Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

EŞLER ARASINDA YAPILAN SAVAŞ

03 Ağustos 2019 - 19:37

 

EŞLER ARASINDA  YAPILAN SAVAŞTAN GALİP ÇIKAN OLMUYOR

Ne kadar haklı olursak olalım eşimizle öfkeli iken karşılıklı konuşmanın, itişmenin hiçbir faydası olmaz, üstelik zararı olur. Çünkü öfke, herkes için geçici bir delilik halidir. Bu durumlarda en nazik, en kibar insanlar bile nezaket kurallarına uymaz, üstelik bu hallerde ağızdan çıkacak yanlış bir kelime ve hakaret kalbi yaralar. Yaralanan kalbi ise tedavi etmek zorlaşır, hatta imkânsızlaşır. Açık yarayı iyileştirecek pomatları eczane raflarında bulabilirsiniz ama yaralanan kalbi tedavi edecek pomat bulamazsınız. Örnek mi? Alın işte birebir yaşadığım bir örnek. Buyurun:

 Bir gün odamda otururken telefon çaldı. Telefonu açtığımda feryat figan sesler duydum. Biraz dikkat kesilince okulumuz öğretmenlerinden (....) Hanım’ın sesi olduğunu anladım. “Yetiş Müdür Bey, kocam beni öldürüyor.” diye bağırıyordu. Eşini de tanıyordum. O da iyi tanıdığım öğretmenlerden biriydi. Duyduklarım karşısında dondum kaldım. Ne yapacağımı şaşırdım: “Karı-koca kavgasının arasına nasıl girerim?” diye düşündüm. Bir an polisi arayayım, diye geçirdim aklımdan. Sonra karı koca her ikisi de öğretmen olduğu için meslektaşlarımın onurunu düşünerek bu düşüncemden vazgeçtim. Böyle bir davranışa gönlüm razı olmadı.

Hemen müdür başyardımcısı olan arkadaşım Hikmet Öymener  beyi  ve bayan bir öğretmen arkadaşımızı da yanımıza alarak arabaya atladığımız gibi (....) Hanım’ın evine vardık. Dünyanın cenneti mutlu bir evlilik, dünyanın cehennemi de mutsuz bir evlilikmiş. Mutsuz evliliğin cehennem hayatı gibi olduğunu bu çiftler sayesinde görmüş oldum. Eve varıp kapıyı çaldığımızda kapı açıldı, gördüklerimize inanamadık. Böyle bir şey olamaz! Erkeğin eli yüzü, tırnak izleriyle kan revan içinde; bayanın ise her yeri mosmor, yaka paça yırtılmış. Olayı daha fazla derinliğine anlatmak istemiyorum. Vitrinde tabak çanak ne varsa hepsi hurdahaş olmuş, yerlere atılmış. Sanki Üçüncü Dünya Harbi burada oluyor. Biz varınca kavgayı ayırdık. Birini bir koltuğa, diğerini başka bir koltuğa oturttuk. Sakinleşmelerini beklerken ben: “Nedir kardeşim sizin derdiniz? Siz eğitimli kişilersiniz, siz bu davranışın insanları değilsiniz. İkiniz de beyefendi, hanımefendi insanlarsınız. Ne var, neyi paylaşamıyorsunuz?” dediğimde, her ikisi birden konuşmaya başladı. Her ikisi de kendi haklılığını izah etmeye çalışıyordu.

Neticede anladım ki yaklaşan bayram nedeniyle biri: “Benim aileme”  diğeri: “Hayır!, benim aileme gidilecek!” diye tartışmaya başlamışlar. Bu arada biriken diğer problemler de ortaya döküldükçe öfke  gelir göz kararır hesabı  kabaran  öfke neticesi   ağızların fermuarı yırtılmış  ağza alınmamsı gereken hakaretler…. vs. derken akıl gitmiş, yerine şiddet gelmiş ve karşılaştığımız sonuç.

Sonra ne mi oldu? “Benim ailem, senin ailen!” yüzünden boşandılar. Arkada boynu bükük iki yavru bıraktılar. Ve sonunda da  aile  içi savaştan her ikisi de mağlup çıktı. Cephedeki   savaşın  galibi oluyor da  evlerde yapılan savaşların galibi olmuyor.

Saygı değer okurlarım,  özellikle genç çiftlere sesleniyorum! Yaklaşan bayram nedeniyle aman sizler böyle bir inatlaşmaya girip de hem kendi bayramınızı, hem de büyüklerinizin bayramını zehir- zukkum etmeyin.

Herkese selam ve dualarımla hayırlı bayramlar diliyorum.

www.kadirkeskin.net

 

 

 

 

 

 

 

 

Boşanmak Kötülüğe Hizmettir

Sahabelerden biri gelir, Peygamber’imize sorar:

-Ya Rasülallah, bana cennete gidecek bir amel söyler misin? Peygamber’imiz sorar:

- Evli misin, bekâr mısın?

