KÂBE’DEN YESİ’YE GÜL GELİR
Medine’den Yesî’ye gelir bir hurma düş olur
Köklenir Yesi’den âleme yol olur, yürüyüş olur
Yıldızlı gecelerde, gökyüzüne bakarken kulağıma Altay dağlarında çalınan kopuzu, söylenen türküleri, at kişnemelerini, Dede Korkut masallarını, onları dinleyen çekik gözlü kavruk balaları, kamın süslü tuğunun renklerinin buralara selam verişini gönlümde, yüreğimde duyarım.
Türk deyince; Orta Asya stepleri ve büyük göç gelir aklımıza. Bizler; çadırda yaşar, toprakla sevişir, atlarla, rüzgârla güreşiriz. Tanrıyı havada, suda, esen rüzgârda, gökte, ayda, yıldızda, güneşte bulmuşuz. Onunla tanışıklığımız hep o günlerden.
Kendi kültürünü meydana getiren bu topraklar, nice devletli insan, lider, nice âlimler, nice dervişler, zahitler, abidler, edipler yetiştirmiştir. Bugün onlardan biri olan Yesî’nin gülünden, Ahmed Yesevî Hazretlerinden bahsetmek istiyorum. Ansiklopedik bilgiden ziyade, bugün Ahmet Yesevî Hazretleri’nin hayatına başka perspektiften bakmak istiyorum.
Onlar ki Müslümanlığın yüz akı, İslam’ın sancaktarı alperenleridir. İnsanı göğe çıkaran, zemini sağlam, ayağı kavi, imanı kefen kadar temiz, edep öğreten tekkelerin kurucularıdır. Onlar, edepten ebede ulaştıran, cetvelsiz, yol çizenlerdir. Kaleme yazdırıp kelamla gönle fısıldamışlar, damıtıp damıtıp insan küpüne hikmetle basmışlar hep. İslamiyet’i ve güzel ahlakı eksiltmemişler, ekşitmemişler, eğip bükmeden, eğilip bükülmeden, yoğunlaştırmış, sulandırmamışlardır.
“Namaz, oruç, tevbe üzre gidenlere,
Hak yoluna girip yürüyenlere,
Bu tevbeyle âhirete gidenlere
Bağışlanmış kullar ile sohbeti var.”
derken gerçek kulluğun rükünlerini hatırdan çıkarmazlar. Öğrencilerine ve halka verdiği vaazlarda, derslerde de hep hatırlatırlar.
Yesevî Hazretlerini anlamak için onun bir günü nasıl geçirdiğine, neler yaptığına bakmalıyız. Hazret bir günü üçe bölermiş. Büyük bir bölümünde ibadet ve zikirle meşgul olur, bir bölümünü öğrencilerini eğitmek için derslere ayırır, kalan kısmını rızkını kazanmak için tahta kaşık yapımında değerlendirirmiş.
İnsan söylediğinden çok yaşadığıyla tanınır, yaşadığıyla güven kazanır. İnsan bir günün içinde saklıdır. Bu bakımdan Hazretin bir günü nasıl yaşadığı önemlidir. Günün birinci bölümünde, Allah’la beraber olur, Allah’ın cemaline talip kulun gayretidir onun zikri. Sevgilisiyledir. Tasavvuf ehli için zikir; gönlü dünya kirinden, pasından, riyadan temizleyen gül suyu, gül yağı gibidir. Gündelik kirlerden, riyadan, kibirden Allah’la Allah’ın kapısında arınır ve kendini bir adım daha O’na yakınlaştırır. Çünkü Ra’d Suresi 28. ayetinde “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” deniyor.
İkinci bölüm hizmettir. Allah’ın hikmetine ve himmetine talip olan hizmet eder, düsturunun gereğinin yerine getirildiği sohbetleridir, dersleridir. Gerçek kul nasıl olunur, hem yaşayarak, hem anlatarak Allah’a ve Allah’ın Kâbe’si olan gönle hizmet edilişidir. Halka hizmet Hakk’a hizmet prensibinin ocakta pişmiş, sofraya gelmiş halidir, onun yaşayışı.
Üçüncüsü ise dünyalıktır. Bir şeyh, bir lider hayatıyla örnektir. Peygamberimiz hediye dışında, hiçbir zaman, hiçbir şekilde, fitre zekât sadaka almamıştır. Kendi döneminde, ehl-i beytini de fitre, zekât, sadaka almaktan men etmiştir. Hele hele siz Hz. Peygamberin (S.A.V) mirasını devralmış, din önderi, şeyh, imam, müftü, hatta öğretmen iseniz bu, hiç mi hiç olmaz. Müslüman vakarlıdır, dünyalık için kimseye el açmaz, taşıdığı ruhun hatrına vekârını korur, Allah’ın vekârını korumak için çalışır. Kaldı ki kaynaklara göre, Yesevî hazretleri aileden epeyce varlıklıdır. Çünkü ihsan gören ağız susar, lâl olur.
