Mustafa ÖZÇELİK

Mustafa ÖZÇELİK

[email protected]

Yunus Emre'ye ta'n etmek

17 Ocak 2021 - 00:37 - Güncelleme: 17 Ocak 2021 - 00:42

Yunus Emre'ye ta'n etmek

Eba dersleri arasında öğrencilere Yunus Emre'nin “Sordum Sarı Çiçeğe” ilahisinin yer aldığı bir video izletildi. Hemen ardından “Çocuklarımızı bu karanlığın eline bırakmayacağız” şeklinde sosyal medyada bir paylaşım yapıldı. “Yunus Emre” ile “karanlık” kelimesini bir araya getirip söyleyebilmek aklı başında, az çok tarih, edebiyat okumuş, kulaktan dolma da olsa bir takım dini bilgilere sahip biri için düşüncesi, dünya görüşü ne olursa olsun asla ve asla mümkün olamaz.

Ta’n etmek” lugatte “Kınamak, yermek, ayıplamak, zemmetmek” manasına gelen bir fiilidir. Belki de bu kelimeyi en çok Muhyî’nin “Zâhid bize ta’n eyleme/Hak ismin okur dilimiz/Sakın efsane söyleme/Hazret’e varır yolumuz.” Dörtlüğü ile başlayan şiirinden hatırlarız. Muhyî bu şiirini Kadızâdeli zihniyetiyle mâlûl kimselere söylemişti. Çünkü onlar mutasavvıfların söylemlerinin asıl manasına eremedikleri için yaptıkları sathi değerlendirmelerle onları kınamaktaydılar.

Bu tür kınama hadi eleştiri diyelim bütün bir Anadolu insanın “Bizim Yunus “diyerek sevip benimsediği Yunus Emre’nin de başına gelmiştir. Mesela onun hem bir şiirine hem de bir menkıbeye konu olan Molla Kasım, bir ırmak kıyısında Yunus’un şiirlerini dar mantığı ile ele alır ve çoğunu dine uygun değildir diyerek ateşe ve suya atar. Ne zamanki “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir” beytini görünce işin hakikatini anlar ve kalan şiirleri yok etmekten vazgeçer. Molla Kasım, zahiri bilgileri edinmiş; fakat hakikat bilgisinden yoksun bir din bilginiydi. Bu yüzden Yunus’u anlamakta güçlük çekmişti. Ama onaylamasak da onun kaygısı din adınaydı. Fakat “Dindarlık” yapacağım derken “dinidarlık” yapmıştı. Bu yüzden onun bu tavrını da anlamak, kendi zaviyesinden hak vermek mümkün olabilir.

Bir de Ebussuud Efendi vardır bu konuda hatırlayabileceğimiz başka bir isim. Tasavvufa bakışı klasik bir zâhir ulemâsından farksız olduğu için o da tekkelerde Yunus Emre’nin şiirlerinin okunmasını “küfr-i sarîh” görecek kadar katı bir tutum içinde olmuştur. Fakat onu da anlayabiliriz. Zira fetvanın veriliş şartları ve ifadesi dikkate alındığında muhatabın Yunus Emre’den çok onun şiirlerini tasavvufu ibahiyeci bir anlayışla istismara vasıta kılanlar olduğu görülür. Zira tasavvuf adı altında o dönemde tasavvufla alakalı olmayan sapkınlıklar ortaya çıkmıştı ve bunlar kabul görülmek için Yunus Emre’nin şiirlerinden meşruiyet kazanmak derdindeydiler.

Yunus Emre aydınlığı

Yunus Emre, bu tür tenkitlere sonraki zamanlar da uğramıştır. Bugün literatürü tararsak onun görüşlerini selefi bir mantıkla “İslam’a aykırı gö-ren(!)” yazılarla karşılaşmamız mümkündür. Onun en çok da cennet ve cehennemle, sırat köprüsü ile ilgili sözleri bu tür eleştirilerin konusu yapılmıştır. Fakat bunları da bir şekilde anlamamız mümkündür. Zira bu tür tenkitleri onlar da din kaygısıyla yaptıklarını söylemektedirler. Bu kişilere mesele izah edildiğinde muhatabımız ya durumu anlayıp bu tutumundan vazgeçebilir ya da bunu yapmazsa bu durum onların anlayışsızlığına yahut bilgi eksikliğine verilebilir. Böyle bir durumda ya muhatabın anlayacağı bir cevap verilir ya da eleştiri cehaletleriyle ilgili ise susarsınız. Zira cahile verile-cek en iyi cevap susmaktır.

