Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

SÖNMEYEN KÖZ

14 Aralık 2020 - 10:26 - Güncelleme: 14 Aralık 2020 - 18:50

SÖNMEYEN KÖZ
 
Kubbe-i Hadra’yla açılmış tennureleriz
Bir sabadır, üflenen. Uyanır tenlerimiz


Hz. Mevlânâ Anadolu coğrafyasını uyandıranlardan ve giderek dünyayı da saran, ışığıyla aydınlatan, sıcaklığıyla ısıtan, yol gösteren; insan olmayı, Müslüman olmayı öğreten 792 yıldır Konya’da parlayan bir ateş. Ailesiyle birlikte Konya topraklarına ayak bastıkları 1228’den itibaren Türk Müslümanlığına katkı sağlamış, dünyaya gülen yüzümüz, hiç sönmeyecek Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) efendimizin ışığına dönen yönümüz, oya gibi Türk kültürünü işleyen nakkaşımız, tasavvuf kültürümüzü cilalayan Mevlânâ’mız.

Hz. Mevlânâ’nın gerçek âleme yolculuğunun 747. seneyi devriyesinin yaşandığı şu günlerde hala o büyük mütefekkiri anladığımız söylenemez. Hz. Mevlânâ O’nu tanıyan, tanımayan herkes için bir değer, manevi bir tat. Kimine göre bir tarikat şeyhi, kiminin mürşidi, kimine göre âşık, kimine göre âlim, kiminin taş attığı, kiminin gül kokladığı, kiminin gül attığı, belki bunların hepsinin ötesinde Hz. Muhammed’in yolunun tozuna yüz sürmüş hakikat ehli bir kuldur. Kuldur, gerçek kulluk makamına ermiş biridir. İnsanın beşeriyetten kurtulup Hz. İnsan olduğu, âşıklık makamıdır ki, her kişinin değil Hz. Mevlânâ, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Yiğitbâşı Veli hazretleri gibi er kişilerin harcıdır.


Âlemlerin yaratıcısı, insana ezelden ebede yolculuğunda en büyük refikidir. Fetih suresinin 23. ayetinde buyurduğu “Allah’ın sünnetinde asla değişiklik bulamazsın.” düsturu her kim olursa olsun, her ne olursa olsun değişmez. Lâkin Allah’ın da sevdiği kıymetlileri de yok değildir hani. Hz. Mevlânâ da onlardan birisi. Hazret-i Mevlânâ, insanın bu âlemdeki yolculuğunda yaşayışıyla, yazdıklarıyla bizlerin kucağına kocaman bir miras bırakmıştır. İnsan idraki nispetince ondan illaki bir şeyler öğreniyor. Hazretin o büyük mirasının en önemlilerinden olan Mesnevi’sinde hikâyelerle bizlere öyle güzel dersler vermiştir ki, her gün yeni yeni lezzetli yemeklerle çocuklarını doyuran bir anne şefkatiyle bizi besler. Her çocuğun illâki sevdiği, sevmediği yemekler vardır. Bütün hikâyeleri herkes için kıymete değer olmayabilir. Her çocuk her annenin yaptığı yemeği yiyemez. Mesnevide de hoş bir hikâye vardır.

Hamama gitmek için yola çıkan efendi ile kölesinin hikâyesidir. Hamam yolunda iken sabah ezanı okunur, köle namaz kılabilmek için efendisinden izin ister, efendisi bir dükkânda oturur onu bekler. Lakin cami cemaati dağıldığı halde köle bir türlü camiden çıkmaz. Efendi cami kapısından seslenir:
- Namazın bitmedi mi haydi çabuk ol. der.
- Bırakmıyorlar ki geleyim der.
- Yahu mescitte kimse kalmadı, seni kim bırakmıyor? diye sorar. Kölenin cevabı kulağımıza küpe olası bir cevaptır.
- Seni dışardan içeriye sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya bırakmayan O’dur. der…
-Balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize sokmamakta. (Mesnevî: 3071)
-Kilit pek kuvvetli, açıcı da Tanrı. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster. (Mesnevî: 3074)
Hz. Mevlânâ’nın hayatına baktığımız vakit yaşayan Kur’an’dan başka bir insan göremeyiz. Büyük velilerin, evliyaların en önemli özelliğinin yaşayışı olduğu gerçeğini, bugün ölçüsünü kaçırmış bir toplum olarak değerlendirdiğimiz ve yanlışlıklar yaptığımızı evliyaullaha haksızlıklar edildiğini düşünüyorum. Sadece Hz. Mevlânâ’yı değil sevgili peygamberimizi de hakkıyla tanıdığımızı düşünmüyorum. Tanısaydık ölçülerimiz doğru olurdu sanırım.

Altını ölçmek, ayarını anlamak için kuyumcu olmak gerekmez mi? Oysa önüne gelenin elinde bir terazi, bir mezura ya da bir kürek tartmaya, ölçmeye-biçmeye çalışıyor. İnsan ancak kendinden bilgi bakımınsan aşağıda olanı değerlendirebilir. Elimize aldığımız ölçü niyetimizin, amelimizin, emelimizin göstergesidir. Kuyumcu altına, çöpçü çöpe bakar.” Herkes neye müşteri olursa erenlerin bağından onu toplar. Onlar hak aşığı insanlardır. Nasıl ki deniz, içindeki balığı da, yılanı da, içine atılan çöpleri de barındırıyorsa ve onlara şefkatli, merhametliyse bizim Mevlânâ’mız da biz insanlar için aynı engin hoşgörüyle kapısını da, kollarını da açmış bizi bekler.

İnsan kökleriyle toprağa tutunan ağaçlar misali geçmişiyle, tarihiyle yeryüzüne tutunur ve kökleşir. Tarih ve geçmişimizden hız almak için külleri savurmak yetmez, ateşi hep üfleyip kor halinde tutmak, geleceği ışıksız bırakmamak, kör etmemek, üşütmemek, dondurmamak gerekir.

Hz. Mevlânâ dünyanın gelip geçiciliğini aslolanın ise öbür âlem olduğunu belirtmek için şu beyitleri fısıldar ehlinin kulağına. “Ey ılık Bahar’ın güzelliğiyle gözleri kamaşan, bir de güz mevsiminin sapsarı benzini, hele buz gibi soğuk günleri gör!” ( Mesnevî: 1596) Aynı zamanda bu beyitle, bedenin de faniliğine vurgu var, kalıcı olan Allah’ın nefesinden üflediği ruhumuzdur, diyor.

Bugün dünya üzerinde milyonlarca birbirinden farklı insan yaşamaktadır. Elbette bu farklarımız bizlerin her şeyde olduğu gibi manevî alanda da farklı düşünmemizi ve farklı yaşamamızı olağan kılandır. Bu farklılıklarımıza rağmen Hz. Mevlânâ, hiçbir zaman makas gibi kesip ayıran olmamış aksine tutkal gibi, iğne-iplik gibi birleştirici bir değer olmuştur. Dergâhın kapısında birkaç saat bekleyip gözlemlerseniz her türden insana, O velinin nasıl kucak açtığını dünya gözüyle de gönül gözüyle de görürsünüz.

Peygamberler, Veliler, Evliyalar Allah’ın nuruyla bakar O’nun nuruyla görür, işitirler. İnşallah O’nun nuruyla bakanları görüp onlardan feyz alırız.
Allah’ın selamı üzerimize olsun.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum