Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

KÂĞIDA İNCİ DİZEN ADAM YILMAZ SOYYER

28 Ocak 2025 - 09:12 - Güncelleme: 28 Ocak 2025 - 10:25

KÂĞIDA İNCİ DİZEN ADAM
YILMAZ SOYYER

Her insan bu dünyada kendi fikirlerinden bir bahçe meydana getirir. Kendi fikirlerini besler, sular, zaman zaman budar ve onların meyvesiyle de besler, beslenir. Yılmaz Bey de kendi fikir bahçesinin hem yaratıcısı hem de bekçisiydi. Doğru bildiğinden ne pahasına olursa olsun geri adım atmazdı.
Onunla tanışıklığımız üniversite yıllarımda eşim sayesinde olmuştur. Yılmaz Bey’in şair yönünü ilk olarak aşağıdaki dizeleriyle öğrenmiştim, daha dün gibi hatırımdadır.

Bazen elif elif ney bazen şırıl şırıl su
İki tılsım düşürür hayâlini yâdıma
Uzaklardan bir mansur dem tutar feryâdıma
Ne duyan var âhımı ne koşan var imdadıma
O Akdeniz akşamı gözlerinin korkusu

Beni takip ediyor o sır yerden beridir
Annemden dinlediğim ninnilerden beridir

Hakikaten şiir öyle ustaca kaleme alınmıştı ki Hz. Mevlânâ’nın feryadını andıran bir söyleyiş vardı bu söyleyişte. İnsan böyle bir feryada kulağını nasıl tıkayabilir ki.

Kadim dostumuz Yılmaz Soyyer’i geçtiğimiz Ekim ayının son günlerinde kaybettik. Uzun bir hastalık döneminden sonra iyileşmişti lakin ömür dediğin bir nefes kadar kısa. Demek ki takdir edilen bu kadarmış. Üzgünüz.

Yılmaz Bey’in şiir yazmayı bıraktığını duyunca eşim ve ben çok üzülmüştük. Eşimle üniversite yıllarında bir dönem aynı evi paylaşmış, ev arkadaşıydı. Yıllar içerisinde dostluğumuz hep devam etmiş, eşi Emine Hanım da bu dostluğumuzu hep kuvvetlendirmiş, güler yüzüyle, sakinliğiyle bizlerin dostluk harcının çimentosu olmuştur.

Yılmaz Bey, 1960 yılında Konya Ereğli’de dünyaya gelmiş bizden yaşça büyüktü, ağabeyimiz sayılırdı. Benim için şiir sahasında şüphesiz zaten ağabeyimdi. Yılmaz Bey çocuksu, saf tavrıyla tam bir şair adamdı. Çifte Vav’ın İzinde adlı kitabındaki şiirlere bakınca da hassas bir sosyolog şair diyor insan. Çünkü bu topraklarda yaşayan bizlerin, yaşadığımız her türlü sıkıntı, cefa, sefa, kültür, gelenek göreneklerimizin izlerinin hepsini şiirlerinde bulursunuz. Şiirleri tek bir konu etrafında dönüp dolanmaz. O kelamını arı duru Türkçeyle söylemiş, kaleminin mürekkebini ise aklıyla, fikriyle ve gönlünden akan duygularıyla doldurmuş. O duyguları harekete geçiren ise Türk milletinin değerleri olmuştur. Yeri gelmiş Davraz Dağı olmuş, yeri gelmiş Ereğli’si olmuş, yeri gelmiş Fırat Çakıroğlu gibi şehitlerin makamında yer tutmuş, yeri gelmiş allı pullu turnalar olmuş. Bu milletin her halini, her acısını, her kaygısını ve her sevincini kendi potasında şiirleştirmiş, romanlaştırmıştır.

Benim için şiir henüz şarkı sözlerinden ve önemli günlerde okunan dörtlüklerden ibaretken, o tâ lise öğrenciliği yıllarından beri, önemli edebiyat dergilerinden Divan, Türk Edebiyatı, Töre gibi dergilerde şiirleri yayınlanan usta bir şairdir. Benim yazdığım şiirleri görüp biraz daha talim etsin diyenler de çıktı. Lakin Yılmaz Bey’e müteşekkirim, beni bu konuda hep yüreklendirmiştir. “Sakın kardeşim şiiri bırakmayasın” demiştir. İlk kitabım olan “Salıncaklar Kurdum Gökyüzüne”yi ilk okuyanlardandır. Kitabım için lütfedip güzel bir takriz yazısı yazarak kitabımı ve beni onurlandırmıştır.

Dostlarının ısrarları üzerine çıkardığı ilk şiir kitabı “Çifte Vav’ın İzinde” eserini okuyanlar bilirler ki kitabın ilk şiiri kendini sorgulamakla başlar.

Kalmam için bana âit yer mi var?
Yarım bıraktığım hayaller mi var?
Koşturdum boş yere bir ömür boyu
Şakağımdan küskün akan ter mi var?
İsterim ki torunum ansın beni
Elinde dilimden bir eser mi var?
Yoldayım ben, yolda idim, hep yolda

Yılmaz Soyyer’i dünyadan gelip geçen bir yolcu olduğunu bilerek yaşamaya çalışan bir hakikat arayıcısı olarak tanımlamamak, ona en büyük haksızlık olur kanaatimce.

O hep Çifte Vav’ın izini süren bir seyyahtı şu âlemde. Herkes kendi içindeki Allah’ı kendi idrakince anlar ve anlatır. Ressam tuvaline içindeki hislerini çizer, nakkaş içindeki renkleri işler, şair içindeki Allah’la konuşur, buluşur, ilhamını ondan alır. Yukardaki şiirinde de zaten yolun ağırlığını hisseden bir şairin hassasiyeti var.

