İsmail ZORBA
KIRKLANDIM VE YAZMAYA BAŞLADIM
Uzun zamandır elime kalemi alıp içimden geldiğince yazı yazamıyordum. Bir yerlerde tıkandığımı hissediyordum. Bir sözcük ardı sıra cümleler derken yazının kıvam almasını sağlayacağım yerde nefesim tıkanıp kalıyordu. İçimde bir şeyler donup kalmıştı. Bu tıkanıklığı gidermek için de elimden bir şey gelmiyordu.
Yaptığım yeni okumalar, yeni gözlemler, yeni arayışlar içimde bir yenilenme yaratmıyordu. Ta ki “Kırklandım”la yeniden göz göze gelene kadar..
İlk sayfalarda okuduğum cümleler beni sarıp sarmalıyordu. Zihnim uzun zamandır aradığım sükûneti bulmuştu. Daha ilk cümlede ferahladığımı hissettim. Aradığımı bulmuştum, eski bir dostumun sinesine sığınmış gibiydim: “Dünya yaşanmayı bekliyor, doyasıya yaşanmayı, yaşayarak yazmayı, öldükten sonra da yazılanlarla, kâğıda kayıt düşülenlerle, sözün tanıklığında yaşanmayı…”
Eylül’le başlayan denenmiş denemeler sayfaları çevirdikçe bir günlük, bir hatıra, bir deneme, bir sohbet havasında ilerliyordu. Ama benim uzun süredir okuduğum bu tür eserlerde yakalayamadığım bir samimiyet, bir tutarlılık yakalamıştım “Kırklandım”da.
Eser denenmiş denemelerin ötesinde şiir, hikâye, anı, deneme arası geliş gidişlerle hem içeriği hem de üslubuyla o kadar bütünlük sağlamıştı ki sözcükler kayıp gidiyordu belleğime. Hem elimden bırakamıyor hem de her okuduğum bölümü döne döne okumadan edemiyordum.
Kırklandım’da yazarın entelektüel, akademik, kültürel birikimlerinin zenginliğinin izdüşümlerini hayranlıkla takip etmekle beraber asıl dikkatimi çeken ele aldığı her konuyu bir tema hassasiyeti içinde bir denemeci bağlamları içerisine almadan her denemenin bir yaşanmışlık süzgecinden geçirilerek bize aktarıldığını görüyoruz. Bu denemecilik adına daha çok Batılı kaynaklarda rastlayabileceğimiz yazar ve eser tutarlılığının bir göstergesi aslında.
Kırklandım sayesinde şu an yaşımın bana neler kattığını, nerede ve hangi durumda olduğumu daha net görmemi sağlayan pasajları okudukça bu eserin aslında her okur için kendine ait çok şeyler bulabileceği bir başucu rehberi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
“Sevdiklerini unutmamalı oysa insan. Gülüşler, seslenişler hep hafızalarda kalmalı. Öldükten sonra dahi. Sanat bunun için var.”
Kırklandım yazarı o kadar çoğulcu bakıyor ki, bize yansıttığı bütün düşünceler bize yepyeni kapılar açıyor. Denemenin mihenk ölçüsü olan samimiyet ve tutarlılığa sadık kalıyor. Bize bir konu üzerinde çok farklı yollar olduğunu ve bu yollara giden bağlamların nerelerde olduğunu, nasıl gidilebileceğini işaret ederken seçimi okura bırakıyor. Ve bir denemedeki belki en hassas ölçü yazar kendisiyle mücadele ediyor. Yeri geldiği zaman kendisini ve düşüncelerini net bir şekilde eleştirebiliyor. Ve bunu maalesef bugün hala gittikçe kötüleşen ve bizi edebiyatta, kültürde, sanatta her alanda sığlaştıran bakış açısından uzak tutuyor. Herkese aynı ölçüde yaklaşıyor. Ötekileştirmeden.
