Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

SEÇİMLER BİTMEDEN

01 Nisan 2019 - 13:27

                                   SEÇİMLER BİTMEDEN

 Bu yazımı kaleme alırken Diyarbakır ve Malatya dışında ülkemizin diğer yerlerinde çok şükür kanlı bir hadise olmadı. Buralarda vefat eden kardeşlerime rahmet, yaralılara da Allah’tan şifalar diliyorum. Keşke buralarda da kan dökülmesiydi.

  Seçim propagandası sırasında gerek liderlerin, gerekse mahalli siyasetçilerin konuşmaları yanında bazı vatandaşlarımızın sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle birbirimizden bu denli uzak oluşumuz şahsen  beni gerçekten kaygılandırdı.  Bundan sonraki seçimlerde birbirimizden uzaklaştırıcı konuşmaların,  gönül ve yürek yaralayan paylaşımların yapılmaması için  sade bir yurttaş olarak düşüncelerimi siz okurlarımla paylaşmak istedim.

Batıdaki yüz yıl savaşlarını    hatırlarsınız.    Yüzyıl savaşlarında    akıtılan    kan, mezhep savaşları yüzündendir. İslam dünyasında  Kerbela hadisesinden  sonra    oluşan Sünni ve Şii mezhepler  arasındaki  kavgaları  ve akıtılan kanları  düşünün.     Salim    bir kafa ile düşünüldüğünde    dün    yapılan    ve günümüzde de    halen   yapılmakta    mezhep    kavgalarının    ne kadar anlamsız olduğunu    görürüz.   Mezhepler konusunu öğrencilerime    anlatırken hep   şu misali    vermişimdir.   Maksat  Manisa’nın bağrını yasladığı  Spil dağının zirvesi    at alanına çıkmak ise buraya Kemalpaşa tarafından,    Manisa ağlayan kaya    tarafından, Karaoğlanlı tarafından    çıkan    yollardan biriyle     at alanına    çıkabiliriz. Buraya çıkmak isteyen kardeşimiz, kendisine göre hangi yoldan çıkmak isterse tercihi ona bırakalım. Bunun için “İlle de ağlayan kaya tarafından çıkacaksın” dersek, aramızda  kavga ve münakaşanın  çıkmayacağına kimse garanti veremez.   Mezhep de  kelime anlamıyla   “görüş, tutum, fikir, takip edilen  yol” anlamına gelir. Terim olarak da “ kendi içinde  tutarlı bir metot ve düşünce sistemine   sahip  olup belli  fikir ve şahıslar etrafında  oluşan hareketlere verilen  isimdir. “ Kısacası mezhep de   Allah’a  giden bir yoldur. Kul  da Rabbi’ne kavuşmak için hangi yolu   tercih ederse    varsın    oradan yoluna devam etsin.  İlle de “benim mezhebimin  yolunu  izleyeceksin”  dayatmanın  hiç bin mantığı yoktur. Partiler  de   ülkesini kalkındırmak,  milletine hizmet etmek amacıyla  aynı  fikir ve misyonda olan insanların bir araya gelerek  seçimle  iktidara gelmek için  belli    fikirler   dâhilindeki   teşkilatlanmalarına     “Parti” diyoruz.   Mezheplerin  amacı   kendilerine göre doğruluğuna inandığı, doğru yol olarak    gördüğü    yoldan Rabbi’ne kavuşmak, partiler de fikirlerinin    doğruluğunu    savunarak, halkı   inandırarak  seçim yoluyla iktidara gelmektir. Bütün dünyada  olduğu gibi bizde de    seçimler  en heyecanlı, en hadiseli  geçen günlerdir.    31 Mart da    çok  şükür kazasız belasız bu heyecanı    doruk noktasıyla yaşadık.  Fakat şunu özellikle  belirtmemiz gerekir ki  torunlarımızın torunları,    gelecek nesillerimiz boyunca hepimiz bir gemide    uzun yolculuğa   çıkmış  insanlarız. Gemi bizimdir. Hedefimiz de    geminin rotası   nekadar başka olursa olsun    aynıdır. Rota üzerinde düşüncelerimiz    başka başka olabilir. Kimimiz    kuzeyden, kimimiz güneyden, kimimiz doğudan, kimimiz batıdan geleceğe  varmanın  daha kolay olacağını   düşünebiliriz. Fakat gemiyi  yolundan alıkoymaya  veya içinde bizimle  beraber bulunanlara, mezheplerde olduğu gibi sırf bizden farklı    düşünüyorlar    diye kızmağa, onlardan nefret    etmeye   hakkımız yoktur. Zaman zaman    farklılığımız   zenginliğimiz diye övünüyorsak, farklı düşünceler de    zenginliğimiz olmalıdır. Ama farklı düşüncelerimizden dolayı birbirimizi  horlamayalım, küçümsemeyelim. İnanınki   farklı düşünceler, olumsuz eleştiriler bile    insanın    ufkunu genişletiyor.    Türkiye genelinde    Cezaevlerinde, üniversitelerde, liselerde   ve halk eğitimlerde eğitim semineri   ve konferanslar veriyorum. 

 Yukarıda da    söz ettiğim gibi    olumlu dönüşlerden ziyade olumsuz eleştiriler daha çok hoşuma gidiyor. Onlar vasıtasıyla    çalışmalarım    daha da olgunlaşıyor. Her insanın    değişmeyen    temel bir ihtiyacı vardır. O da takdir edilmek, beğenilmek ve adam yerine konulma ihtiyacıdır.    Bu ihtiyacı dozunda bırakmazsak  başkalarına değil, kendimize aşık bir insan olursak ve  “ ENEMİZE” tapınır hale gelirsek    büyüyeceğimiz    yerde küçülürüz. Diyojen’e sormuşlar :   “Sen mi    daha değerli bir alimsin, yoksa Eflatun mu?” Diyojen: “    Ben kum gibiyim ama Eflatun altın gibidir.”   Aynı şeyi dinler de  öğütlemektedir. Fussılet : 34”  İyilikle kötülük denk değildir. Sen kötülüğü en güzel olanla defet. Bir de bakmışsın ki, seninle    arasında düşmanlık olan kişi  sanki  sıcacık bir dost  oluvermiş.” Peygamberimiz:

Nefsiniz için sevdiğiniz şeyi  kardeşiniz  için  sevmedikçe, hiç biriniz  mü’min olamazsınız.” Budizm: “Sana ıstırap  veren şeyi başkalarına yapma” Tevrat Hıristiyanlık: “  İnsanların    sana acı veren  şeyle  başkalarını incitme” Buda Yahudilik: “ Senin için yapmalarını istediğin her şeyi    sen de    onlar için yap.” Matta incili. Konfüçyüs:” Sana başkalarının    yapmasını istemediğin  şeyi başkalarına   yapma” Hinduizm:”  İşte en yüksek kanun budur. Sana yapımsını sevmediğin  şeyi başkalarına yapma” Taoizm:” Komşunun kazancını kendi kazancın  gibi, onun zararını  kendi zararın gibi kabul et” Zerdüştlük: “ Yalnız  kendisi için  kötü olan  şeyi komşusuna  yapmayan  insan iyi insandır.” Görüyorsunuz  dinimiz  kötülüğü iyilikle  def etmemizi istediği gibi   hak ve batıl bütün dinler    kardeşliği,    karşılıklı    yardımlaşmayı    kendimizden ziyade    muhatabımızın    iyi    olmasını   ve ona iyi davranmamızı sağlık vermektedir. Birbirimizi sevmeden birbirimizi anlayamayız. Hal böyle iken  her seçimde olduğu gibi, 31 Mart  seçimlerine girerken  de   başta    siyasi parti liderlerimiz     olmak üzere taşradaki siyasilerimize kadar   birbirlerine olan    hitaplarını    bazen yüzümüz kızararak dinledik.  İnanç bakımından    aralarında asgari değil, azami müşterekliği olan    kardeşlerimiz   millete    kardeş  olmayı, bir ve beraber olmayı öğütlerlerken neden kendi aralarında    düşmanca davranırlar bunu anlamış  değilim. Üstelik de    biz sade vatandaşlar olarak bu çekişmelerden    son derece rahatsızız. Umarım bundan sonraki seçimlerde     bu üsluptan vaz geçilir. Daha yumuşak,  daha kardeşçe bir üslup tercih edilir. Elbette bu  bu kolay bir yol değildir. Zaten kolay olsaydı, asırlardan beri  bütün dinler, bilge insanlar    ve filozoflar    bunu vaaz etmezlerdi.

