Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

BUHARA SOKAĞINA DOĞRU

03 Ağustos 2013 - 19:23

BUHARA SOKAĞINA DOĞRU

Güneye, Gaziantep'e yaptığım yolculuk bir yolculuktan öte eski evime geri dönmek gibi bir duyguydu benim için. Yıllarca yaşamış ve bir şekilde, bir gün geri dönecekmişim gibi ayrılmışım gibi bir duyguydu bu.

Zaten yola çıkma düşüncesi ilk kez özlemle başladı. Hem de yıllarca gidilememiş, ihmal edilmiş bir özlemin baskısı sonucu bir anda karar verilen bir yolculuktu. Ancak Gaziantep’e dönebilmem için bir sebep olmalıydı… Öyle hüzün dolu, kahır ve iç burkan bir sebep değil!

Birkaç haftadır içimi kemiren bir duygunun önüne geçemiyordum… Rüyalarımda bazen Türkistan, bazen Buhara bazen de Buhara sokağına, Gazi kente gidiyordum… Nereden bilebilirdim böyle bir şeyin olacağını! Nereden bilebilirdim Buhara’nın son Emir’i Âlim Hanın oğlu Abdulkebir Yüce (Azmi Dayı)nın hastalanacağını!

Böyle bir gerekçe ile özlem dolu sokaklara dönmek istemezdim. Böyle bir nedenler caddelerde dolaşmak ve Gaziantep özlemimi giderebileceğimi düşünmezdim. Ancak her ne sebepten olursa olsun gidiyor olmanın buruk sevinci vardı… Buruktu sevincim, Azmi Dayımız hastalanmıştı. Telefondaki cümlelere inanmak istemezsiniz kim ne derse desin… Bizzat görmek, yeniden yanında bulunmak ve  yeniden sofrasında bulunmak istersiniz. Ben de öyle yapıyorum. Belki bir refleks belki bir mecburiyet ama ne olursa olsun gitmem gerekiyordu yanına. Ve gitmeliydim.

Buhara Emirliği, Buhara Emir’i Alim Han ve oğullarından bizzat tanıma imkanı bulduğum Ömer Alimi, Abdulkebir Yüce, Said İbrahim ve Said Rahim, Said Mansur… adına gitmeliydim.

Çaresizce gitmek gitmelerin en onulmaz yaralar açan şeklidir bilirim. Ancak kervana katılma zamanı geldiğinde gidilecek yol göründüğünde gitmekten; kadere razı olmaktan başka ne gelir elden!

Evet, kadere razı olmuşluğun teslimiyetidir gitmek. Kilometrelerce yol almak. Egenin kollarından kalkıp güneyin uçlarına ulaşmak ancak kaderin bir cilvesiyle açıklanabilir… Hatta Buhara hükümdar ailesiyle tanışmamızda öyle değil mi?

Buhara hükümdar ailesiyle 2005 yılında tanıştım. Farklı bir tanışma oldu bizimkisi. Tanışma ile ilgili detaylı bilgileri “Buhara Emirliği Türkistan ve Enver Paşa” kitabımda anlattım. aylarca süren konuşmalar, ev hali, gidip gelmeler adeta hısım, akraba gibi olmuştuk Buhara ailesiyle. Ancak bu gidişim bir akrabanın bir hastayı yatağında görmek için gidişi miydi yoksa geç kalmış bir ziyater miydi emin olamıyorum hala! İade ziyaret de denebilir buna. 2010’da istanbul’a gelmiş ve tertip ettiğimiz konferansa katılmıştı o haliyle… Yani anlayacağınız en son gördüğüm tarih Nisan 2010’du. Telefonla her fırsatta aramalarım ve her “Alo” dan sonra “Nasılsınız Naci Beg”, “Oğuz Kağan Nasıl, yenge ve çocuklar nasıl” diyerek hal hatır sormaları bizleri ziyadesiyle mutlu ediyordu ancak hastalandığını duymamıştım o zamanlar. Ne zamanki damadı ve değerli bilim adamı Doç. Dr. Nurettin Hatunoğlu kardeşimle görüştüm işte o zaman kaynar sular boşandı adeta başımdan aşağıya! O zaman öğrendim hasta olduğunu, yattığını, kalkamadığını, yemeden içmeden kesildiğini, konuşmak, şiir yazmak istemediğini…o zaman öğrendim. Öğrenmemle beraber güneye yolculuğun vacip olduğunu düşünerek yola çıkma hazırlıkları yapmaya başlamıştım bile! Hatta başta Zehra ve Oğuz Kağan “Bizde gelelim” diyerek ailecek gitme önerisinde bulundular. Ancak bunun mümkün olmadığını kısa zamanda anladıktan sonra tek başıma yola koyulmak zorunda kaldım.

Bir yandan naçar kalmak ve yalnız başıma on altı saatlik yolun gözümde uzayıp gitmesi bir yandan da gitmek zorunda olmaklığım arasındaki ruh halim…

Yollardayım…Zor yollar…Zor saatler, zor Anadolu’nun hala çorak ve hala bakir topraklarını kaldırarak; peşimize takarak gidiyoruz…

Gaziantep'e dair yazmayı planladığım yazının harflerini sıralıyorum tek tek zihnimde... Sıraya koymakta zorlandığım satırlara başlamak zor olsa da bunu yapmam gerek.

Zorlaşabilir özlem yüklü cümlelerin ağırlığı kalbimde. Kalbimle aklımın arasında gidip gelen cümleler derdime derman olmayabilir… Naçar kalabilirim yarı yolda diye cümlelerimi nefesim gibi sıklaştırıyorum. Kısa kesilmiş cümlelerimi derlemem için zamanı kollamalı ve belki de bir otobüs durağında kendime yer açmalıyım güneyin on altı saat sürecek yolculuğuna inat diye kendimi dinlemeye çalışıyorum… Neler anlatmıyorum ki kendi kendime…

Zira satırlarımı toparlayamazsam yılların biriktirdiği hasreti anlatmam zorlaşabilir. Özlemleri, kavuşmaları, gözyaşlarını anlatmam mümkün olmayabilir…