Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

YALNIZLIK

13 Eylül 2017 - 23:01 - Güncelleme: 14 Eylül 2017 - 11:35

YALNIZLIK

Herkes gömülmüştü, Devekuşu misal, teknoloji denilen aşüftenin kollarına, başları görünmediğinden kimselerin farkına varamıyorlardı. İşte o noktada yalnızlık ve yalnızlaşma da bütün ihtişamıyla ortaya çıkıveriyordu. Etraftan bi idrak halde yaşamak ne menem şeydir diyenlerin sayısı pek kalaba sayılmaz. Yalnızlık, yalnızlığı fark ettirmeyecek kadar kuvvetli örtücüdür. O kadar kuvvetli ki yalnızlaştıkça yalnızlaşır insan…

Yenibahar ile hayat bulmuş ağaçların açılan filizleri, filizleri süsleyen yaprakları, yaprakların meyvaya duracak çiçekleri ne kadar coşkun bir gelişmeyle tasvir olunur oysa. Bütün güzellikler, bütün renkler, bütün ışık oyunları bir araya gelerek müthiş bir hengâmenin varlığını, sessizce ama çığlık çığlığa âleme haykırır. Kalabalıkların alayiş ve nümayişleri dünyanın dikkatini üzerine çektiği gibi sizi de kendine çeker, fikir etmek eylemsizliği sarar her yanı…

Bu debdebeli yaşantının sonbaharın kendini hissettirmesiyle yerini suskunluğa terk ettiğini görürüz. Sonrasında küskünlük, devamında eş-dost dediklerinin seni tek tek bırakıp gitmesi ile final yapar. Ve kuru bir dalda, sararmış, kararmış hatta dirençsiz direnme gösterisi sunan yapraklar yalnızlıkla baş başa kalakalır. Tabiatın en iyi mukallidi insanoğlu bu yarışta elbette geri kalmayacaktır. Akıbet onu da sımsıkı saracaktır.

‘Sonbahar bir yalnızlıktır, hattı zatında çocuk’ derken Ayşe teyze, kendi yalnızlığından ve özündeki yalnızlıktan öğrendiklerini anlatmaktadır, kendini anlamadan dinleyenlere. Ve aynı zamanda olgunluk derecesini kimseyi rahatsız etmeyen bir lisan ile duyurmaya çalışmaktadır, anlama çabasında olanlara. Yalnızlık, terk edilmek değildir, yalnızlık olgunlaşmaktır ve fırtınaları içinde dindirmektir. Seni kuşatanları yokken var saymaktır, kavramaktır yalnızlık. Birazda teslimiyettir, biraz çaresizliktir, belki biraz da katlanmaktır.

Sonbaharda kırlar, terk edilmenin verdiği acıyı, içine akıtır, kimselere yaslanmaz, kimselere içlenmez, garipliğini kendinde, özünde yaşar. Tek başına hayat ile macerasını sürdürür. Ağaçlardan duymadık biz sonbaharın yalnızlık olduğunu fakat börtü-böceğin kendisini terk etmesi, karıncanın el ayak çekmesi, kuşların seyrekleşmesi, rüzgârın iliklerine kadar işlemesi, son yaprağın uçup gitmesi,  hepsi yalnızlaştığını ona anlatır lakin etrafına anlatması pandomimadan ileri gitmez…

Vücut dili nasıl yaylaların da yalnızlaşmasının yaygın döngüsünü ifade ediyorsa denizlerin de tenha köşelere dönmesinin habercisidir kendi dillerince. Göçerler yerlerinden ayrılır, gezerler de konarlara katılır böylece gelenler gider, hane döner eski haline…

Dış dünyanın yalnızlıklarının üstesinden gelinir fakat iç dünyamızda yalnız olmamak gerek, ümit ile dostluğu sıkılaştırmak gerek… Tıpkı sonbaharda yalnız kalan ağacın iç dünyasındaki özsuyunu hep var kılması gibi… Zaman harcanmayacak kadar kıymetli olmasına rağmen harcana gelmiştir, Ümitvar olmak da iç dünyamızın dinamiklerinden en kuvvetli olanıdır. Onu zayıflatmak yerine güçlendirmek yalnızlığın harcama kalemi olmasına izin vermemektir.

Hazan rüzgârlarının sürüklediği yapraklar misali hayat yolunda sürüklenmeye devam ederken gittikçe yalnızlık iklimlerine yelken açtığımızı fark ettim. Heyhat! Dedim yüksek perdeden, sesli sesli düşünürken lakin kimse sesimi duymadı…

Yalnızdım, yapayalnız, tek başıma kalabalıkların arasında…

12/09/2017 Muammer AZMAK