NAZAR ETMEK
Sevilen göz doldurur,
Sevilmeyeni, göz soldurur
İnsan sevdiği ne varsa gözünün önünden ayırmak istemez. Bu bir eşya olabilir, kıymet verdiği bir kişi olabilir yahut bir çiçek, yiyecek olabilir. Hani Anadolu’da bir tabir vardır: “Delinin malı gözü önünde gerek.” diye. Gerçi oradaki deli, bana göre bir şeyin sevdalısı olmak, o şeye gözünün önünden ayıramayacak kadar kuvvetle bağlanmak anlamındadır. Öyle olmalı. Göz; bilindiği gibi bütün duyu organlarımızın, şahı, padişahıdır. Her nereye bakarsak, her neyi tutarsak, onun yardımı olmadan yapamayız.
Edebiyatımızda, kültürümüzde, müziğimizde ayrı bir yere sahip olan gözün, nazar anlamında da ayrı bir ehemmiyeti vardır. Üstüne ne çok şiir yazılmış, güzellemeler, besteler yapılmıştır. Şimdi pek çoğumuzun aklına “ahu gözlüm” ya da “bak yeşil yeşil”, “o siyah gözlerin” diye başlayan pek çok şarkı, türkü gelmiştir. İnsan ahu gibi baksa da, ceylan gözlü olsa da siyah, mavi, yeşil gözlü olsa da baktığı, gördüğü, gördüğünü idrak ettiği kadar bu dünyayı algılar.
Hemen Hz. Mevlânâ’nın bir sözü hatırıma geliyor. Hepimize hitaben “Sen düşünceden ibaretsin, gerisi et ve kemik” diyor. Düşünmek için gözümüze ihtiyacımız var. Bakmaya değil, baktığımızı görmeye ihtiyacımız var.
İnsan için ölçü, her şeyde olduğu gibi bu konuda da Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V.) Efendimiz olmalıdır. Eğer biz Müslümanız diyorsak, gözümüzü de bize rehber olanın baktığı zaviyeye çevirmeli onun gibi bakmalı, onun gibi görmeli, onun gibi idrak etmeli, onun gibi davranmalıyız.
“Gözden ırak olanlar, gönülden de olurmuş” biz dünyalılar için söylenmiş bir söz. Gönlümüz de yer eden kim, kimler var ise onları her daim göz önünde tutmalıyız. En başta Efendimizi hatırdan çıkarmamalıyız. Göz önünde tutmak bir dostu unutmamaktır. Arayıp, halini, hatırını sormaktır.
Birinin iki göz hizasında olmak, onun size nazar etmesi demektir. O kişinin maddi, manevi sizinle arasına hiçbir fark gözetmeksizin sizi sevmesidir. Mevkiiniz, makamınız, maddi imkânlarınız, soyunuz-sopunuz, dünya görüşünüz, anlayışınız, farklı olsa da onu hissettirmemesidir.
Peygamber Efendimiz de böyle yapmamış mı? İnsanlar arasında hiçbir zaman bu zengin, bu fakir, bu köylü, bu şehirli, bu büyük, şu küçük hatta ve hatta bu Müslüman, bu kâfir diye de bir ayırım yapmamış, herkese eşit davranmıştır. Hatta o kadar ince düşünerek eşit davranmış ki, fakirleri ziyarete giderken onları küçük düşürmemeye özen göstermiş, o şekilde giyinmiş. Tevazuu elden bırakmamıştır. Fakat ziyarete gideceği kişiler varlık sahibi, şan şöhret sahibi ise onların yanına da palas pandıras gitmemiş, onların şanına yakışır vaziyette giyinmiştir. En güzel giysilerimi giyeyim varlıklı olduğum ortaya çıksın gibi bir çaba değil bu, karşısındaki kişinin toplumdaki yerini dikkate alarak davranmaktır. Birincisi ne kadar zarif bir davranışsa bu da en az onun kadar zarif ve ince bir düşüncenin tezahürüdür.
İnsan bir şeyler yazarken önce kendisine yazıyor. Önce kendisini bu konuda uyarıyor.
Söz uçar yazı kalır lakin fiillerimizle, yaptıklarımızla yüreklere, gönüller dokunuruz. İşte o zaman örnek birer şahsiyet olabiliriz.
Yıllar önce eşimle yeni evlenmiştik. Bir tanıdık bize evlilik hediyesi küçük bir paket getirmişti. Hediyeyi açtığım zaman çok üzülmüştüm. Biri sökük biri eksik iki küçük şeydi. Belki de hiç bakmadan alınmıştır diye kendimi avuttum. Ama o kişi için de üzülmüştüm. Bunu ona yakıştıramamıştım. Bu sana önem vermiyorum demenin ayrı bir üslubuydu bana göre. Bir de bunu bir büyüğün yapması şaşırtmıştı. Hediyesiz içten bir tebrik bana göre şu hatırladıklarımdan çok daha güzel ve şık olurdu.
İki göz hizası dediğim nokta tam da bu.
Bir gün Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz yolda yürürken bir çocuk ona selam verir. Ve Efendimiz çocuğun gözlerinin hizasına gelmek için eğilir, selamına öyle karşılık verir. Bu seni önemsiyorum, sana değer veriyorum demenin çok zarif bir yolu. Günlük hayatımızda belki hepimiz buna benzer olaylar yaşıyoruz. İnsanların bulunduğu mevki, oturduğu semt, bindiği arabası, yazlığı, kışlığı, çocukları, mal varlıkları diğer insanlarla arasına dünyalıktan bir duvar örüyor. Bazen küçük bir sözle, bazen üst perdeden bir konuşmayla, bazen bir bakışla etrafımızdakilere bunu hissettirerek, karşımızdakini eziyor, üzüyoruz. Kimilerimiz bunu bilerek, kimilerimiz ise farkında olmadan yapıyor. İşin kötü tarafı ister bilerek, ister farkında olmadan yapalım, karşı taraf bunu anlayamaz ki. Her ikisi de üzücü olur.
Dileğimiz odur ki; Allah hepimizin üzerinden, varsa, bu tip davranışlarımızı rahmetiyle yıkayıp alsın. Sevelim, sevmeyelim insanlara üst perdeden değil göz hizasından bakalım. Allah’ın sevip can bahşettiği her şey bunu hak ediyor.
Sonuç olarak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V.) bizim örneğimiz, rehberimiz, liderimiz. Bu dünya yolculuğumuzda yegâne kılavuzumuz.
Ve onun bir sözüyle sözümüzü bağlayalım. “Benim sünnetimden kaçınıp, onu sevmeyen benden değildir.” buyurmuştur.
FACEBOOK YORUMLAR