Soyyer, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat fakültesinde din sosyoloğuydu. Çok iyi bir şair, Romancı, bizim musikimizin makamlarının inceliklerine hâkim, iyi bilen bir dinleyici ve araştıran iyi bir akademisyendi. Kendi sahasıyla ilgili çeşitli kitaplar ve sayısız makaleler yazdı.

Alevî-Bektaşi geleneğini araştırmış Türkiye’de bu konuda yetkin akademisyen ve kalemlerden biridir. Bektaşilik yol ve erkânınca kullanılan terimleri Hünkâr” adı altında bir sözlük hazırlayarak kitaplaştırmıştır. Bu onun sosyolog olarak eksikliğini hissettiği bir konudur. Çünkü bu geleneğin içine doğmuş gençlerin literatürden ve tozlu raflara sırlanmış olan terimlerden haberi yoktur. Alevi- Bektaşi gençlerinin kendi kültürlerine yabancı kalmasına gönlü razı olmadı. Gerçi bu çalışmasından sadece Bektâşi canları değil bütün tasavvuf yollarına gönül verenler muhakkak faydalanacaktır. Bu dünyaya bir kul olarak gelişini hep sorgulamış, sorgulamış, yaptığı ettiği her işte ve kalem oynattığı her eserde bunu bizlere de hissettirmiştir.

Yılmaz Bey’e sadece ilmi çerçeveden bakmak onun Samiha Ayverdi hanımefendiden aldığı eğitim ve terbiyeyi yok saymak olur. Sadece bununla da yetinmemiş, kendi yolundan hariç bütün tarikatlardan beslenmiş bir adamdı. Hz. Mevlânâ ve yoluna olan muhabbeti değil midir ki ona “Mevlevî” romanını yazdıran.

O hep kendisini arayan, bu yolculukta hem kendisini hem de bütün yolların aslını sorgulayandır. Onun için bugün yaşayan yolların hiçbirinin kalıbı ona uymamıştır. Yollarda yanlışlık olmazdı amenna. Ancak yolu yürüyenlerdeki yanlışlıklar onu, yollardan madde olarak hep bir adım geride tutmuş ve yürüyenlerden kendini uzaklaştırmıştır. Zaman zaman sosyal medya paylaşımlarında itirazlara maruz kalmış ve sert eleştiriler yöneltilmiştir.

Yazmış olduğu üç roman ve ilmi eserleriyle bizlere kendi duyuşlarını aksettirmiş sesini kimimize duyurmuş, kimimize ulaşamamıştır. Ama o söylemekten asla vazgeçmemiş. Kimi zaman bir şiirle, kimi zaman bir makaleyle ve kimi zaman bir romanla seslenmiştir. Bu romanların iki tanesi Alevî- Bektâşi geleneğinden yola çıkarak hazırlamış olduğu “Semah Aşka Doğrudur” ve “Çerağlar Uyanırken romanlarıdır. Ayrıca Bektâşilik yolunu ve erkânını anlatan ilmi bir çalışma olan “Şu Bizim Bektâşiler” adlı kitabını atlamak olmaz.

Yazımın başında da belirttiğim gibi Yılmaz Bey kendi fikir bahçesinde yalnızdır. Bunu şiir kitaplarını okuyanlar anlayacaktır. O fikrî yalnızlığını, çekildiği mağarasından şiirlerine yansıtır. Belki bu yalnızlığı ilahiyatçı oluşundan çok, gönül adamı olmasından mütevellitti.

Geçirdiği o uzun hastalık sürecinde ikinci şiir kitabı “Gökte Lamelif Çevirdimde okurlarıyla buluşmuştu. Biraz iyileşince hemen ikinci evladı Ali’yi de evlendirmiş onun da mürüvvetini görmüştü. Sanırım bu âlemdeki vazifesini tamamlamıştı.

Onun kaybı ailesi ve bizim gibi bütün dostlarını derinden sarstı. Herkesin söylediği ve hemfikir olduğu tek şey, daha çok yazılacak şiir vardı.

Evet, insanlık var oldukça şairler ve şiirler hep var olacak. Dünya var oldukça kelimelerle yoldaşlık edip o sırlı dünyanın içinde dolaşıp duracağız. Lakin Yılmaz Bey’in yazacağı şiirleri özleyeceğiz. Bence onun şairliğini yüzyıllar sonra da demini almış şarap gibi hep okuyacaklar, okuyacaklar. Kim ne derse desin şiirde Yılmaz Soyyer de bu ülkenin kilometre taşları arasında yerini almıştır. İnsanlar onu yazdıklarından anlamaya çalışacak ve zaman eleği, herkes gibi onu da eleyip hakkını teslim edecektir. Ne demişler Sezar’ın hakkı sonunda Sezar’a teslim edilir.

Her insan dünyaya kendi ördüğü penceresinden bakarmış. Dolayısıyla her insanın baktığı yön de, baktığı şeyler de birbirinden elbette farklıdır. Yılmaz Bey’i yine onun kendi penceresinden bakarak bir şiiriyle bu âlemden uğurlamak isterim.

Pınarlar dağlarda akar içilmez
Temiz helâl midir artık seçilmez
Yollar haram olmuş bize geçilmez
Bekle âhireti seyret dediler
Ya tahammül ya da hicret dediler

Uğurlar olsun güzel kardeşim, üstadım, ağabeyim.

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum