Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

DERSAADETTE BİR GÜN:1

22 Ağustos 2014 - 19:30

DERSAADETTE BİR GÜN

Bir şehri neden sever insan?

Bir şehir insanı neden bağlar kendine?

Bir şehir neden İstanbul olur?

Bir şehre Dersaadet dendi mi o şehir saadet İstanbul’dur artık!

Sabahın erken saatlerinde ayaktayım. Sabahın ilk saatlerinden itibaren Payitahtın hakkını vermek ve yıllarca adımladığım kaldırımlara yeniden kavuşmak arzusuyla yanıp tutuşuyorum.

Sabah ezanında uyanıp adımlarımı ve ruhumu sokakların sakinliğine bırakıyorum.

Sokakların sakin sesi sabahın ilk saatlerinde duyulabilir ancak. Zira başka türlü şehri dinlemeniz mümkün olmayabilir!

Şehri dinlemek, şehirde yaşayan insanların ruh dünyalarını dinlemektir bir bakıma.

Sokakların sesi tazedir ilk saatlerde, serin esen rüzgarın yanında kuşlar henüz uzaklaşmamıştır şehrin üzerinden. Dağlara, ormanlara kaçmamıştır ruhlar. Kaçmamıştır bakir duygular.

Bir de şehri dinlemenin en emin  ve en güzel tarafı kıymetli dostların sesidir.

İlk saatlerde başladığım Payitahtın sokaklarındaki yolculuğum Üsküdardaki Mihrimah Sultan Camii önünden çoğu zaman yaptığım gibi Üsküdar Vapur İskelesindene doğru doya doya denizi seyretmekle başladı.  Son zamanlarda Üsküdar Meydanında ve gezip dolaştığım İstanbulun önemli mekanlarında dikkatlerden kaçmayan önemli bir görüntü de mazlum, mahsun  bir hayat yaşayan Irak ve Suriden gelen misafirlerimizin bizleri sınayan Allahın kendimizi yeniden hatırlatırcasına karşımıza çıkaran bu insanların durumuydu.

Allah bizim milleti mazlum milletlere kol kanat gersin diye yaratmış gibidir!  Tarihi realite görüşümüzü destekleyecek yüzlerce örnekle doludur. Bunu dün yaptık bugün de yapmalıyız. Bu haslat bizim millete verilmiş bir üstünlüktür diye düşünürüm. Müslüman olsun olmasın mazlum milletler dara düştüğünde bize sığınıp ve bizden medet umuyorsa bunda anlayana büyük bir hikmet vardır. Bu yüzden milletimiz İslamın zalimlere karşı temsilcisi olarak görülmüştür. Bu böyde devam etmelidir. Yoksa üstünlüğümüz ortadan kalkacak sıradan milletlerden farkımız kalmayacaktır!

Üsküdar Vapur İskelesinden Eminönüne geçiyorum. Martılar ve balıkların sudaki dansı atılan oltaların, kanat çırpan, yem kapma yarışı ve simit atan çocukların cümbüşü altında bir yanda boğazın muhteşem görüntüsü bir yandan Topkapı Sarayından gelen sessiz çığlıkların fısıltamaları... İstanbul’un doyumsuz sesini dinleyerek Boğazı ikiye ayıran denizin ortasından bir daha geçiyorum. İlk defa yapıyormuşum ve ilk kez onunla buluşacakmışım gibi bir kıpır kıpır, bir heyecan kaplıyor iiçimi!

Eminönünden yürüyüş yoluyla tarihin ahenkli dansının figürleri arasında Cağaloğluna çıkıyorum.

Cağaloğlu yıllarımın geçtiği mekanlardan birisi.Gazetecilik, dergi çıkardığımız günlerin heyecanı, yayınevlerinde geçen onca aylar derken ne kadar da çok eylenmişim Cağaloğlunda! Şimdilerde geriye dönüp bakıyorum da gerekli miydi, değer miydi diye de hayıflanmadan edemiyorum! Gerekliymiş mutlaka ki yeniden aynı mekanlara, sokaklara özlem duyuşum bundan olsa gerektir.

Osmanlı başbakanlarının oturduğu o muhteşem binanın etrafı şimdilerde çok ıssız! Birkaç meraklı turist ve Valilikte işi olanlatın uğradığı resmi bir kurum haline gelmiş buralar. Halbuki Osmanlının kalbi burada atardı bir zamanlar ne ki daha 90’lı yıllara kadar Türkiye’nin kalbi burada atardı bize göre. Basın yayın dendi mi Cağaloğlu gelirdi akla.