Din parayla satılmaz. Karşılık alınarak anlatılanların, karşıya tesiri olmaz. Dinleyenlerin kulağında, banknot hışırtısı, bozuk para tıngırtısından öteye geçmez. İnsanı gül bahçesine davet eden bahçıvanın elinde diken izi, nefesinde gül kokusu, yeninde, yüzünde gülün rengi olmalıdır. Olmalı ki sözün tesiri olsun. İşte o an, insanın sözleri kulaktan gönle yol bulur. O zaman, nakkaşın gönle işlediği nakış, hiç solmaz. Girdiği gönülde söz vücut bulur, dillenir, dal budak salar, çiçeklenir.
Yesevî hazretleri de aynen bu bahçevan misali, eli, yüzü, yüreği diken yarasıdır. Sünni ve mensubiyetini şiirlerinde dile getirdiği Hanefi mezhebine sokulmaya başlanan, yalan dolan riya, bid’at dikenlerinden arındırmak ve nefsinin dikenlerini temizlemekten her yeri yaralı berelidir. Hz. Peygamberin sunduğu hurmanın sarhoşudur ve onun kokusunu taşır, Medine kokar Mekke kokar gül kokar. Hazret Dîvân-ı Hikmet’inde kendi zamanını bugüne de ışık tutacak şekilde bir şiiriyle eleştirir. Der ki,
“Mürşidlikni da’vâ kılur şartın bilmes
Helâl haram, sünnet, bid’at farkın bilmes
Bû Hanîfe mezhebinde bergiz yürmes
Diger bid’at mezheplerdin yürürler-e”.
O “Âhir zamanda bizden sonra öyle şeyhler zuhur edecek ki, şeytan onlardan ders alacak ve onlar Şeytan’ın işini yapacaklar… Ehl-i Sünnet ve Cemâati düşman görüp ehl-i bidat ve dalâleti sevecekler” derken acaba bugünü mü işaret ettiler. Yoksa her devirde…
Kemale ermiş bir Müslüman doğru sözlü, ahlakını edeple süslemiş, eylem, davranış ve sözlerinde Kur’an, ayet, hadis dışına çıkmayandır. Beş vakit namaza ‘üç’ dememeli; ‘bütün namazlarınızı ben kıldım sizin kılmanıza gerek yok’ gibi Allah’ın Kitabı’nın dışına çıkmamalıdır. Toplumda kim olursa olsun ister halktan biri ister yakınlarının eşine, çoluğuna çocuğuna yan gözle bakmamalıdır.
Hazret bütün bunları üzerinde namusu gibi taşımış, yaşamıştır. Yaşadığı her anı, anasının ak sütü gibi helallemiş, kendi zamanına ışık, geleceğe köprü, Anadolu’ya da ışığını tutmuş bir velidir.
Ne yaşamışsa gizli saklı değil aşikâr, halkın önünde yaşamıştır. Bugün kökleri Mekke’de, gövdesi Yesî’de asırlık bir çınar, ışığı Anadolu’da, meyveleri ise bütün dünyaya dağılmıştır. Türk tasavvuf anlayışı Ahmed Yesevî Hazretlerinin bize bırakmış olduğu ekolünden beslenip, pek çok tarikat Yesevîlikten neşv ü nemâ bulmuştur.
Hem yerlidir, hem de millî… Türk’ün üzerine kusursuz bir terzi elinden çıkmışçasına oturur. Kilo alırız, zayıflarız diye hayıflanmayın, iyi terzi bir elbiseyi, ilelebet giydirir. Yesevîlik bize, ne dar gelir, ne de bol; ne sıkar, çatlatır, ne de gevşetir, her şey dozunda kararındadır, tıpkı Mevlevîlik, Kâdirilik, Halvetilik gibi. Aslında “size orta yollu bir din getirdim” diyen Efendimiz’i (S.A.V) anlayan bir yaşayıştır. Ne diyor Yesevî Hazretleri sekiz yüzyıl öteden bizlere.
Ey sûfî! Eline tesbih alıp dertsiz yürürsün,
Dünyaya aldanıp din işini arkaya atarsın,
Kork şimdi, kork şimdi, Allah’a yalvarıp
Derviş görünüşlü oldun ama asla Müslüman olamadın.
Derviş görünen değil, gerçek Müslüman, hakikatli gönül dervişleri olabilmek dileğiyle…
KAYNAKÇA:
Ahmed Yesevî, Editör: Prof. Dr. Necdet Tosun, Ankara 2015.
FACEBOOK YORUMLAR