Son haftalarda ise daha vahim bir durumla karşılaştık. Bu durum insan sağlığını bir virüse karşı korumak için mücadele verdiğimiz günlerde or-taya çıktı. Durum vahimdi ve bütün bir insanlık bu virüsün tehdidi ile karşı karşıya idi. İşte böylesi bir süreçte eğitim okullarda yapılamadığı için Eba programıyla tv.ler aracılığıyla yapılmaya başlanmıştı. Ders arasında öğrencilere Yunus Emre’nin “Sordum Sarı Çiçeğe” ilahisinin yer aldığı bir video izletildi. Hemen ardından “Çocuklarımızı bu karanlığın eline bırakmayacağız” şeklinde sosyal medyada bir paylaşım yapıldı. “Yunus Emre” ile “karanlık” kelimesini aynı cümlede kullanma cüreti, cehaleti, art niyeti doğal olarak büyük tepki çekti. Halen de bu tepki sosyal medyada Yunus Emre şiirleri paylaşılarak devam ediliyor.

Şimdi, “Yunus Emre” ile “Karanlık” kelimesini bir araya getirip söyleyebilmek aklı başında, az çok tarih, edebiyat okumuş, kulaktan dolma da olsa bir takım dini bilgilere sahip biri için düşüncesi, dünya görüşü ne olursa olsun asla ve asla mümkün olamaz. Zira o Yunus Emre, Türkiye’de her tür ideoloji sahiplerinin sevip saydığı bir isimdir. Bunu anlamak için Yunus Emre konulu kitaplara bakmak yeterlidir. Onun hakkında Sezai Karakoç da kitap yazmıştır Sabahattin Eyüpoğlu da…. Ona Nazım da şiir yazmıştır Necip Fazıl da… Yunus Emre herkes ve her kesim tarafından sevilip benimser. Olsa olsa farklı ideoloji sahipleri mesela hümanist, batıni, sosyalist, devrimci, şeriatçı, derviş gibi ifadelerle kendilerine göre bir Yunus resmi çizerler ama hiç birinin aklından onu karanlıkla özdeşleştirmek gibi bir saygısızlık geçmez. Geniş halk kitlelerinin ona bakışını söylemeye bile gerek yoktur. Onu mübarek insanlar katında görüp bu şekilde bir değer veririler.

Dahası Yunus sevgisi sadece bu ülkeye has bir durum da değildir. Onu bütün dünya sevmektedir. Bunun bir göstergesi de 1991 tarihinde dünya-da Yunus Emre yılı ilan edildiğinde Birleşmiş Milletler, Paris Unesco binası duvarına onun “Gelin tanış olalım /İşi kolay kılalım/Sevelim sevile-lim/Dünya kimseye kalmaz” dörtlüğünün asılmasıdır. Başka örnekler de söylenebilir. Mesela Alman müsteşrik Annemarie Schimmel, İtalyan Türko-log Anna Masala da birer Yunus hayranıdır. Kısacası Yunus Emre derken insanlığa mal olmuş bir değerden söz ediyoruz. Böylesi değerler her toplum için vazgeçilmezdir. Mesela hiçbir Alman Geothe’den, İngiliz Shakespeare’den, hiçbir İtalyan Dante’den vazgeçemez ve bizdeki mankurtlar gibi bakamaz onlara. El üstünde tutar. Nesiller arası birleştirici değerler olarak görür.

İdeolojik körlük

Peki, böylesine genel kabul görmüş bir ismin bir ilahisi neden birini yahut birilerini bu denli rahatsız etmektedir? Buna sanırım öncelikle “ideolo-jik körlük” demek gerekir. Ve bu körlük akla, beyne de sirayet etmiş olmalı ki göz açık da olsa gerçeği görmemekte ve hezeyanlar savurmaktadır. Böyle bir durum karşısında dediğim gibi bir cevaba ve Yunus Emre’nin savunulmasına asla ihtiyaç yoktur. Zira o ferasetiyle gerek cehalet, gerek bilgi yetersizliği ve gerekse art niyetle kendisi ile ilgili ilerde yapılacak eleştirilere daha yaşarken/yazarken/söylerken cevaplarını vermiştir. Mesela yazının başına aldığımız şu beyte bakalım. “Sağır işitmez sözü, gece sanır gündüzü/Kördür münkirin gözü, âlem münevver ise” Yunus Emre burada “Cân kulağı sağır olan, sözü duymaz, anlamaz; gündüzü gece sanır. Âlem aydınlık ise de inkâr eden kişi bunu göremez.” diyerek bu karanlık bakış açısı-nın, ideolojik körlüğün karşısında muhteşem bir cevap verir.

Ne yapmalı?

