyette Türk yoktur. Tahtan indirilişi ayrı bir dram ve ders çıkarılması gereken konudur: Kızı Ayşe Osmanoğlu’ndan dinleyelim:

“Dört kişi idiler. Babamın karşısına sıra ile durup kısa birer selâm verdiler. Babam mukabele etti. Gelenler(Arnavut)Esat Toptâni, Arif Hikmet Paşa, (Ermeni)Aram Efendi ve(Yahudi)Karasu Efendi idi.

Başta duran Esat Toptanî yekten: 'Millet seni azletti.' dedi. Babam metin ve gür bir sesle: 'Zannedersem 'hal' demek istiyorsunuz. Pekâlâ! Buna gösterilen sebep nedir?' diye cevap verdi. O zaman ikinci askerî şahıs ki, bunun da Arif Hikmet Paşa olduğunu sonradan öğrendik. Fetva suretini okumaya başladı. 'Kütüb-i şer'iyye', 'ihrak' sözlerine gelince, babam yüksek sesle:

'Ben hangi kütüb-i şer'iyyeyi yakmışım! Hasbinallah derim.' dedi ve fetvayı sonuna kadar dinledi. Fetvanın okunması bitince: 'Bu kararı hangi makam verdi?' diye Arif Hikmet Paşa'y: sordu. Arif Hikmet Paşa: 'Meclis-i Millî' diye cevap verdi. Bunun üzerine babam: 'Ya... Öyle mi? Bu meclise riyaset eden kimdir?' dedi. Ve Âyan Reisi Sait Paşa olduğu cevabını alınca hayretli bir seda ile: 'Sait Paşa, öyle mi?' dedikten sonra Arif Hikmet Paşa'ya hitap etti:

 'Sizden bir ricada bulunacağım. Lâzım gelenlere ve biraderime bildiriniz. Bana Çırağan Sarayı'nı tahsis etmelerini istiyorum. Buradan oraya kolaylıkla geçmek mümkündür. Âhır-ı ömrümüzü biz de orada ibadetle geçiririz. Başka bir arzum yoktur.' dedi                 Bir selâm verdi. Vakur ve metin adımlarla, bulunduğumuz Küçük Salon'a doğru yürüdü. Heyet de dışarı çıkmıştı.”  (Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamit, Selis Yay. İst. 2007)