İran Konsolosluğunun karşısında İsmetullah Yesevi Beyle buluşup soluğu Küçük Ayasofya’da alıyoruz.

İsmetullah Yesevi arkadaşları ona İsmet Bey dese de Türkistan’ın kendine has tüm özlliklerini bünyesinde barındıran İsmetullah Yesevi Bey Hoca  Ahmet yesevi’nin 27 kuşaktan ahfadı oluyor!

İki yıldan fazlabir süredir telefon ve elektronik ortamda görüşüp aynı dergiye imza attığımız İsmetullah Yesevi ile başlıyor İstanbul günlüğüm.

Küçük Ayasofya’da Ahmet Yesevi Vakfının bahçesi hafta sonu olması hasebiyle ıssız.  Benim için Küçük Ayasofya demek son dönemde Erdoğan Aslıyüce demek!  Henüz ortalarda görünmüyor. Mutlaka bir yerlerdedir. Koşuşturuyordur diye hükmediyoruz.

Küçük Ayasofya için ayrı bir sayfa açmalıyım. Geniş ve bitmeyen cümlelerimin sayfası olmalı. Kalemimi eğip bükmeden yazmalıyım Küçük Ayasofya’yı. Benim için Küçük Ayasofya semti öyle sırada bir semt değil. Bir yılımı geçti buralarda. Şimdilerde küçük dükkanlar, butik oteller haline gelen ve daha çok turistlerin mekanı olan bu semtin cıvılcıvıl olduğu; çocukların oynaşıp kadınların kapı önlerinde sohbet ettiği akşamlar bilirim. Tarihe sırtını yaslayan insanların Rum, Ermeni, Türk yan yana yüzyıllarca yaşadığı insanlar. Şimdilerde metruk evlere yurt dışından çok talep olduğunu öğrendiğimde sevincim kursağımda kalıyor! Meğerse daha önce kilise olan semtlerin etrafında kümelenen evler, binaları özellikle tercih edip satın alıyormuş bazı çevreler!

Küçük Ayasofya’da 1990’lı yıllarında geçirdiğim zamanları ayrıca yazmalıyım...

İsmetullah Yesevi Bey  yarım asırdır İstanbul’da yaşamasına rağmen Türkistan’ın bütün özelliklerini yansıtmaya devam ediyor. Konuşması, duruşu, jest ve mimikleriyle Türkistan Türklerine duyduğu özlemi gidermeme yardımcı oluyor.

Saatler boyunca çayın kaşık sesinden başka rahasız eden herhangi bir bir dış müdahale olmadan koyu bir sohbete dalıyoruz. Türk Birliği Dergisi, Türkistan izlenimleri, Özbekisan’ın bu günkü durumu ve dergi çıkarmanın güçlükleri... Türkiye Özbekistan ilişkileri... Özbekistan’a seyahat etmenin güzellikleri.

16 Ağustos tarihi İstanbul’un hava sıcaklığı rekorunu elinde bulundurabilir. Kayıtlara bakılsa bu günden daha sıcak bir gün yaşanmışmıdır bilemem. Ama öyle bir sıcak var ki gölgede 40 dereceyle sırılsıklam oluyor insanlar.

Dedim ya Küçük Ayasofya biraz da Yesevi Vakfıyla müsemmadır birçok insan için. Ve Erdoğan Aslıyüce Yesevi Vakfıyla özdeşleşmiş bir şahsiyettir.. 

Erdoğan Aslıyüce bizden önceki ve bizim kuşağın yakından tanıdığı velüt bir gönül adamı. Tek başına bir ordu misali sırtında taşıdığı Yesevi Dergisi ve Vakfı omuzlamış taşımaya, koşusturmaya ve yazıp neşretmeye devam ediyor.

“Kurtuluşu emin bir yolda, rehberde arayanları kimse ayartamaz!

Rehberi sağlam olanlar neylesin başka diyarlarda koşuşturmayı.”

Diye şiir gibi bir cümle geçiyor içimden Erdoğan Aslıyüce’yi karşımda görünce!

Saatlerdir gelen giden eksik olmuyor. Müsade isteyip ayrılıyoruz bu kutsi mekandan.

DEVAMI GELECEK YAZIDA...