Mustafa ORAL

Mustafa ORAL

Yazı İşleri Müdürü
[email protected]

Manisa’da Mahzun Bir Çeşme ve Halil Esendağ – Selçuk Duracık

13 Eylül 2018 - 23:34

Manisa’da Mahzun Bir Çeşme ve Halil Esendağ – Selçuk Duracık

 

 

                           Dün tarih yaprakları 12 Eylülde 24 saatliğine durmuştu ama o 24 saatlik dilim bizi tarihin dehlizi içinde bir milletin ve bir neslin istikbali bağlamında dünden bugüne, bugünden yarına nerelere götürür. Tabiiki bu düşünsel çaba nisyan ile malul olmayanlara, balık hafızalı olmayanlara, literatürümüze Türk Dünyasının sesi Cengiz Aytmatov’un kazandırdığı mankurt olmayanlar içindir.

                           Tarih yaprakları 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde bu ülkenin yıllardır binbir çileyle kazanım elde ettiği demokrasi kültürüne bir darbe daha olmuş kendini Türk milletinin üstünde görenler yönetime el koymuştu. Tabii ki Türkiye’nin bu sürece gelmesinin kendi içinde birçok nedeni vardır bu hususlar yazımızın ana eksenin dışındadır.

                           Yönetime el koyanlar kendi kurdukları sözde mahkemelerde hukuku, evrensel insan haklarını hiçe sayarak “Bir sağdan, bir soldan diyerek”, gerektiğinde nüfus kâğıtlarında yaptıkları hilelerle, ya da avukatların son anda idama yürüyen gencin suçsuzluğunu ispat eden belgeleri getirmesine rağmen dikkate almayarak âdeta Türkiye’nin istikbalini idam sehpasına çıkarır gibi hem sağdan hem soldan nice gençleri idam sehpasına yürütmüştür.

                           İşte idam sehpalarına yürüyenlerden ikisi de Manisalı Selçuk Duracık ve Halil Esendağ idi. Tek suçları Türk Milletini, Türk Devletini, Türk Ordusunu kısaca Türk’e dair ne varsa bu âlemde adeta taparcasına bir ibadet yaparcasına o aşk ve imanla sevmek olan ülkü fidanları darağaçlara, idam sehpalarına sevdikleri ülkenin sözde mahkemeleri tarafından yollandı.

                           Peki kimdi bunlar, bu iki şahsiyet hakkında kısaca bilgi vermek, kim olduklarını daha iyi anlamak gerekirse kısaca hayat hikâyelerine bakalım;

Halil ESENDAĞ ( 05.06.1983 )

                           “Manisa'nın Saruhanlı kazasına bağlı Gözlet köyündendi. 21 yaşında olup evliydi. Bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla polisler tarafından yakalandı. Tutuklandıktan kısa bir süre sonra, 12 Eylül Mahkemeleri tarafından mahkum edildi. 3 Haziran tarihinde, hakkındaki idam cezasını sabaha karşı infaz edildiğine dair Radyo ve TV.'den yayın yapılmasına rağmen, polisler tarafından cezaevinden alınıp Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Burada, "itiraf" etmesi için iki gün boyunca akıl almaz işkenceler yapıldı ve 5 Haziran günü Buca Cezaevi'ne geri getirilip, sabahın ilk saatlerinde asılarak şehit edildi.”

 

Selçuk DURACIK ( 05.06.1983 )

                           “Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olup 22 yaşındaydı. Ailece, Manisa'nın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar satıcılık yapıyordu. Polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden giderek emniyete teslim olmuş fakat, yargılandığı 12 Eylül adaleti dağıtan İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 5 Haziran 1983'de Buca Kapalı Cezaevi'nde sabaha karşı asılarak şehit edildi.”

                           Bizler; eğer bir ülkümüz, kısaca bir derdimiz var diyorsak “Ahde Vefasızlık İmansızlıktır” düsturu üzerine yaşamalı vefanın sadece İstanbul’da bir semt adı olmadığını hayat nizamımızın merkezi olduğunu sadece söylem düzeyinde değil, eylem düzeyinde de göstermeliyiz. İşte bu hakikatten yola çıkarak iki ülkü fidanının anısını yaşatmak adına bağrından nice Fatihler çıkarmış olan Şehzade Şehir Manisa’mız da bu şehitlerimizin anısına Kırmızı Köprünün yukarısında bulunan Tarihi Kır Kahvesinin bulundu yerde bir çeşme yapılmıştır. Adeta her su içenin suyu boğazından geçmeden bu ülkenin hakikatlarını yüzlerine çarpıp bir daha o günlerin yaşanmaması adına bir ikaz niteliğimdedir bu çeşme.

