Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Deniz ve Kılıçların Gölgesinde Türkiye

05 Haziran 2010 - 16:53

                DENİZ VE KILIÇLARIN GÖLGESİNDE TÜRKİYE

                   Naci YENGİN

                  www.tarihistan.org

 

 

Türkiye önemli bir süreçten geçiyor.

            Türkiye önemli bir sürecin içerisinde kendi yolunu belirlemeye çalışıyor.

            Türkiye rol ve yol belirlemede önemli avantajlarının farkına varmaya ve bu farkındalıklarını kullanmaya çalışıyor.

            Türkiye’nin kullanmaya başladığı üstünlükleri aynı zamanda zaafları olabilir her an. Kaygan bir coğrafya Türkiye’nin üzerinde yaşadığı coğrafya. Öyle bir coğrafya ki Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi devletlerin elindeyken dünyaya şekil vermiş, dünyayı yönetme potansiyelini her zaman elinde bulundurma özelliğini sürdürmüş. Ve hiçbir zaman enerjisini yitirmemiş bir coğrafya…

            1923 yılı Türkiye Cumhuriyetin kurulduğu ve emperyalizmin kol ve bacaklarından birisinin koptuğu bir yıl.

Kopan kol ve bacağın onarılması, geri getirilmesi mümkün değil üstelik! Öyleyse Batı’nın yapması gereken kol ve bacak koparan Türkiye Cumhuriyetini Batı’nın tutan eli ayağı ve gören gözü, duyan kulağı haline getirmektir!

Bu ülke batı adına söyleyen ve onlar adına çalışan çabalayan bir ülke haline getirmek istendi yüzyıllardır!

Hala da bu politikalardan vazgeçilmiş değiller.

            Yıllar batı- doğu mücadelesinin Türkiye’ye hâkim olma mücadelesiyle geçti. Arada bir birileri çıkıp sivil inisiyatifi ele almaya ve bedenimizi benliğimizi geri almaya kalktı ancak bu çaba boşa çıkarıldı asker ve sivil köklerden beslenen güçler bazı tarafından. Halk gücünün yok sayıldığı dönemler yaşandı… Yaşanmaya da devam ediyor.

            Gün geçti devran döndü. Halkın gücü yeniden hissedilir olmaya ve batının Türkiye’deki çıkarlarıyla yeni oluşturulan Türkiye vizyonunun çıkarları çatışır hale gelmeye başladı son zamanlarda. Bu aşamada batı için yapılması gereken Anadolu ayağını yeniden harekete geçirmek ve bu hareket içerisinde halkı da yanına alacak yeni bir yüz,  yeni bir imajla yola devam etmek gerekiyordu.

            Bu öyle bir yüz olmalıydı ki yüzü ve aklı Batı-İngiltere-Almanya-dönük Anadolu insanının masum ve saflığını sürdüren-tıpkı kara oğlanın, tıpkı çobanların ortaya çıkışı gibi- özellikleri bünyesinde barındırmalıydı Anadolu’nun özelliklerini.

            Uzun zaman basının desteğini arkasına almış ve yakaladığı rüzgârla siyasi yelpazesini iktidar limanına taşıyabileceğine inandırılmış ve hatta buna inanabilecek kadar siyasetten uzak bir Gandi olmaya gönüllü Anadolu eri arandı durdu.

            Ve bu arama sonunda hiç kimseye inandırıcı görünmeyen bir tezgâhla kılıçlar çekildi ve denizlerin kaleleri bir bir düşürülüverdi eli kılıçlılar tarafından.

            Türkiye yeni bir döneme girdi.

            İç ve dış politika bunu hissetmeye başladı. Bundan böyle daha çok hissedilecek. İktidarı hedefleyen iç ve dış dinamikler mevcut iktidarın bölgede kendilerine karşı oluşturabileceği tehlikeyi sezmiş olmalılar ki bir an önce bu oyunu bozmak ve mümkün olduğunca yeni bir iktidar ve yeni bir siyesi parti ile bunun yolunu değiştirmenin telaşı içine girdiler.

            Son bir ayda duymadığımız kadar Gandi efsanesi ve ismi duydu bu millet. Hem de Gandi’nin kim olduğunu bilmeden. Hem de yaratılan Gandi efsanesinin arkasını görmeden. Hem de İngilizlerle işbirliği yaparak Müslümanlara  karşı Hindistan’da Gandi’nin neler yaptığını anlatılmadan bu millete yeni bir Gandi yaratma telaşına düştüler.

            Türkiye’deki dinamikleri harekete geçiren çevrelerle Gandi’yi Hindistan’da harekete geçiren çevreler aynı köklerden mi beslenir hep merak konusu olmuştur?

            Türkiye kendi haline bırakılamayacak kadar önemli bir ülke.

Kuşkusuz bunu düşünen bazı çevreler Türkiye’yi çevrelemek amacıyla değişik planların içine girecek ve ülkeyi kargaşadan koalisyona kadar her yolu deneyerek istikrarsızlaştırmaya çalışacaklardır.

Bu anlamda denizlerin olmadığı siyasi yelpazede biraz da kılıçları bilemek ve demire su vermek isteyeceklerdir.

Ancak şurası bir gerçektir ki ülke artık eski içine kapanan, dış politikada her türlü güdüme açık bir ülke değildir. 2001 sonrası gözle görülen iç ve dış politikadaki yaşanan değişim mecrasını bulmuş ve okyanusa akmaya devam eden ırmaklar gibi gerekirse önüne gelen, engel olmaya çalışanları da götürecek tarihi ve kültürel deneyime sahiptir.

İzlenen dış politika kim ne derse desin tam da Atatürk’ün koyduğu kurallar çerçevesinde yürütülmektedir.

‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ politikası gerçek anlamda dışarıda güçlü olmak ve uluslar arası dengeleri belirleyen, yön veren istikrarlı siyasi ve sosyo-kültürel yapısıyla ayakta kalan bir ülke olmakla mümkündür.

Gerçekçi, barışçı politika barışı gerektiğinde koruyup gözetecek tecrübeye sahip bir Türkiye Cumhuriyetinin mevcudiyetiyle mümkündür. Bu mevcudiyet ne 1923 Genç Türkiye Cumhuriyeti ne de Osmanlı Devleti ile başlatılabilir. Bu politika evrensel âlem şumul bir medeniyetin devamı olarak oluşturula gelen yüksek bir medeniyet mirasıyla mümkündür. O da bizde mevcuttur.

            Bu dinamik yapıyı görmeyen-göremeyen gözler daha çok yalpalayacak, çırpınacak ancak sonuçta bölge ve dünya barışını sağlamanın yolunun bu ülke insanı ve insanının değerlerini cemetmiş siyasi iktidarlarla mümkün olabileceğini anlayacaklardır.

İşte o zaman denizler kılıçlar hiçbir işe yaramayacaktır