Bu sözün üzerine söz söylemek zaiddir ama Yunus Emre adı “karanlık”la aynı cümlede kullanılmışsa ortada klinik bir vak’a var demektir ve bu durum cehaletten öte art niyet, insani değerlere ihanet manasına gelir. Çünkü Yunus Emre, bütün insanlık için bir değerdir. Dolayısıyla toplumun, insanlığın akıl ve gönül sağlığı açısından bu durum karşısında da söz söylenmeli, kişiyi böylesi patolojik bir duruma getiren sebepler üzerinde düşü-nülmelidir. Çünkü nasıl bir yara bedendeki asıl hastalığın habercisi/işareti ise o densizin Yunus’a dair sözü de böyle bir duruma karşılıktır. Demek ki bugünlerde sadece korona virüsle değil toplum birliğini, insanlık değerlerini tehdit eden bu tür virüslerle de uğraşmamız ve onları, insanlığın selameti için karantina altına almamız daha da önemlisi Yunus’un dili ve haliyle inşa edilen bu coğrafyada böylesi tipleri yetiştiren şartları/imkânları gözden geçirmemiz gerekir.

Bir konuda muhatabın neler yaptığından çok sizin neler yaptığınız yahut yapmadığınız şeyler üzerine konuşmak daha önemlidir. Bu bağlamda konuya baktığımızda şunları söyleyebiliriz. Evet, Yunus’u sevdiğimizi söylüyoruz hep. Burası doğrudur ama eksik/yanlış olan kısmı şudur. Tanpınar “Sevmek, tanımak, tanımak ise anlamaktır” der. Bu söz mucibince soralım kendimize. Yunus’u sevenler olarak onu tanımak ve anlamak konusunda neler yaptık/yapıyoruz/yapacağız.” Burada mesele bir şairin tanınıp anlaşılmasından öte bir durumu ifade eder. Zira Yunus, yaşadığı o zor yüzyılda dili ve dini telakkisi ile hem bu vatanı hem de bu milleti inşa etti. Bu yüzden o, fikirlerinden her zaman istifade edebileceğimiz bir derin tefekkür ehli, ne zaman yolumuz karanlığa çıksa bize ışık olan bir rehberdir. Durum böyle olmasına rağmen henüz adına bir üniversite bile kuramadık. Fikirlerini, yapıp ettiklerini ilmi disiplinlerle inceleyip bugüne taşıyamadık. Diyeceksiniz ki adına bir enstitü kurduk. Ama bu kurumun kurulduğundan beri Yu-nus’un dünyada tanıtılması konusunda ciddi şeyler yaptığını söyleyebilmek hayli zordur. Diğer yandan millet olarak değerler konusunda bir çözülme yaşadığımızı görünce okullara değerler eğitimi dersi koyduk. Oysa bu dersin adı Yunus Emre olmalıydı. Zira ihtiyaç duyduğumuz bütün değerler onun şiirlerinden birer birer yer alıyordu. Bunu da yapmadık/yapamadık.

Virüslü beyinler

Daha da önemli olan ise şudur: Pozitivist eğitim devam ettikçe Yunus’a ve onda ifadesini bulan değerlerimize karşı bu saldırılar devam edecektir. Bu yüzden eğitimin milliği sözde kalmamalı, içerik olarak da bu gerçekleşmelidir. Yunus Emre’nin eserleri bu manada da bize önemli imkanlar sunar. Yani onu bir eğitimci olarak da güncelleyip bugüne taşımalıyız. Hatta bununla da yetinmeyerek bütün bir dünyaya tanıtmalıyız. Bütün izm’lerin bizi getirdiği nokta tam bir felaket manasına geliyor. Hem yaşanan korona virüsü meselesi hem de Yunus’u karanlıkla özdeşleştiren virüslü beyinler bu millet ve bütün insanlık için ciddi bir tehdit sayılmalıdır. Görelim ki Türkiye gemisinde fareler var ve gemiyi deliyorlar ve gemi su alıyor. Zaten sahip oldukları siaysal anlayışa bakarsanız elleri Mehmetciğe kurşun sıkarken dilleriyle de bu toplumun değerlerini yıkmak için savaşıyorlar. Dolayısıyla onlar salt Yunus’a değil onda ifadesini bulan bütün değerlerimize düşmanlar ve emperyalist efendileri adına vekalet savaşı veriyorlar. Bu yüzden böyle bir insan tipi bu coğrafyada nasıl ortaya çıkma imkanı bulmuş, bunu bir milli güvenlik sorunu olarak ele almak gerekir. Ama şahıs olarak asla muhatap alınmamalılar. Zira esas olan zihniyet dünyalarıdır. Mücadele bu zihniyetle yapılmalıdırlar. Yapılması gerekeni Yunus söylesin şimdi: “Münkir ile müddeîyi sayma buçuğa koyanı/Git ahûra tak bunları her kim ki âşık-bâz değil”

 
Mustafa Özçelik
[email protected]

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum