Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

SÖZ, KELÂM, NUTUK (III)

24 Aralık 2020 - 21:25 - Güncelleme: 24 Aralık 2020 - 21:36

SÖZ, KELÂM, NUTUK (III)

Asumanın emzirdiği dîlin esiriyim
Feryâd ü ah eder kalem, kelamın esiriyim  

İnsan, yaratanın karşısında hep yarım, hep eksiktir. Esas noksanlık da bunu bilmemektir. Dolayısıyla en büyük kelâmın sahibi de kuşkusuz yüce yaratandır. Geriye dönüp baktığında, insan hafızası ruhlar âlemini hatırlamaz. Ana rahmini, dünyaya gelişini de hatırlayamaz. Hatırladığımız şeyler ise daha sonraki yaşlarımıza ait olanlardır. Kendi kişiliğimizi oluşturanlar aslında bizde izler bırakan, tortuları kalıp kokusu üzerimize sinen olayların bizdeki yansımalarıdır. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) hayatını, ana rahmine düşüşünden ölümüne kadar incelersek ne demek istediğimiz açık ve net olarak anlaşılacaktır. Zaten O yüce peygamber ne diyor “Ben Babam Hz. İbrahim’in duası, kardeşim Hz. İsa’nın müjdesi, Annemin rüyasıyım” derken özel bir insan olduğunun altını çizmiş oluyor. Allah özel olan kuluna özel davranmış ve hep yanında, yardımcısı olmuştur. Aslında O’ndan yardım isteyen herkesin imdadına koşan Rahim’dir, Halîm’dir.

İnsan birbiriyle nasıl ki söz vasıtasıyla anlaşıyorsa Allah’a dua ederken de aynı dili kullanmaktadır. Nutuk Allah’ındır bunu sorgulayanın aklından şüphe edilir. İlhamdır Allah’ın büyük bestekâr Itrî’ye fısıldadığı Tekbir’dir sanırım. Tekbir Anadolu Türk Müslümanına verilmiş en büyük hediyedir. Anadolu coğrafyasında, insanımızın pek çoğunun bestekârını bilmeden sevdiği ve çeşitli ritüellerimizde okuduğu, kurban bayramlarında kurban tığlanırken hep bir ağızdan okuduğu muazzam bir beste, Türk Müslümanının üzerine tam oturtmuş usta işi ipek bir elbisedir adeta. Tekbîrin bestesine bakınca Allah’ın ilhamıyla bestelendiği o kadar aşikâr ki insanı dünyadan koparıp gökyüzünde seyran eder hale getiriyor, yerden ayağınızı kesiyor. Hele hele mana ile bestenin ne kadar içiçe geçtiğini görünce hayranlığınız kat be kat artıyor. Tekbirin çıkışı Hz. İbrahim(A.S.)’ın oğlu Hz. İsmail(A.S.)’i kurban edeceği anda Cebrail (A.S.)’ın bir koç getirerek “Allahu ekber,  Allahu ekber” deyişi ve Hz. İbrahim(A.S.)’ın “Laileheillalah Hüve’llahu ekber” diyerek devam etmesi ve sonra da Hz. İsmail’in,  “Allahu ekber  velillahil hamd”, deyişinden doğmuştur. Bu üç aşamadan oluşan söyleyişi, yaratanı övüşünü bestede de hissedersiniz. Düşününce bu bir mucize değil mi.

Peki sadece 24 yaşında, henüz ömrünün baharında bir delikanlının, ekol yaratmış Nabî’den daha iyi bir şiir yazacağını iddia etmesine ne demeli. Eskilerin söylediği bir söz vardır, tam da buraya uygun düşüyor.  Sözü söyleyene değil, söyletene bak derler. Çünkü Şeyh Gâlip’in yüzyıllara damgasını vuran Hüsnü Aşk adlı eserini, İlâhi yardım olmadan yazılabileceğini düşünmek beyhudedir.  İlham dediğimiz şey işte tam da budur. Yani Allah’ın Nutku ’dur o da Allah’tan başka yerden gelmez. İlham ilahidir, Allah’ın kuluna ikramdır, lütfudur ve Allahî’dir.  Allah’ın şairin gönlüne fısıldayıp kaleminden kâğıdına damlattığı kelimelerdir. Bestecinin, içimizi titreten notalarının kulaklarımıza fısıltısıdır. Ressamın tuvalindeki renklerin cümbüşündeki coşkudur. Mimar Sinan’ın Süleymaniye’sidir kubbesiyle gökyüzünü açıldığımız. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sidir hikâyelerle “kendine gel ey insanoğlu” diyen. Bütün bunları çoğaltabiliriz. Bugün Hz. Yunus’un şiirlerinden hiç yoksa bir iki mısra bilmeyenimiz yoktur sanırım. Kuranı Kerim’de Bakara suresi 186. ayetinde Allah (C.C.) “Ey Peygamber! Bana nasıl dua edeceklerini soran kullarım bilsinler ki, Ben onlara çok yakınım. Kulum Bana dua ettiği zaman, Ben onun duasına (er ya da geç) icabet ederim. Fakat dualarına icabet etmem için onlar da Benim çağrılarıma kulak versinler, bu konuda Bana inansınlar, Bana güvensinler ki, böylece dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmuş olsunlar.” buyurmuştur.

Yüce Yaratan, her birimizi farklı fıtrat ve kabiliyet üzere yaratmıştır. Ruhundan üfleyerek kulunu kendiyle mayalamış,  gerisini kulunun gayretine, azmine, tercihine, iradesine bırakmıştır. İnsan kendi yeteneklerini değerlendirirken enaniyete kapılmadan, yapacağı bütün işlerde, yaptığı bütün fiillerde O’ndan yardım dileyerek yaparsa, Allah kuluna cevap verecektir. Bu da Peygamber olmadığımıza göre bizlere ilham yoluyla gelecektir. İlham da herkesin kulağına Allah tarafından fısıldanmayabilir, kimi zaman rüyada, kimi zaman bir çocuğun oyununda, kimi zaman bir sokak satıcısının sesinde, kimi zaman bir dilencinin size cevabında saklı olabilir. Allah, insanı insanla, nebatatla, tabiat olaylarıyla, hayvanların tavrıyla, şekliyle uyarır.  Nutku Şerifi her zaman doğrudan değil kimi zaman da dolaylı yollardandır. Nutuk, Allah’ın kulağımıza fısıltıları ise, kulağımızı O’na çevirmemiz gerekiyor.

Bazen bakıyorsunuz aklınıza hiç gelmeyen, gündelik hayatta hiç kullanmadığınız bir kelimeyi şiirinizin bir mısraında kullanmışsınız. Dönüp kendi kendinize bunu yazanın siz olmadığınızı kendinize itiraf ediyorsunuz. Bunun başka bir izahı yok çünkü. Bazen bazı işler için ‘bu deli işi’ deyip geçiveriyoruz ya hani. Yapanı Mecnunluk mertebesine oturtuveriyoruz, olup bitiyor. Kuranın ilk ayeti Oku’dur,  kendini oku, tabiatı oku, olayları oku, yaratılmışı okudur. Hz. Mevlânâ’da Mesnevisine ‘Dinle’ diyerek başlar. Okurken, aynı zamanda içimizi ve etrafımızı da dinlemenin önemi vurgulanır. Çünkü bu âlemde olup biten ne varsa O’ndan ayrı değildir.

Bu âlemde insandan arta kalanlar Allah’ın Nutkunu duyanların bıraktığı izlerdir. Hz. peygamberimiz bu âlemden göçtüğü zaman, Hz. Ömer “Hz. Muhammed beşerdir ve ölmüştür demişti.”, doğruydu. Hz. Ali ise kim ki Hz. Muhammed öldü diyorsa yalan söylüyor demişti. O’da doğruydu. Çünkü beden ölümlüdür,  bugün hala Hz. Muhammed içimizde sözleriyle, yapıp ettikleriyle yaşamaktadır, hala bizim en gözdemiz, habibimiz, sevgilimiz, rehberimizdir.  Hz. Mevlânâ eserleriyle yaşamaktadır. Şeyh Galip kendisinden sonra gelenlere ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Hala Hammamizade İsmail Dede efendinin şarkıları, yıllar geçtikçe zamanın içine hapsolmamış, donmamış, şıkırdayan billur sesli nağmeleriyle gönlümüze dokunmakta, birilerine ilham kaynağı olmaktadır. Onlar Allah’ın Nutkunu duyup mukabele edenlerdi. Toprağa eserleriyle, yaptıklarıyla asırlık tohumlar ekmişlerdir. Tıpkı Lokman suresi 16. ayette buyrulduğu gibi “(Lokman şöyle devam etmişti:) “Yavrucuğum! iyi bil ki, hardal tanesi ağırlığında yaptığın küçük bir iş, bir kayanın içerisinde ya da göklerde veya yerin derinliklerinde gizlenmiş bile olsa Allah onu kıyamet günü karşına çıkaracaktır. Hiç şüphe yok ki Allah Latif’tir; O’nun ilmi her yere ulaşır, Habîr’dir, açık veya gizli yapıp ettiğiniz her şeyden haberdardır.” Demek ki Allah’ın sünnetullahı ve dileği de bu yöndedir. Toprağa düşen her tohum tıpkı ayette belirtildiği gibi bir gün yeşerecektir. Kaknusun söyleyecek daha çok şarkısı var. Devir değişir, biçim değişir, renk değişir, ses değişmez. Her tohum çatlayınca, o ilk geldiği kaynağa duyduğumuz özlemimizin şahidi olmaya devam edecektir. Seslendiğimiz kuyudan gelen ses de, dağlardan bize geri dönen akis de kendi sesimizden başkası değildir. Ne mutlu devrinin kaknusu olup Nutk-ı ilahiyle ses verenlere.

Melek Dörtbudak

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum