Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

AĞAÇ

26 Ocak 2013 - 20:59

AĞAÇ

Meyve verebilen, gövdesi odun veya Kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki. Boyu en az iki metre çapı da 10 cm'den aşağı olmayan, dal sürgün ve yapraklarının oluşturduğu tepe tacını tek bir gövde üzerinde taşıyan, her yıl çap artımı yaparak kalınlaşan, sürgün vererek boylanan, hücrelerinin büyük bölümü odunlaşmış olan, uzun ömürlü Bitkilere Ağaç denir.

Meyve vermeyenlerine ne denir bilmem ama çocukken oynadığımız oyunlarımızda kullandığımız dallarına ve dalların düzenlenmiş parçalarına biz çelik ve çomak diyorduk. En sevdiğimiz oyunlarımızdan biri olan dip kazmaca oyununda da çelik ve tamamlayıcısı çomağımızı büyük bir özenle kullanırdık. Çoğu zaman yarı belimize kadar çukurda olduğumuzu fark etmez, kan ter içinde kaldığımıza da aldırmazdık.

Hele avcılığımızın başlangıcı olan demlerde, kıldan kapanlarımızın yanına süksemizi daha da arttıran nefis sapanlarımızı özene bezene, çam ağaçlarının yan dallarındaki çatallardan, oval şekil verip, ateş ile terbiye ettikten sonra, lastiğimizin sıyrılmasını engellemek adına bir güzel çentik yapıp öyle faal ederdik. Bazen bu eylemin sınırları masum camların iç kırılmalarına vesile olsa da biz ardından kuvvetli bir azar işitsek de genişlemeden sürüp giderdi.

Türbemizin – bizim diyorum çünkü cami inşaatı bitene kadar mahallenin çocuklarının sığınağı, barınağı ve terbiye mekânıydı- yanındaki çok asırlık çitlembik ağacının dalları salıncağımız, meyveleri leblebi, kuru üzüm ile doygunluğun kaynağı oluyordu. Muhteşem gövdesinde tam altı çocuk barındırıyordu. Bu çocuklar bazen dalgın geçenleri ürkütüp güldürüyor bazen de konuşan ağaç motifi ile korkutup kaçırıyordu. Kâh kayboluyorlardı kâh ortaya çıkıyorlardı lakin tadında bırakıyorlardı. O koca gövde hiçbir zaman üzerindekileri yere çalmadı, hiçbir zaman onları hoyratlıklarından dolayı küçümsemedi, aksine hep bağrını, dallarını hatta gövdesinin içini büyük bir sevgiyle onlara açtı.

Yanımızdan, yöremizden hiç ama hiç uzak tutmadık biz ağacı, her işimizde beğenerek kullandık, lakin son zamanlarda biraz ihmal ettik onu. Evvelden yemek yerken sofralarımızın ve ağızlarımızın baş tacı idi. O hem kaşığımız hem çatalımızdı. Küçük balalarımızın sallandığı, tatlı rüyalara daldığı, dinginliği yakaladığı beşiğiydi. Annelerin arkasına bakmadığı, evladını güvenle kollarına bıraktığı, sığınağıydı. Ailesini etrafına topladığı sofrasıydı.

Kerestesinden barınaklar, evler, köşkler, ambarlar, damlar yaptık; sıcaktan, soğuktan, yağmurdan, düşmandan, korunduk, barındık. Hatıl yaptık, dilme yaptık, kolon yaptık; artıklarını kıymık eyledik, tutuşturmada kullandık. Ekmeğimizi, yemeğimizi, kurabiyemizi velhasıl bütün aşımızı ona pişirttik. Hararetinde ısındık, ısıttık, kaynattık; çeşitli alet adavet yaptık. İpliğini pazara çıkardık, liflerinden bez dokuduk, ördük, sarındık, giyindik, çul edip üzerine oturduk. Kökünden, dalından, yaprağından, meyvesinden türlü ilaç eyledik, dertlerimize şifa aradık, vermem cevabınla karşılaşmadık.

Yokluktan varoluşa geçtiğimizde atamız âdem ayıpları ağacın yaprağına emanet etti. Çirkin çıplaklığın hoyrat ellerini üzerinden uzaklaştırdı. Atamızdan doğanların çoğunluğu taşkınlıklarda bulununca bir başka taşkınlıktan onların iyi olanlarını deniz-derya aşan Nuh’un gemisi kurtardı, o da sevdiğimiz ağaçtandı. Sıcak günlerde nasıl gölgesine sığınma sevki tabisine uyuyoruz işte öyle hep ihtiyaçlarımızın def edilmesinde birinci kaynağımız oldu. O vakur bir eda, sevecen bir ihtiyar cömertliğinde yaptıklarının farkında olmadan verdi hep verdi.

Yalnız bize mi hizmet eyledi, tabi ki büyük bir hayır diyeceğiz. Binler hatta on binlerce kuş dallarını mesken tuttu. O bu sorumluluğu almaktan imtina etmedi, yüksünmedi. Doğdular, büyüdüler, uçup gittiler, bir daha dönmediler. O hiç şikâyet etmedi. Eğlendiler, eylendiler, bazen yemlendiler, bazen yem oldular, yaratıcının takdirini sükûnetle karşıladılar, saç-baş yolmadılar kendilerini yerlere atmadılar. Dahası nice hayvanatın barınağı, gıdası, evi-barkı oldular bir o kadar asalak geçinen beleşçilerin de destekçisi oldular. Gücenmeden, karşılık beklemeden onlara ellerinden geldiğince yardımcı oldular.

Kırlarımıza, bayırlarımıza, köylerimize, şehirlerimize, bin bir renk, bin bir ahenk oldular. Çiçek açtılar ayrı bir letafet, yaprak açtılar ayrı bir zarafet oldular. Meyveye durdular çeşitli tat oldular, güneşe gölge kurdular, koşan muhtaca yardıma durdular. Kurudular lakin yararlı olmaya devam eylediler. Bakraç, tokaç, tıkaç, Süleyman’ın kasası, Musa’nın asası, talebelerin kalemi-kitabı-masası, garibanın yatağı, çiftçinin arabası, imamın kayığı, ihtiyarın eli-ayağı, bunağın işe yaramaz dayanağı oldular. Bereketin yağmurlarını koca gövdeleriyle davet eylediler. Sevdalı yüreklere antlaşma konağı, ilan tahtası oldular. Biz nasıl arzu eyledikse onlar o şekilde bizi gönüllediler.

Nesillerini tüketme çabalarını son hızla devam ettiriyoruz ama nefes almadan hayatımızı nasıl sürdüreceğiz ifadesini aklımıza getirmiyoruz. İyiliklerin mükâfatı kesilip yok edilmek olmamalı. Yaş kesen baş kesmiş gibi olur hükmü bizi titretip kendimize döndürmeli dileğimiz, gölgesine sığınacağımız yeşil ağaçların çoğalması da gayretimiz olsun. 26/11/2012,  Muammer AZMAK