Kolay olan geçmiş, ölmüş insanların  arkasından  büyük bir  teessürle bahsetmek, onları ne kadar sevdiğimizi    hatırlatır. Hâlbuki onlara hayatta iken    insan için gerekli olan itibarı gösterip de onlardan daha çok yararlansak olmaz mıydı? Almanya’da   bulunurken    bir işçi kardeşim    Almanya’nın    Chemmüz  şehrinde    mevta bir bayanın mezar taşındaki    yazıdan söz etmişti. Bütün hayatı ıstırapla geçen bir bayan  hayatta iken mezar taşına:   “ Mezarıma çiçek koymayınız, hatta başınızı   çevirmeden  geçiniz Bütün ömrüm boyunca  bir tek kişi  benimle ilgilenmedi. Bundan sonraki yapmacık  ilginizle  beni hiç olmazsa ebedi uykumda  rahatsız etmeyiniz.” Çinli bir bilgin öğrencileri ile  büyük bir kabristanı  geziyor ve mezar taşlarındaki yazıları  okuyormuş. Taşların üzerindeki  övgüler  adamcağızı  düşündürmüş  ve demiş  ki: “ Bu dünyanın düzelmesi için    biricik çare    yaşayanların hepsini öldürmek, ölüleri de diriltmektir.” Halbuki yaşayanlar arasında da  ölüler kadar   iyi insanlar vardır. Fakat ne yazık ki biz diriler,    iyiler öldükten sonra    onları sevmeğe ve takdir etmeye  başlıyoruz.   Bütün insanların ağzından düşmeyen ve en çok kullandıkları  karşılıklı sevginin   temel   bir ihtiyaç olduğunda    iltifat etmiş olmalarına   rağmen   şu hikmet ne kadar   düşündürücüdür. “ insanların    komşularından nefret   etmeğe yetecek kadar    sebepler yanında, onları    sevmeğe    yetmeyecek kadar    da dinleri vardır.” Başkalarından    nefret eden, onlara kin bağlayan onları kıskanan   fertlerden   teşekkül eden toplumların    huzur içinde    yaşamalarına imkân ve ihtimal yoktur. Toplumların  huzur içinde yaşamasının  Formülünü de  Rabbimiz   Fussilet  34: “Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde ( iyilikle) sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün.” buyurmuştur. Aksi takdirde    kötülüğe    ve çirkinliğe   aynıyla   mukabele etmek fertler ve fertlerin teşkil ettiği    toplumlarda    vesvese, korku ve huzursuzluk artarak  devam eder. Muhtaç oldukları  huzura kavuşamaz Hitler ve benzerleri  nefretle   insanları  birleştirmeğe çalıştılar.  Ama ilahi  insan sevgisi    karşısında   perişan olup gittiler. İnsan hatırı için insan   sevilmez   Allah hatırı için, Allah değer verip  insan olarak yarattığı için sevilir. Sadece insan değil   yaratılan    canlı cansız her varlık sevilir. Çünkü her varlıkta Allah’ın yaratılış   mührü vardır da ondan. Şunu bilelim ve baştan kabullenelim. Her oyunda,  olduğu gibi  her seçimde  bir yenen, bir de yenilen vardır. Centilmen ona derler ki, yenilmeği kabul eder, hasmının üstün taraflarını kabul eder, maçtan sonra onun elini sıkar ve gelecek oyuna daha iyi hazırlanmaya çalışır, mızıkçılık etmez, hakeme küfür etmez. Yenilgisinin sebeplerini    araştırır. Ona göre hazırlığını yapar. Yenen de, galibiyetiyle gururlanmamalıdır. Gurur ve kibir  şeytanın ilahi huzurdan kovulmasına  sebep olmuştur. Bize düşen rolümüzü en güzel şekilde icra etmek ve oynamaktır. 

  Yüce Yaratıcımız, Ulu Hakemimiz   bize takdir ettiği rolümüzü   ne kadar dürüst  oynadığımıza göre hükmünü  verecektir. Ulusal ve mahalli siyasetçilerimize dört buçuk yıl sonra   yapılacak genel seçimlerde   bugüne kadar    kullandıkları    üsluplarını    gözden geçirmeleri    temennisiyle   başarılar diliyorum.www.kadirkeskin.net