MÜRŞİDİM ORUÇ
Yine bir Ramazan ayının içindeyiz. Yine kendi nefsimizle imtihandayız. O gelmeden evlerimiz temizlendi hazırlandı. Mutfaklarımızdaki eksik erzaklarımız tamamlandı.
Bizler çocukken Ramazan hazırlıkları bir başka olurdu amenna. Hepimiz hatırlarız, annelerimiz ve konu komşu birleşir, ramazan için yufkalar açar, erişteler keser, kuru yaş mutfak doldurulurdu. Çünkü gelen on bir ayın sultanıdır ne de olsa.
İşin yeme içme kısmı en kolay halledilen kısmıdır. Lakin insanın nefsiyle olan imtihanı, işte en zor olanı odur. İnsanoğlu saksıya koyduğu bir buket çiçeğin bile ömrünü uzatmak için zaman zaman vazonun suyunu değiştirir. Birkaç gün sonra sap kısmından biraz budama yapar, yapar ki vazodaki çiçeğin ömrü biraz daha uzasın ister. Ramazan da insan nefsinin budanma mevsimidir. Sadece nefsimizin arzuladığı şeyleri yiyerek içerek hayatta kalamayız. Kimi zaman çiçeğe verilen bol su da onu öldürür. Kimi zaman canımızın istediği her şey elimizin altında olmasına rağmen yemeden içmeden kesilmek de insanı zinde tutar, tazeler. Belki de uyanık bir şuur işidir ramazan.
İnsan şu âleme mademki kendini bilmek için gelmiştir. O halde kendini bilme yolculuğumuzda bize kendimizi öğretecek bir mürşide de ihtiyacımız vardır. Mürşit insanın dünyaya geldiği andan itibaren hayatındaki her döneme ve her ihtiyacına göre değişkenlik arz eder. Mürşit, insanı irşat eden, onun toplumda rüştünü ispatlamasını sağlayan, kemale erdirip geleceğe hazırlayan kişidir. İnsan dünyaya gelir gelmez ilk mürşidi ile tanışır. Annesi… Ne zaman ağlasa onun şefkatli kollarında bulur kendisini. İlk sözcüklerini annesinden talim eder. Her şeyin ilkini onunla birlikte yaşar ve öğrenir. Rol model olur. Mürşitler de öyle değil midir? Rol model.
Sonra okul dönemi başlar ve okulda öğretmenlerimiz mürşidimiz olur. Bunlar hayatı tanımak için gereklidir. Sonra üniversite hayatımız ve gerçeklerle yüzleştiğimiz çalışma hayatımız gelir. Lakin insanın manevi anlamda da eğitilmeye kendini tanımaya, tamamlamaya ihtiyacı yok mudur? Vardır elbet, vardır.
Ramazan ayı on bir ay boyunca üzerimize biriken ve manevi görüşümüzü kapatan tozun toprağın atıldığı ve temizlendiği bir ay değil midir? On bir ay boyunca her şeyi istediğimiz saatte yiyip içer, nefsimizi de midemizi de memnun ederiz. Oysa Ramazan ders arası molalar, teneffüsler gibidir. Bir çocuk nasıl ki oyun oynarken de bir şeyler öğrenirse biz de bu ayda pek çok şeyi yeniden öğrenirmişçesine deneyimleriz. On bir ayın bir özetini geçeriz. Eksikliklerimizi tespit eder tamamlamaya çalışırız. Daha dikkatli ve daha uyanık Müslümanlar oluruz. Çünkü oruç, gönüllülük esasına göre yapılan bir askerliktir. Zor bir ibadettir. Zor fakat bir o kadar da Allah’a bizi yaklaştıran bir ibadettir. Oruç insanı irşad eder.
Biz çocukken anne babalarımız sen oruçlusun sakın yalan söyleme bak orucun kabul olmaz. Oyun oynarken kavga etmeyin orucunuz sakatlanır gibi telkinlerde bulunurlardı. Daha bunun gibi pek çok yasağı da içinde barındıran bir ay değil midir ramazan. Dedikodu yapanın, yalan söyleyenin, haram yiyenin, kul hakkını gözetmeyenin, birbirine merhamet etmeyenin, Allah’a ibadetlerini tam yapmayanın orucu kabul olmaz derlerdi. Hoş normalde de bir Müslüman bunlara dikkat etmelidir zaten.
Bazen dünyaya kendimizi öyle kaptırıyoruz ki bütün bunları unutuyoruz. Ramazanın bizlerde yaratmak istediği etki tam da budur. Hatırlatmak. Bir Müslümana yakışır bir ahlakı dikte etmek. Otuz ramazan bunlara dikkat ederek oruçlarımızı eda edebilirsek bizlerde de beklenen değişiklik meydana gelmiş olur. Ramazan ayı da görevini yerine getirmiş, bizi eğitmiş olur. Tıpkı bizi kendi zamanımıza hazırlayan bir mürşit gibi önümüzdeki on bir aya iyi bir insan olarak hazırlar.
Ramazan gönüllü olarak askere yazılmak gibi bir şey demiştik. Bizi ıslah edecek talimgâha biz talip oluruz. Tabii hakkını verebilirsek ne âlâ.
İnsan gece sahurda yiyip içip imsak vakti niyetlendi mi gün boyu oruçlu olmanın hazzını yaşar. Hele o akşam iftar için hazırlanan sofrada eş dost hep birlikte ezan sesini beklemek ayrı bir zevktir. Sofra berekettir, bereket ise paylaştıkça çoğalır. Ve o sofralarda hiç kimse freni boşalmış kamyon gibi yemeğe saldırmaz. Hani arabanın anahtarını çevirip marşa basar ve yavaşça gaz verip ayağınızı debriyajdan çekersiniz ya. İşte tam da öyledir oruç açmak, iftar etmek. Ve sonra aheste aheste yola revan olursunuz. Zaten manevi olarak Allah sizi doyurur.
Aslında bir kâse çorba da yeter.
Peygamber efendimizin (S.A.V.) bir hadisiyle sözümüzü sonlandıralım.
“Eğer kullar, Ramazan’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” (Heysemî, c. III, s. 141.)
FACEBOOK YORUMLAR