Ele aldığı bir eseri, bir yazarı ya da bir sanatçıyı bize yaklaştıracağını en özel ve önemli detayları arasında bize aktarıyor. Buna aktarma da denemez, tanıtım aşamasında hassas bir değerlendirme içerisinde sunuyor.”Bu soruya farklı cevaplar verebiliriz. Farklı cevaplar verebiliyorsak bir soruya, o halde cevabı da yok demektir aslında bu sorunun. Yine de sormaya devam ederiz: Bir yazar niçin intihar eder?”
Ayrıntının çokluğunda ayrıntıdan uzaklaşırız aslında. Düşüncelerin sarmalında boğuluruz. Ama Kırklandım da bu sarmala asla düşmezsiniz. Yazar bütün ustalığıyla çekip alır. Bir balkonda dostlarla sohbete götürür. Her bir dost kendi iç dünyasında ayrı ayrı seslere sahipken yazar kendisini de bu dünyanın hem içinde hem dışında alır bir hazan senfonisinde tatlı akışın eşliğinde yepyeni düşüncelere salar. O durmadan çay içer. Çayın demini sözcükler eşliğinde çayın dokunduğu bütün coğrafyalardan geçirerek çayın olmadığı bir ortamda sözcüklerin asla demlenemeyeceğine inandırır. “… Paylaşıldığında daha da çoğalan mutluluğun, dostluğun, sohbetin, muhabbetin sıvıya dönüşmüş halidir çay.”
Kırklandım’ın sayfalarını sonbahardan başlayıp kışa, bahara, yaza ve en sonunda bir sene belki bir ömre sığacak sözcükler eşliğinde Virginia Woolf’tan başlayıp Beethoven’e, Van Gogh’a, Peyami Safa’ya, Orhan Pamuk’a, Yaşar Kemal’e, Mevlana’ya bir yazarlar resmigeçidinde, kitaplara, kitapların dünyasından yaşanmışlıklara bir bütünün farklı yönleriyle bize sunulurken bir fincan çayın eşliğinde yepyeni okumalara girersiniz.
Kitabın sayfaları arasında Funda Özsoy Erdoğan’la Üsküdar Salacak’ta bir hafta sonu sabahı bir kahvede ulu bir çınarın altında sohbet ediyoruz sanki. O konuşuyor ben onu doya doya dinliyorum. Sonunda ne mi oluyor? Öncelikle elimde bir sürü kitap listesi, mutlaka en kısa zamanda okunması gereken. Sonra farklı bir bakışla yeniden okumam gereken kitaplar. Önemli bir not: kendime daha çok zaman ayırmam gerek. Kendi içimde keşfetmem gereken daha çok şey var. En önemlisi de daha yazılacak o kadar şey var ki.
“Oysa insan kendi olarak da var olmak istiyor yazılarında. Denemek en azından, yaşadıklarını bir araya getirerek.”
Kırklandım’ı okuduğunuzda muhakkak kendinize ait bir cümleyle karşılaşacaksınız. O cümle sizi alıp nerelere götürecek? Hangi yazar sizin yazarınızmış göreceksiniz. Ve onca seçenek arasında kendi cümlenizi bulmak hiç de zor olmayacak. Bana gelince ben Haldun Taner’i yeniden keşfettim. Hissettiğim boşluğu belki Haldun Taner’le dolduracağım. En kısa zamanda hikâyelerini yeniden okumaya başlayacağım. Bir de merak konusu şiir dilinde yepyeni güzellikler yakaladığım Funda Özsoy Erdoğan’ın (edebiyat kardeşimin) önünde şapka çıkardığı şair Özlem Tezcan Dertsiz’le bir yerlerde yolumu buluşturacağım. Çünkü hikâye şiirsiz, şiir hikâyesiz olmaz. “Şairler evrenin anahtarını ellerinde tutan kişilerdir. Biz hikâye yazarları o külleri eşelerken bir inci bulmanın ümidini canlı tutmaya çalışırız.”
FACEBOOK YORUMLAR