                           Manisa’mıza baktığımızda kıymetini şüphesiz bilmediğimiz birçok ecdat mirası vardır. Osmanlı’nın sancak yeri olması, payitahta yakın olması, burada Şehzade olanın geleceğin Padişahı olması gözüyle bakılması, bağrından altı tane Padişah çıkarması ki daha öncesi Saruhanlı Beyliğinden başlayarak Cumhuriyete kadar sayısız eserler bırakılmıştır. Bunlardan yollarında, sokaklarında, caddelerinde gezdiğimizde, yürüdüğümüzde; bakan değil gören olduğumuzda hiç şüphesiz göze çarpanların başında çeşmeler gelir. Su gibi aziz ol diyerek suyu, çeşmeyi önemli bilmiş herkesin ulaşması için yol üzerlerinde ihtiyaçlara göre çeşme yapmışızdır. Nice türkülerin, nice şiirlerin ilham kaynakları olmuştur o çeşmeler. Türkler ile Batıyı kıyaslarken derler ki; Batı’da saat kuleleri vardır onların medeniyetinin ana eksenini zaman kavramı oluşturur, Türklerde ise çeşmeler vardır onların medeniyetinin ana eksenini temizlik oluşturur. Tabii ki bu değerlendirmeler maalesef düne dairdir şimdiki halde pür melalimizi anlatmaya hacet yoktur.

                           Tabii ki bir eserin yapılmasından belki de daha önemli olan değerinin bilinmesi, farkında olunması gelecek kuşaklara kültürel-sosyal-şehir belleğinin aktarılması noktasında sahip çıkılmasıdır. Varsa kırık dökük bir yeri tadilattan geçirilmesidir. Zaman zaman bakımının yapılarak restorasyondan geçirilmesidir. Bahtına terk edilmemesidir. Bir şeylerin hakikaten sadece yapılıyor olmak için, sadece açılışını yapıyor olmak için değil işte buradan suyunu içine, bidonunu doldurana vakti zamanında bu ülke için, sizler için derdi olan yiğitler var dedirtmek adına olmalıdır. 

                           İşte yazımızın başındaki fotoğrafta gördüğünüz üzere Tarihi Kır Kahvesinin bulunduğu yerde yapılan Halil Esendağ Selçuk Duracık çeşmesi de maalesef kaderine terkedilmiş bir vaziyet göstermektedir. Çeşmede buluna iki musluktan birisi maalesef tahrip olmuştur ve çeşmeye baktığımızda kaidesinde bir tahribat göze çarpmaktadır. Çeşmenin bulunduğu yere her gün gerek Manisalılar gerekse il dışından gelen turistler gelmekte o güzel mekânda çaylarını içip dinlenmektedirler. Her gün birçok kişi o çeşmeden suyunu doldurmaktadır.

                           Buradan ilimizde bulunan bütün milli sivil toplum kuruluşlarına sesleniyorum. Bu çeşmenin bu hali sizleri rahatsız etmiyor mu? Eğer bir rahatsızlık vermiyorsa elbette söyleyecek bir şeyimiz yok ama bir derdiniz varsa ve o çeşmenin ilelebet suyunun akmasını, o pınarın kesilmemesini istiyorsak çeşmedeki ilgili aksaklıkların düzenlenmesi, bir tadilattan geçirilmesi gerekmektedir. Bir de çeşmeye adını veren bu iki ülkü devinin kısa biyografilerinin olduğu bir tabelayı çeşmenin uygun yerlerine monte edilirse bir farkındalık oluşturacağı kanaatindeyim.  

                           Bu bizim hem düne karşı ahde vefamız hem de gelecek kuşaklar adına boynumuzun borcudur. Sözlerimi Halil Esendağ ile Selçuk Duracık’ın yazdıkları mektuplarla bitirmeden Şehzade şehrimiz Manisa’mızın kendisine yakışanı yapacağını, bu çeşme ve bunun gibi eserlere ayırt etmeden sahip çıkacağını kültürel belleğimizin inşası adına umut ediyor sözlerimi bu iki ülkü fidanı, gül dallarına bırakıyorum.

“Şehit Halil Esendağ'ın Selçuk Duracık'la Beraber Yazdıkları Mektup

Bismillahirrahmanirrahim

Ol deyince bütün alemleri olduran, herşeyin sahibi ve mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamd ve sena olsun. Selatü selam, alemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah'ın en sevdiği kulu ve Resul'u ümmeti olarak şereflendirdiğimiz "O" en güzele Hz. Muhammed (S.A.V) efendimize, sevgili ailen, ashabına, Saadet-i Kiram ve gönüller sultanı Şeyda (K.S) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü'minlere olsun inşallah.

Esselamün Aleykûm ve Rahmetullahi ve berakatühü. Pek muhterem abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dolusu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper aciz şahsımız ve ehl-i islâm hayır dualarınızı Cenab-ı Rabbül Alemin'den niyaz ederim.