- Bekârım, ya Rasülallah. Peygamber’imiz:

- O hâlde git, önce git evlen; dinini tamamla ki cennete giresin.

Yine başka bir zaman sanki sözleşmişçesine Hifa adlı bir sahabe kadın da aynı soruyu sorar:

Peygamber’imiz:

- Evli misin, bekâr mısın? Sahabe kadın:

- Bekârım. Ya Rasülallah. Peygamber’imizin cevabı yine aynıdır.

- Git, önce evlen, dinini tamamla ki cennete giresin.

Peygamber’imizin cevaplarından anlıyoruz ki evlilik günahlara karşı büyük bir kalkandır. Başka bir buyrukta da: “Dünyanın cenneti huzurlu bir aile yuvası, dünyanın cehennemi de huzursuz bir aile yuvasıdır.” denilmektedir.

Zaman zaman Türk çocuklarının dini eğitimleri için Almanya’ya çağrılıyorum. Orada derse gelen öğrencilerden birine okuması için baba ile ilgili bir şiir verdim.

Çocuk:

- Hoca’m ben bu şiiri okumam, dedi.

- Neden? dedim.

- Ben babamı sevmiyorum, diye cevapladı. Sonra öğrendim ki anne-baba boşanmışlar. Babası başka bir hanımla evlenmiş. Çocuk babasından nefret eder hale gelmiş.

Huzur-u İlahi’den insan yüzünden kovulan şeytan, Âdem (A.S.)’a ve onun nesline düşmandır. Şeytanın sermayesi kin, nefret, hiddet ve hasetlik olup gurur ve kibirle gözü kör eder. Birinci düşmanı insan olan şeytan, insanı kıyamete kadar yoldan çıkarma ve sapıtma yemini etmiştir.

Bir gün büyük şeytan, üç küçük şeytanı vekilini dünyanın dört bir yanına dağıtır. Onların zafer sevinciyle dönmelerini dört gözle bekler, Şeytanın vekilleri döndüklerinde yaptıklarını tek tek anlatmaya başlarlar.

Birincisi çirkin bir gülümsemeyle “Efendim, iki adamı birbirine düşürüp kavga çıkardım. Birbirleriyle öldürürcesine kavga ettiler. Kavga esnasında dillerine ne geldiyse söylediler. Oysa tartıştıkları konunun hiçbir önemi yoktu. Birbirlerinin canını yaktılar. Biri hastaneye düştü, diğeri de hapishaneye. Artık onlar ölünceye kadar birbirleriyle dost olmazlar. Gördüm ki insanlar kavgayı çok seviyorlar, ben bu işe devam etmek istiyorum. Üstelik seyretmesi de çok zevkli oluyor.” der.

Büyük şeytan, anlatılanları donuk bir ifadeyle dinler. Anlatan kadar zevk duymaz.

İkincisi söz alıp: “Efendim, ben de insanları içki ve kumar yoluyla ifsat edip aralarını bozdum. İçki içirip aralarında kavga çıkardım. Biri hastaneye gitti, diğeri cezaevine, öbürü de mezara…” der ve şeytanın yüzüne umutla bakar.

Şeytan yüzünü buruşturur ve “Hiçbiriniz dişe dokunur bir şey yapmamışsınız.” diye avenesini azarlar.

Sıra üçüncüsüne gelir, arkadaşlarının yaptığı karşısında kendisinin yaptığı çok hafif kalır. Umutsuzca ve utanarak: “Efendim, ben bir adamla eşinin arasını açtım ve onları birbirine düşürdüm. Onları birbirinden ayırdım.” der; çünkü ona göre yaptığı bu iş arkadaşlarının yaptığının yanında küçük bir hadise idi. Duydukları karşısında şeytanın gözleri zafer sarhoşluğuyla parlar. Tahtından ayağa kalkar, bu vekilini kucaklar. “Gerçekten çok büyük bir iş başarmışsın.” diyerek bu vekilini tebrik eder. Diğer vekiller homurdanarak: “Efendim, bizler ondan daha büyük işler yapmışken bizi tebrik etmedin. Oysa bir adamın eşinden ayrılması basit bir olaydır.” derler. Şeytan, kendinden emin bir şekilde: “Sizin aklınız ermez!” der. O çirkin gülümsemesiyle sözlerine devam eder: “Bu kurnaz vekilim, bana toplumun ve insanlığın kalbini getirdi. Aile, toplumun kalbidir, direğidir. Bu direk yıkılırsa toplum da parçalanır. Aileler parçalanırsa toplum diye bir şey kalmaz, kargaşa çıkar, kavgalar uzar da uzar. Çocuklar ortada kalır, sağlıklı büyüyemezler. Hepinizin yaptığını bu vekilim tek başına yaptı. O, bir adamı eşinden ayırdı.” diyerek korkunç bir kahkaha atar. O sözü tekrar söyler: “O, bir adamı eşinden ayırdı.”