Muhterem abilerimiz ve gardaşlarırnız...

Bu aciz satırları yazmamızın gayesi sizle gönüllerde helâlleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Alemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdiri ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabbül Alemin inşallah.

Bir haberde şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar nurdan tabaklarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif)

Ölüye kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle kabirde azap olunur. (Hadis-i Şerif) imân sahibi Mevlamıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.

Esselamün Aleykûm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

HALİL ESENDAĞ Haziran 1983”

“İDAM EDİLMEDEN ÖNCE YAZDIĞI MEKTUP

Bismillahirrahmanirrahim Rahman ve Rahim olan Alllah'ın adıyla...

Devamlı var olan, O'ndan O'nunla varlıkta duran, varlığın başlangıcı olmayan...

Zatında, sıfatlarında ve işlerinde benzeri olmayan, yaratılmışların hiçbirine benzemeyen, Diri, Bilici, İşitici, Görücü , Gücü Yetici, Söyletici, Yaratıcı olmak, sıfatlarına sahip olan Allah u Teala'ya yarattıklarının sayısı kadar hamd-ü senalar olsun, "inşallah".

Bütün dualar ve iyilikler, O'nun Peygamberi ve en sevdiği kulu, velisi, insanların her bakımdan her güzeli, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz'e, yıldızlar kadar parlak olan sevgili aline ve ashabına bunları sevenlere, izlerinde gidenlere, İslamiyet'in muzafferiyeti için şehit düşenlere olsun, inşallah.

"Es-Selamü Aleyküm" Pek muhterem babacığım ve anneciğim.

Gönül dolusu sevgi; hürmet ve hasretle kucaklaşır, muhabbetlerimle her iki ellerinizden öperim.

Ayrıca Hüseyin abime, Yüksel ve Gülsen kardeşlerime, muhterem dedeme, anneanneme, teyzeme, dayılarıma, yengelerime ve halalarıma ayrı ayrı selam eder, sevgi ve hürmet ile büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Cümle Ümmet'i Muhammed ile birlikte sizlerinde sağlık, sıhhat, saadet ve metanet üzere olmanızı Rahman ve Rahim olan Rabb'imden can-ı gönülden niyaz ederim.

Muhterem babacığım ve anneciğim, bu mektubu son ebedi yolculuğumuz olan Allah'ın huzuruna çıkmadan önce yazmış bulunuyorum. Yüce Mevla'm sizlere sabır ve dayanma gücü versin. Benim ve sizlerin başına gelen her ne ise, Cenab-ı Mevla'mızdan gelmiştir. Onun için sabır edin, şükredin ki, geçmiş ve gelecek günahlarımız, Mevla'mın vermiş olduğu musibetlerle temizlensin.

Aksi halde sabır etmezsek, Mevla'mızın daha çok musibet belaları üzerimize gelir. Onun için hiç üzülmeyin. Çünkü Yüce Mevla'mız bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurmaktadır: "Kullarımdan birisine bedeninde veya malında veya evladında bir musibet yönelttiğim zaman, sonra da o da güzel bir sabır ile karşılarsa, kıyamet günü onun için mizam kurmak veya onun için defter açmaktan haya ederim." Durum böyle olunca bizlere güzel bir sabır ve şükretmek düşüyor.

Yine Yüce Rabbimiz "Ben musibetleri sevdiğim kullarıma veririm" buyurmaktadır. Böyle olmasaydı Yüce Peygamberimiz musibetleri vermezdi. Hatta Yüce Peygamberimize (S.A.V.) Efendimiz duasında şöyle diyor: Ya Rabb bana yakın ver ki, musibetler bana kolay ve hafif gelsin.

"Rivayet ediliyor ki, Süleyman (Aleyhisselamın) oğlu vefat etti, Süleyman (A.S.) bundan dolayı çok üzüldü. Bunun üzerine iki melek kendisine geldi. Birisi dedi ki: "Ben tohum ektim, biçecek zaman geldiğinde buradan bir adam geçti, ziraatımı mahvetti" Bunun üzerine Süleyman (A.S.) diğerine sordu: "Sen ne diyorsun?"

O da dedi ki: "Ben caddeden yürüyordum, ziraatin üzerine geldim. Sağa ve sola baktım ki, yol ziraatın önünden geçiyor." Süleyman (A.S.) ziraatin sahibine: "Neden yola ektin, bilmez misin, millet için yol gereklidir." Ziraat sahibine de: "Sen niye çocuğa üzülüyorsun, bilmez misin ki ölüm ahiret yoludur?" dedi Süleyman (A.S.) gafletini anladı, Rabbine tövbe etti.