Vekil şeytan, bu övücü ve onurlandırıcı sözler karşısında vahşi bir zafer çığlığı atarak “Devam edeceğim, aileleri parçalayacağım. Kıyamete kadar hepsini saptıracağım.” der.

Evet, bugün dinimizi, milliyetimizi, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi tam hakkıyla yaşamanın ve yaşatmanın yeri ailedir. Sağlıklı toplumlar, sağlıklı ailelerle oluşur. Sosyologlara göre de sağlıklı bir aile piramide benzer. Bu piramidin altını çocuklar, orta kısmını gençler, daralan üst kısmını da yaşlılar oluşturursa böyle toplumlar sağlıklı toplum yapısıdır. Şayet bu piramidin tersi bir durum söz konusu olursa yani yukarı kısmını çocuklar, orta kısmına doğru olan yeri gençler ve alta doğru geniş yeri de yaşlılar oluştursa sağlıksız bir toplum oluşur. Tıpkı bugünkü Avrupa’nın durumu gibi. Çok şükür Türk milleti olarak bizim en sağlam yapımız ailedir. Ne yazık ki son zamanlarda ekranlar sürekli olarak parçalanmış ve kötü aile örnekleriyle toplumumuzun en sağlam yapısını bombardımana tutmaktadırlar. Aileler, kendilerini ve çocuklarını bu tür kötü örnekler seyretmekten korumalıdırlar. Unutulmamalıdır ki gözün gördüğüne zamanla gönül de alışır.

Toplumda görülen ve ekranlarda seyredilen olayların yanlışlığı çocuklara izah edilmelidir. Hanımını aldatan erkeklerin, kocasını aldatan kadınların sanki bir kahraman edasıyla ekranlara getirilmeleri, maalesef, çok ama çok yanlış görüntülerdir. Etrafınıza bir bakın bakalım! Mahallemizde, apartmanımızda, çevremizdeki mahalle veya sokaklarda kaç ailede bu tür yanlışlıklar yaşanıyor? Ekranlara getirilen örnekler devede tüy mesabesindedir; ama nedense bu tür yanlış örnekler sürekli olarak ekranlara taşınmak suretiyle toplumda bu gibi kötülere ve kötü örneklere yer açılmak isteniyor. “Namus, insanın beynindedir.” gibi laflarla değer yargıları aşındırılarak bizi de Avrupa’nın aile yaşantısına uyarlamak, hatta onlara dönüştürmek istiyorlar.

Aslında şu anda Avrupa’nın bize en çok imrendiği konu, aile yapımızdır. Aile hayatımız, aile bağlarımız, onlar için imrenilecek değerler olarak görülüyor. Bunu Almanya’daki Alman dostlarımdan dinledim. Avrupa’da yaşlılar, yaşlanan veya hastaneye düşen anne-babalar aranıp sorulmuyor. Yalnızlıklarıyla baş başa bırakılıyor. Oysa bizim vatandaşlarımızdan hastaneye düşen bir kişinin arkadaşları, komşuları ve akrabaları tarafından ziyaret edilişi Almanların gıpta ile izlediği bir durumdur. Bu hasta ziyaretinin kaynağı ise dinî öğretilerimizdir; çünkü bizim dinimizde hasta ziyareti, Allah rızası için yapılır. Peygamber’imizin hadislerinde sık sık anlatılır. Kul ahirete gittiğinde Cenab-ı Hak soracak: “Kulum, benim için ne yaptın?” Kul cevaben: “Allah’ım senin için namaz kıldım, oruç tuttum, hacca gittim, zekât verdim, senin adını andım.” diye amellerini sayacak. Cenab-ı Hak ise: “Bunların hepsi de kulluğunun gereğidir; ancak sen benim için ne yaptın?” diye sorduğunda kul: “Ne yapmam gerekirdi Ya Rab!” dediğinde Cenab-ı Hak: “Benim için bir hasta ziyaret ettin mi?” buyuracak. İşte bugün bizim aile yapımızın temelini dinî öğretilerimiz oluşturmaktadır. Hasta ziyareti, anne-baba hakkı, çocuk sevgisi, iffet anlayışımızın temelini dini öğretilerimiz oluşturmaktadır. Avrupa’da ise bu değerler, maalesef, olabildiğince erozyona uğramıştır.

Yakın dostum olan Dr. Franz Riederer, Mr. Gibs ve tanıdığım Alman öğretmenlerin hiçbirinin çocuğu yok. Çocuğu olanlar ise tek tük. Bu arada öğretmenlerden nikâhsız yaşayanlara da rastladım. “Neden çocuğunuz yok?” diye sordum. Verdikleri cevap: “Onun bakımını ve külfetini göze alamadık.” oldu; ama evlerine misafir olduğumda evin içinde kocaman bir köpekle kedinin en güzel şekilde bakıldığını gördüm.

Almanya’daki bir ilin Geçlik Merkezi Müdürü olan Stafen Mozer, kırk yaşlarında ve çok iyi bir dostluk kurduğum kişilerdendir. Mozer çifti, bir gün beni evlerine misafir etti. Bir dostluk belirtisi olarak her ikisi de kartvizitlerini verdiler. Kartvizitlere baktım, soyisimleri farklıydı. Sormadan edemedim:

- Kartvizitlerinizdeki soy isim farklılığı dikkatimi çekti, dedim.

Onlar:

-  Biz resmi nikâh yapmadık, arkadaş olarak yaşıyoruz, dediler. Ben de:

-  Pekâlâ, çocuklar kimin? dedim. Onlar:

- Bizim, dediler.

Ben meraklı sorularıma devam ettim:

- Pekâlâ, çocukları nasıl kayıt yaptırıyorsunuz, kimin üzerine kayıt oluyor?

- Almanya’da çocukların kaydı konusunda bir problem olmuyor, dediler. Ben dayanamadım:

- Madem birlikte yaşıyorsunuz, böyle yaşamak yerine nikâhlanarak beraber yaşasanız olmaz mı? dedim. Onların cevabı daha ilginç oldu:

-Belki zaman gelir o benden, ben ondan bıkabiliriz. Belki başkalarına gönül verebiliriz. Ayrılıp birleşmek zor olmasın, diye cevap verdiler.

Böyle bir anlayışın olduğu toplumda ailenin ne olduğunun ve ne olmadığının takdirlerinize sunuyorum.

Bu çarpık aile hayatı sonunda maalesef, çok çirkin ve çarpık yaşantılar ortaya çıkmış.

Burada anlatacağım olayla Avrupa’daki aile yapısının ne durumda olduğunu gözler önüne sermek istiyorum. Bu ve benzeri olaylar bizim gözümüzü açsın ki hem biz hem çocuklarımız bu tür sıkıntıları yaşamasınlar.

Almanya’da görev yaptığım Bielefeld şehrinde bir veli toplantısı düzenlenmişti. Ben de buradaki Türk çocuklarının okullardaki durumlarını izlemek üzere bu toplantıya katıldım. Toplantı, il çapında yapılıyordu. Toplantıya Belediye Başkanı, Milli Eğitim Müdürü, okul müdürleri, öğrenci velileri, öğretmenler ve Almanya’da yaşayan yabancılar: Türk, İspanyol, İtalyan, Yunan öğrenci velilerinin temsilcileri katıldı. Geniş çaplı bir toplantı yapıldı.

Toplantıda önce Almanya Emniyet Müdürlüğü’nden iki yetkili konuştu.

Birinci yetkili: “Gençleri zararlı alışkanlıklardan nasıl koruyabiliriz?” konusunda bilgiler verdi. Anlattığı şeyler, bizim ülkemizdekilerle aynıydı. Bizim de Türkiye’deki okullarımızda anlattıklarımızla benzerlikler gösteriyordu. Benim zaman zaman öğrencilere anlattığım konuların aynısını, aynı kelimelerle ifade etti. “Demek ki her ülkenin gençlerinin eğilimi, alışkanlıkları ve gençlere yaklaşma dili dünyanın her yerinde aynı.” diye kendi kendime düşündüm.

İkinci yetkilinin konuşma konusu ise “Almanya’da Çocuklara Yapılan Cinsel Taciz” idi. Yetkili, Almanya’daki çocuklara yapılan cinsel taciz konusunu anlatırken beynim allak bullak oldu. “Olamaz böyle bir şey!” diyerek isyan etmek istedim. Toplantı sonunda Alman Emniyeti, bu konuları içeren bir kitapçık dağıttı. Bu kitapçık Almanca, Türkçe, İspanyolca, İtalyanca ve Yunanca bastırılmış olup gelen bütün velilere dağıtıldı.

Almanya’daki çocuklara yapılan cinsel tacizin neler olduğunu Almanya Emniyet Müdürlüğü’nün raporundan vermek istiyorum. Bu ifadeler, toplantı sonunda bizlere dağıtılan kitapçıktan aktarmadır. Bu kitapçıktaki bilgiler, raporlar, değerlendirmeler ve kitapçığın basımı tamamen Almanya Bielefeld Emniyet Müdürlüğü’nün araştırmaları ile oluş