İşte babacığım ve anneciğim, sizlerde sakın üzülmeyiniz. Yüce Mevla'mıza sabır ve şükrediniz. Bizim için böylesi daha hayırlıdır belki, bunu bilemeyiz. Mevla'mız günahlarımızı affeylesin inşallah.

Peygamberlerden bir tanesi Rabbine şikayette bulunarak dedi ki; "Ya Rab... Mümin kulun sana itaat ediyor. Günahlardan uzaklaşıyor, sen ondan dünyayı alıyor, ona bela veriyorsun. Kafir kulun günahkar oluyor. Sen ondan belayı uzaklaştırıyorsun. Dünyayı onun için yayıyorsun. Bu nasıl olur?.. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, o peygambere vahy göndererek, buyurdu: "Kullar benim. Bela da benimdir. Her birisi benim hamdimde tesbih eder. Mümin kulumun üzerinde günahlar olur. Ben dünyayı ondan alır, belayı veririm.

Bela o kulun günahlarının kefareti olur. Ta ki, benim huzuruma gelinceye kadar. Huzuruma geldiğinde de sevaplarının mükafatını ona veri-rim. Kafirin de sevabı olur. Onun rızkını genişletirim. Belayı ondan uzaklaştırırım. Sevaplarının mükafatını dünya ile ona veririm. Ta ki, benim huzuruma gelinceye kadar. O zaman da günahları ile cezalandırırım."

İşte böyle babacığım ve anneciğim. Sizler ne kadar çok sabrederseniz, ben de ebedi istirahat hanemde huzurlu ve rahat olurum, inşallah. Bir Hadis-i Kutsi'de şöyle buyrulmaktadır: "Ey insanoğlu! belama sabreden benden razı olmuş olur. Sabretmeyen, nimetlerime kanaat getirmeyen kendine başka "Rabb" arasın. Ey insanoğlu! Belama sabreden benden razı olur."

Sizlerin sabredeceğini biliyorum. Eğer beni biraz seviyorsanız sakın ağlamayınız, üzülmeyiniz, Çünkü Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Ölümü üzerine yas tutulan kimse, kıyamet gününde bu yüzden azaba uğratılır."

Sizler de benim azap, görmemi istemiyorsanız sakın ağlamayın ve yas utmayın, beni ebedi istirahat hanemde rahatsız etmeyin. Dualarınızla beni rahatlatın. Sizler ne kadar sabrederseniz beni o kadar sevindirmiş olursunuz. Dualarınız için şimdiden Allah (c.c.) sizden razı olsun, "inşallah". Muhterem babacığım ve anneciğim.. Yüce Mevla'mız nasip et ki, sizleri son olarak görmeyi biz aciz ve garip kullarından esirgemedi. Sizlere ziyaretle söylemek nasip olmayan helalleşmemizi artık burada yazmak istiyorum.

Canım babacığım ve anneciğim, biliyorsunuz ki, babanın ve annenin hakkı evlatlar üzerinde çok büyüktür. Ben oğlunuzu bu yükten kurtarın ve hakkınızı helal ediniz ki, bizler de Mevla'mızın huzurunda perişan olmayalım. Ayrıca dedem, anneannem, teyzem, dayılarım, yengelerim, halalarım, Hüseyin abim, kardeşlerim Yüksel ve Gülsen de üzerimde olan haklarını helal etsinler. Beni soran, seven akraba ve Müslüman kardeşlerimizle de benim için helallesin. Beni bu büyük yükten kurtarın. Benim hakkım varsa hepinize helal olsun.

Muhterem babacığım ve anneciğim, Cenab-ı Mevla'mız sırasıyla hepimizi huzuruna alacak. Sizler sabr ve şükrederseniz, orada inşallah beraber olacağız. Yüce Rabbimiz cümle ümmeti Muhammed ile birlikte bizleri de dergahına kabul, rızasına mazhar, Yüce Peygamberimiz (S.A.V.) şefaatine nasip edip, ebedi saadete ulaşmak nasip eylesin inşallah.

Muhterem babacığım ve anneciğim, burada aciz satırlarıma ve mektubuma son verirken Cenab-ı Allah (c.c.)'m rahmeti, mağfireti, af, feyz ve bereketi, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin şefaati sizlerin ve cümle ümmetinin üzerine olsun, inşallah. Allah (c.c.)'a emanet olunuz.

Ölüler için yapılan dualar, nurdan yapılmış tabakalarla onlara takdim edilir. (Hadis-i Şerif)

Ölümü üzerine yas tutulan kimse, kıyamet günü bu yüzden azaba uğratılır. (Hadis-i Şerif)

Ölüye, kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle, kabirde azap olunur. (Hadis-i Şerif)

Yüce Rabbimize kavuşuyoruz. Onun için bizler üzülmüyoruz. Sizler de üzülmeyin.

Aciz ve garip oğlunuz

SELÇUK DURACIK

Haziran 1983”